DOĞRUHABER / ANALİZ /SUAT YAŞASIN

İlk parçası dün yayınlanan; H. Mübarek’in, halk ayaklanması sonucu devrilmesi ve akabinde gelişen seçimlerle yönetime gelen Merhûm Mursi ve bağlı olduğu İhvan ile ilgili eleştirilere karşı ‘âdil şahitlik’ adına yapılan çalışmanın ikinci kısmı...

 Sanırım, hemen herkesin ittifak edeceği üzere; Mursi’nin, aralarında Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve tüm kuvvet komutanlarının da bulunduğu 70’i aşkın generali görevden aldıktan sonraki en önemli sınavlarından biri, yeni askeri kadroyu belirlemek olacaktı.

İmam El Benna’nın bilinçli mütedeyyin subay yetiştirmeye olan özel ilgisini yakından bilen Cemal Abdunnasır’ın, yönetimi ele geçirdiği 1954’ten beri İslamcıları ordudan uzak tutma politikasına ek olarak, Enver Sadat’ın, Filistin ve Mısır davasına apaçık hıyanet anlamındaki Camp David anlaşmasıyla orduyu tamamen Amerika kontrolüne bıraktığı ve tam da bu sebeple yine bir subay olan Halid İslambuli tarafından öldürüldüğü düşünüldüğünde orduya yeni kurmay atarken Mursi’nin işinin hiç de kolay olmadığı anlaşılacaktır. Hele de Anayasal olarak Savunma Bakanının Askeri Konsey üyesi olması zorunluluğu söz konusuyken.

Başkan olduktan sonra kendisinin, öncesinde de Parlamentonun, köklü her bir kanun değişikliği girişiminin yargıdan döndüğü bir gerçeklikte Mursi’nin yapacağı tek şey, Hüsnü Mübarek döneminde üst rütbede bulunmayan ve de ayaklanma sonrası değişmek zorunda kalan Askeri Konseyin yeni üyeleri arasında, diğerlerine nispeten, az da olsa bazı dini hassasiyeti olduğu sanılan, en azından namaz kıldığı ve eşi örtülü olduğu bilinen birini seçmekti.

Mursi’nin, gerçek şu ki, o süreçte başka hiç bir alternatifi yoktu.

Evet, vahşi darbe için anlaştığı generalleri görevden alan Mursi’yi devirmede kararlı Amerika’nın, sonradan anlaşmada hiç zorluk çekmeyeceği Sisi’nin, Savunma Bakanı olarak atanma hikâyesi tam da bu şekilde gerçekleşti.

 Hüsnü Mübarek yönetimine karşı ayaklanmış ve 20 aydır iyileşmeler bekleyen halkın taleplerini karşılamak amaçlı Mursi’nin her girişimini geri çeviren ve bu bağlamda Parlamento seçimlerinin ve Anayasal değişikliklerin yapılmasına da engel olan sistemin, bu husustaki kalkanı ise hep Yüksek Yargı oldu.

Asker ve de arkasındaki beynelmilel güç, bu süreçte direkt müdahil olmaktansa yargıyı öne sürüyordu.

Zira hem “hukuk” eliyle olacaktı, hem de Mursi’yi “diktatörce” tasarruflara zorlayarak meş’um müdahaleye zemin hazırlayacaktı.

Diğer taraftan, Mısır’da, şeklen dahi olsa, “hukuka uygun hareket” etme ya da hiç olmazsa ‘hukukî kılıf oluşturma’ geleneği taa binlerce senedir uygulanagelmiş.

Bu bağlamda Hz Yusuf Efendimiz’in, öz kardeşi Bünyamin’i, diğer kardeşlerinden alıp el koyması sırasında uyguladığı “yöntem”den Kur’an’da bahsedilirken, “kanunlara uygun olacak şekilde” bir kılıf hazırlaması hatırlanırsa, yargının Mısır medenî toplumu için taşıdığı anlam daha iyi kavranılabilecektir, sanırım.

Bu sebeple bu süreçte Mursi’nin karşısında sahaya sürülen oyuncu yargı idi.

Ve Mursi de, mecbur kalmadıkça bunu delmek istemiyordu.

Zaten, başka çaresi kalmadığından, yargının birinci adamı Başsavcı Abdulmecid Mahmud’u bu görevden alıp Vatikan’a elçi olarak atayınca, Mursi’ye, eski sistem bekçisi yargı rest çekmiş; Anayasal olarak bu atamanın yerine gelmesi, Başsavcının rızasına bağlı olduğu için de değişiklik gerçekleşememişti.

