Türkiye`de düşünce suçu ve fikir özgürlüğünün tarihi, şaşırtıcı olduğu kadar trajik hayat hikâyeleriyle örülü. 1944`te yürütülen Turancılık soruşturmasında, Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan ve Osman Yüksel Sendengeçti`nin konulduğu `tabutluklar`dan 1950`lere gelindiğinde bu kez Şefik Hüsnü, Ruhi Su ve Zeki Baştımar geçiyordu. Kemal Tahir, Nazım Hikmet de "gizli cemiyet kurmak" suçlamasıyla yargılandı, Bediüzzaman Said Nursi ve Necip Fazıl Kısakürek de... Sistem Eşref Edip`e de tahammül edemedi, Sabahattin Ali`ye de...

Düşüncenin sanık sandalyesinde olduğu davalar yakından incelendiğinde ise adil yargılama ve savunma hakkı gibi en temel demokratik hakların ihlal edildiği görülüyor. İşte farklı dünya görüşleriyle yakın tarihimizde iz bırakan aydınların sürgün ve cezaevlerinde kesişen hikâyeleri:

HEDİYE ETTİĞİ KİTAP, KEMAL TAHİR`İN 13 YILINA MAL OLDU

Nâzım Hikmet`le arkadaşlığı sonucu sosyalist fikirleri benimseyen romancı Kemal Tahir`in, astsubay kardeşi Nuri Tahir`e Sabahattin Ali`nin bir öykü kitabını vermesi kötü günlerinin başlangıcı oldu. Hikmet Kıvılcımlı ve Nâzım Hikmet`in aralarında olduğu 17 kişiyle beraber "komünizm yoluyla askeri isyana tahrik ve teşvik" suçlamasıyla 14 Haziran 1938`de tutuklandı. Yavuz kruvazöründe Almanların domuzları besledikleri deniz seviyesinin altındaki sintine bölümüne konuldu. "Bahriye Olayı" diye adlandırılan bu dava sebebiyle, Donanma Komutanlığı Mahkemesi`nde yargılandı ve 15 yıl ağır hapis cezası aldı. Garip olan, duruşmalar devam ederken Sabahattin Ali`nin kitaplarının serbestçe satılıyor olmasıydı. "Devlet Ana"nın yazarı, 1950`de çıkan aftan yararlanıp serbest kaldı. "Esir Şehrin İnsanları"nı 13 yılını geçirdiği cezaevlerinde yazdı. 21 Nisan 1973`te geçirdiği bir kalp krizi sonucu 63 yaşında vefat etti.

ORHAN KEMAL, MAKSİM GORKİ OKUDUĞU İÇİN YARGILANDI

 Orhan Kemal, askerliğini yaptığı 1938 yılında "Maksim Gorki ve Nâzım Hikmet kitapları okumak", "yabancı rejimler lehinde propaganda ve isyana muharrik" suçundan 5 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. 1940`ta, Bursa Cezaevi`nde tanıştığı Nâzım Hikmet`ten etkilendi. 1943`te tahliye olunca Adana`ya döndü. Maddi sıkıntılarla boğuşuyordu; amelelik ve hamallık gibi işlerde çalıştı. 1950`de ailesiyle İstanbul`a yerleşti ve ölümüne kadar edebi eserler yayınlayarak geçimini sağladı. 1966`da "hücre çalışması ve komünizm propagandası" yaptıkları gerekçesi ile iki arkadaşı ile birlikte tutuklandı. "Suç teşkil eden bir cihet bulunmadığı" yolundaki bilirkişi raporu üzerine bir ay sonra serbest bırakıldı. "Eskici ve Oğulları" ile "Hanımın Çiftliği"nin yazarı, Bulgar Yazarlar Birliği`nin çağrısı üzerine gittiği Sofya`da rahatsızlandı ve 2 Haziran 1970`te 56 yaşında son nefesini verdi.

YAZDIĞI KİTAP İSKİLİPLİ ATIF HOCA`YI İPE GÖTÜRDÜ

Fatih Medresesi dersiamlarından İskilipli Muhammed Atıf Efendi, 12 Temmuz 1924`te Maarif Vekâleti`nden (Milli Eğitim Bakanlığı) aldığı izinle "Frenk Mukallitliği ve Şapka" isimli 32 sayfalık risalesini yayımladı. Eserinde; `Avrupa`nın ilim ve fennini almanın caiz, hatta lüzumlu olduğu; ancak yapılanın ise daha çok şuursuz bir Batı taklitçiliği olduğu` mesajını veriyordu. 28 Kasım 1925`te kabul edilen Şapka Kanunu, Atıf Hoca için sonun başlangıcı olacaktı. Bir gece ansızın evi polislerce basıldı. Resmi arama izni olmamasına rağmen arama yapıldı. "Frenk Mukallitliği ve Şapka" kitabı hakkında tutanak tutuldu. İstiklâl Mahkemeleri, kanunu geriye doğru işleterek Atıf Hoca`yı "Şapka Kanunu`na muhalefet ettiği" gerekçesiyle tutukladı. Basımından 18 ay sonra kitap, Bakanlar Kurulu kararıyla toplatıldı. Atıf Efendi önce Eser-i Cedit vapurunun hayvan taşınan hangarında Giresun`a götürüldü. Mahkemede şapka isyanında direnişçilerin başı olduğu öne sürülen Hafız Muharrem`le yüzleştirildi. Beraat etmesine rağmen serbest bırakılmadı. Trenle `Kel Ali` lakaplı Ali Çetinkaya`nın başında olduğu Ankara İstiklâl Mahkemesi`ne sevk edildi. Bu kez hakkındaki suçlama "halkı kanunlara karşı kışkırtmak"tı. Beş celse süren dava sonunda hakkında 3 yıl hapis istendi. Ancak Atıf Hoca, suçsuz olduğunu belirterek, savunmasını hazırlamadı. İdam cezası 4 Şubat 1926`da infaz edildiğinde 51 yaşındaydı. Cenazesi ailesine teslim edilmeden kimsesizler mezarlığına defnedildi.