Mursi’nin gayet kararlıca ve çok kısa bir sürede ciddi ve köklü düzenlemeler yapacağını görünce egemenler bu kez toplumsal infial oluşturan olaylara imza atmış;

Hristiyanların dini törenleri,

Statlardaki futbol maçları,

Gençlik hareketlerinin protesto gösterileri

gibi vesilelerle toplananlara yönelik yapılan patlatmalarda yüzlerce insanın ölümüne sebebiyet vererek hem toplumsal barışı dinamitlemiş, hem de ülkeyi istikrarsızlık ve güvensizlik atmosferine sürüklemişlerdi.

Başka çaresi kalmayan Mursi’nin de tüm bunlara cevaben

‘Anayasa mahkemesinin görüşemeyeceği kanun yapma’ şeklinde bir yetki kullanımına gidip

Başsavcının görevden alınması,

Anayasa komisyonu oluşturularak hızlıca bir Anayasa taslağı yapılıp referanduma götürülmesi,

Akabinde en erken tarihte Parlamento seçimlerinin yapılması gibi maddeleri içeren Anayasal düzenleme yapması üzerine,

Karşı cephe tüm imkânlarını kullanarak onu devirmek için düğmeye bastı.

 Bu şekilde darbeye giden süreç de resmen başlamış oldu.

Başkanlık seçimini kazandığından beri eli kolu bağlanmaya ve hep sorunlarla boğuşturulmaya çalışılan Mursi, bu çok zor şartlarda, imkânlarının darlığı ve de vaktinin azlığına rağmen, önceden zikrettigim bir çok yapılana ek olarak, yönetimde epey bir mesafe de kat ediyordu bu arada.

Bu bağlamda şunları da hatırlamak yerinde olacaktır:

-Mursi, İslam Alemi için ciddi bir soruna dönüşen Suriye sorununa gelir gelmez el attı, kendi sorununu Müslümanların çözmesi ve batının tamamen bu işin dışında bırakılması amacıyla Mısır, Türkiye, İran ve Suud'dan oluşan bir konsorsiyum oluşturarak fiili görüşme ve çalışmaları başlattı. Suud'un isteksizligine rağmen bir sene çalışmalarını sürdürdü.

-79 Devrimi'nden beri İran ile kesilmiş diplomatik ilişkileri başlattı; bu bağlamda iki ülke arasındaki uçak seferlerini ve telefon iletişimini yeniden aktifleştirdi. Ayrıca o dönemki İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad, Mısır'da ağırlandı, Mursi’nin kendisi de İran'a gitti.

-Onyıllardır zulüm altında inleyen Gazze halkı, onun döneminde en rahat günlerini yaşadı, Refah kapısı sürekli bir şekilde insan ve malzeme girişleri için açık tutuldu.

-Filistin davasını en önemli meselesi olarak addettiğini açıkça ortaya koymaktan geri durmadı, siyasi ve mali desteği ile direnişin, bir çok yeni atılımında etkin rol oynadı, pay sahibi oldu.

-Direniş tarihinde ilk (ve de maalesef tek) kez Kahire Salahaddin Kalesi’nde düzenlenen ve bizzat Halid Meş’al’in katılıp “Mısır’ı ve Başkanı’nı, eski günlerdeki gibi Filistin cihadına öncülük etmeye” çağırdığı, Salahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü Fethi etkinliği gibi stratejik ve psikolojik anlamı çok büyük çalışmalarla siyonizme göz dağı verdi.

-Baas zulmünden kaçan Suriyelilere sonuna kadar kapılarını açtı, kendi halkının acımasız eleştirilerine ragmen, Suriyelilerin Mısır'da insan onuruyla yaşaması amacıyla eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını karşılayacak düzenlemeyi içeren talimatlar yayınladı.

-Yönetime tüm muhalifleri de dahil edecek şekilde mutabakat hükümeti oluşturmaya çalıştı, İhvan'dan beş kişi dışında, kabineye aldıklarının hepsini başka yapı ve kişiliklerden seçti. Hatta başbakanı bile İhvan'dan olmayan İslamcılar arasından atamıştı.

-Aynı kapsamda, kendisine de muhalefet edenlere yönetimi ortaklaşma teklifinde bulundu, aralarında rakiplerinin de bulunduğu Hamdin Sabbahi, Eymen Nur, Ahmed Mahir ve Vail Ganim gibi kişilere 'Başkan yardımcılığı' dahil yöneticilik yapmayı önerdi.

-Mısır insanının en fazla sıkıntı yaşadığı halk ekmeği, güvenlik, trafik, temizlik gibi kangrenleşmiş sorunlara kısa vadede hızlı çözümler geliştirerek gözle görülür ilerlemeler katetti.

-Bu bağlamda Sedat ve Mübarek dönemi boyunca halkın en fazla sıkıntı yaşadığı, hatta uğrunda "intifada"ya kalkıştığı ekmek sorununu sadece bir kaç ay içinde geliştirdiği sübvansiyonlar yoluyla aşıp ciddi rahatlama sağladı.

-"Tahıl ambarı" olmasına rağmen, zalim politikalar sebebiyle dışarıdan tahıl ithaline mecbur bırakılan Mısır'da çiftçiyi teşvik ederek buğday üretiminde ciddi artış kaydeden Mursi bu yolla ithalatı olabildiğince azaltmaya muvaffak oldu.

-Aynı şekilde ihracat ve turizmi artırıcı politikalar geliştirerek bütçe açığını kapayacak icraatlar ortaya koydu.

-Devlete birikmiş borcunu ödeyemeyecek durumdaki çiftçinin borcunu sildi.

-Henüz yeni olmasına rağmen asgari ücrette ciddi iyileşmelere gitti.

-Yatırımda ciddi artış sağlayan Mursi, petrol dışı gelirde %21 gibi çok büyük bir gelişmeye vesile olmakla kalmadı, aynı zamanda yerli üretimde de önemli bir yükseliş kaydetti.

-Mısır tarihinde ilk kez basın özgürlüğü hissedildi, 'Başkan'a hakaret' suçunda ihtiyati hapsi kaldırdı, tüm basın mensuplarını serbest bıraktırdı.

-Başta Hüsnü Mübarek olmak üzere devrimcileri katledenler ile ilgili mahkemelerin baskıdan kurtularak bitirilmesini sağlayarak halkta ciddi bir rahatlama oluşturdu.

-Haksız yere cana kıymak dışındaki, devrimin ilk gününden, göreve başladığı güne kadarki tüm suçları affetti.

-İslam şeriatına uygun, Mısır tarihinin ilk sivil Anayasasını referandumdan geçirip uygulamaya soktu.

-Mısır insanı ilk kez kendisine benzeyen, konvoyu en çok iki araçtan oluşan bir başkana sahip oldu, önü arkası bitmeyen uzunca konvoylarla bir sene boyunca karşılaşmadı.

-İnsanlar ilk defa, kardeşi tarlada ter döken, kız kardeşi sıradan bir hastanede can veren, oğlu geçim için gurbette çalışmaya devam eden bir başkana sahip oldu.

-Mısır tarihi ilk kez, yönetimi süresince basit bir dairede kiracı olarak yaşayan bir başkan gördü ve başkanlık sarayında yaşamayı reddeden Mursi'nin şu sözlerini kaydetti:

Ben asla "Ve sizler nefislerine zulmedenlerin meskenlerine yerleştiniz" ayetinin muhatabı olmak istemem!

 Ana konuya devam edecek olursak;

Mursi’nin;

Öncekisi gibi, kahir ekseriyetini yine İslamcıların alacağı görünen Parlamento seçimlerine gitme kararı,

Hele de çıkarılacak kanunları “İslam Şeriatının Sabitelerine Aykırı Olmama” şartına bağlayan ve de ezici çoğunlukla halktan onay alan Anayasayı geçirme vs hamleleri üzerine,

Derhal ve de apar topar neredeyse tüm ‘muhalifler’ toplatılııp “Vatan’ı Kurtarma Cephesi” oluşturuldu ve başına da ismi uzun bir süredir bizzat Amerika tarafından palazlandırılan, “Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu” eski başkanı Muhammed Baraday “kondu”.

Amerika, bu kez perde arkasını bırakıp artık bizatihi kendi oyuncularıyla sahadaydı.

İş, ‘yerel’e bırakılmayacak derecede önem teşkil ediyordu.

O dönemin ABD Büyükelçisi Anna Peterson’ın, fiilen işin başına geçtiğini, beldenin, yani Mısır’ın Sağır Sultanı dahi duymuştu.

Buna karşılık Mursi de boş durmamış, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Ordusu’nda yaptığı değişiklikten sonra şimdi de “milis gücü” oluşturmaya yarayacak bir kanun yayınlamıştı.

Diğer yandan devrimin simgesi Tahrir Meydanı’nda toplanıp Şer’î Anayasa’nın ilgasını isteyenlere karşı bu kez İhvan fiili olarak sahaya inmiş ve alışılmışın dışında zor kullanarak meydanı bunlardan ‘temizlemişti’.

Belki, çok bilinmedi ama bu olaylardan bir kaç ay sonra yaşanacak Rabia ve Nahda Meydanları hadiselerinde de bir çok “baltacı” öbür dünyayı boylayacaktı.

Lâkin, neticede devletin en onemli kurumlarında ve özellikle de ekonomiyi avuçlarında tutan ordu ve güvenlik bürokrasisinde İslamcılar yoktu ve zahiri belirleyici tek faktör de, maalesef, buydu.

Mizansen hazırlandı.

Amerika’nın, “derhal düşürülmesi” talimatı verdiği Mursi’ye karşı kurulan ve sözüm ona halktan topladığı milyonlarca imzayla Başkan’a “çekil” diyerek gösterilere başlayan “Temerrüd” üzerinden kılıf oluşturulacak, ordu da “mecburen” idareye el koyacaktı.

Bu gösterilerin en kritik ayaklarından biri, kuşkusuz, Başkanlık Sarayı’nın kuşatılması girişimleri oldu.

Mursi’nin, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Ordusu’na “göstericilere kesinlikle zor kullanmama” talimatı da darbeden sonra en çok tartışılacak-eleştirilecek hususu teşkil edecekti.

Bu arada başını İhvan’ın çektiği İslami Hareketler, “İslami bir anayasa getirdiği için hedefe konan Başkan’ı koruma” adına, sonradan dünyaca meşhur olacak Rabia Meydanı’nda toplanarak, tüm dünya müslümanlarının ümidine dönüşen, “İslami hareket kontrolündeki bir Mısır”dan geri adım atmayacaklarını ilan ettiler.

Getirip çadırlarını da kurarak aylarca sürecek eylemlerine başlamış oldular.

Hemen yakındaki Meçhul Asker Anıtı’nda ise “bindirilmiş kıt’alar” konuşlandırıldı ki, fakirliğin kasıp kavurduğu Mısır’da böyle insan bulup getirmek pazardan sebze alıp getirme mesabesinde, maalesef.

Mısır’ın Rahmi Koç’u Necib Sawiris’in, keseyi sonuna dek açtığı, halka ilan edilmişti zira.

Ve çok geçmeden de meş’um darbe açıklandı…

Arap Baharı 25 Ocak 2011 günü Kahire’ye ulaştığında tüm dış temsilcilikleri acil koduyla Washington’da toplayan ve ne yapacağını şaşıran Emperyalizmin; bu akımı boğma potansiyeli için fırsata dönüştürebileceği nazarıyla müdahil olduğu Suriye’deki devrim ayaklanmasını sahiplenerek ve ama “Batı defolup çıksın aramızdan, kendi sorunumuzu biz içimizde halledeceğiz” diyerek Türkiye, İran ve Suud’u aynı masada oturtabilen bir İhvan mensubuna tabi ki, daha fazla tahammül edemezdi.

Zira çok iyi biliyordu ki, hemen akabinde sıra, “asıl sorun” olan israile gelecekti.

 İlahî takdir;

İhvan, karakter olarak, nisbeten Hz Musa’ya benzetilebilecek Hayrat Şatır’ı başkan adayı göstermişti, o ictihadla bu işe girişilmişti.

Lâkin, kader, nisbeten Hz Yusuf karakterli denebilecek Mursi’nin başkan olmasına hükmetti.

 Bilmem ki, Mısır’a Musa’(as)nın yöntemi mi uyar, Yusuf’(as)unki mi?

İçerde mümkün mertebe şiddete bulaşmadan ve sistem içi araçları kullanarak Mısır’ın en tepesine yükselen yumuşak huylu Yusuf, sorumlu bulunduğu Ben-i İsrail’in tümüne kapıları açarken;

Diğer yandan, aynı Ben-i İsrail’e karşı Allah’ın sorumlu tuttuğu ve de nisbeten daha sert ve katı olan Musa tam tersine bütün kavmini Mısır’dan çıkarmıştır...

 

Evet, Mursi’nin de gelişi Yusuf gibi oldu...

Ama İnşaallah gidişi Musa gibi olacak...

Tüm destekçileriyle beraber Firavun ve ordusunun kendilerinden sonra gelecek herkese ibret olacak şekilde tarihten silinmelerine vesile olacak.

Zalimlere mühlet vermede çok sabırlı olan Allah buna Kadir’dir.