BEDİÜZZAMAN 35 YIL SÜRGÜN HAYATI YAŞADI, 20 KEZ ZEHİRLENDİ

Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Said isyanıyla ilgisi olduğu iddiasıyla 1 Mart 1925`te Van`da zincire vurularak, kış mevsiminde ve çoğunlukla yaya olarak Erzurum, Trabzon, İstanbul üzerinden Burdur`a sürgün edildi. Hiçbir kanuni gerekçe gösterilmeden bir yıl zorunlu ikamete mecbur edildi. "Kahraman ve fedakâr İslam müdafiilerinin torunlarına kılıç çekilmez." şeklindeki sözleriyle Şeyh Said`in başkaldırısına karşı çıktığını ifade etti. Isparta`da 2 ay gözetim altında tutulduktan sonra 1 Mart 1927`de hakkında bir mahkeme kararı olmadan Eğirdir ilçesine bağlı Barla köyüne sürüldü. Burada Risale-i Nur`u telife başladı. 1934`te Barla`dan Isparta`ya sevk edildi. Mahkemece kesinleşmiş bir suçu olmamasına rağmen toplumdan tecrit edilerek unutulmaya ve ölüme mahkûm edildi.
25 Nisan 1935`te `gizli cemiyet kurmak, dini siyasete alet etmek ve devletin düzenini değiştirmek` suçlamasıyla 120 talebesiyle Isparta`da gözaltına alındı. Arama kararı olmaksızın yaşadığı mekân darmadağın edildi. Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi`ne sevk edildi. Eskişehir Hapishanesi`nde tek başına bir koğuşa konuldu. Tuvaleti bulunmayan soğuk hücresinde 3 ay boyunca tutuldu.

Dava sonucunda "Tesettür Risalesi"nden dolayı kendisi 11 ay, 15 talebesi de altışar ay hapse mahkûm oldu. 105 talebeye de beraat verildi. Karar tarihinde yürürlükteki Türk Ceza Kanunu`nda (TCK) `irtica` kelimesiyle tanımlanmış bir suç tarifinin olmaması ise dikkat çekiciydi.

27 Mart 1936`da tahliye edildiğinde ise cezaevi kapısında bekleyen jandarma eri, kendisini; 7 yıl boyunca adım adım izlenerek sürgün hayatı yaşayacağı Kastamonu`na götürmek için bekliyordu. 1943 yılında 126 talebesiyle birlikte tekrar "rejimin temel düzenini yıkmak, aykırı fikirler neşretmek" iddiasıyla tutuklanarak Denizli Hapishanesi`ne sevk edildi. 9 ay tutuklu kaldı. Türk Tarih Kurumu üyelerinin de içinde bulunduğu bilirkişi heyeti, "Bediüzzaman`ın siyasi bir faaliyeti yoktur. Onun mesleğinde tarikatçılık, cemiyetçilik mevcut değildir. Eserleri ilmî ve imanidir." şeklinde rapor hazırladı. Beraat etti.

Denizli, 26. sürgünüydü. Daha sonra Emirdağ`a götürüldü ve burada zorunlu ikamete mahkûm edildi. 23 Ocak 1948`de aynı suçlamalarla tekrar tutuklanarak, 54 talebesiyle birlikte Afyon Hapishanesi`ne sevk edildi. Sobasız, camları kırık büyük bir koğuşa koyuldu. Yaklaşık 20 ay hapiste tutuldu. "Siyaset ve şeytandan Allah`a sığınırım. Ben iman hakikatleri ile meşgulüm." demesine rağmen hakkında 20 ay hapis verildi. Oysa aynı suçlamalar için Denizli`de beraat emişti. Karar temyiz edilince tahliye oldu. Tekrar Emirdağ`a götürüldü.
Said Nursi`nin sürgün ve gözlem altında tutulması Demokrat Parti (DP) döneminde de devam etti. 1952`de müellifi olduğu "Gençlik Rehberi" isimli eser hakkında açılan dava münasebetiyle İstanbul`a geldi. Mahkemeye son sözü "Ben Kur`an ve iman hizmetinde çalışan aciz bir adamım. Başka bir diyeceğim yoktur." oldu. Beraat etti.

1953`te Emirdağ`a döndü. Afyon`da 8 yıldır devam eden mahkeme 23 Mayıs 1956`da Diyanet`in lehte raporuyla sonuçlandı. DP`nin iktidarda olduğu 10 Ocak 1960`ta içişleri bakanının talimatıyla Ankara`ya girmesi yasaklandı. Müellifi olduğu Risale-i Nur Külliyatı hakkında yaklaşık 1.500 kez beraat kararı verildi. Sürgün yıllarında 20 kez zehirlenen Bediüzzaman, 23 Mart 1960`ta 82 yaşında Şanlıurfa`da vefat etti.

NAZIM HİKMET`E, YAZDIKLARI İÇİN 35 YIL HAPİS CEZASI VERİLDİ

1921 yılında eğitim için gittiği Moskova`da Ekim Devrimi`nin emekleme dönemine şahit olan Nâzım Hikmet, komünizmle bu dönemde tanıştı. Türkiye`ye döndüğü 1924 yılında Aydınlık dergisinde yayımlanan yazı ve şiirleri sebebiyle Ankara İstiklâl Mahkemesi, hakkında 15 yıl hapis isteyince tekrar Sovyetler Birliği`ne gitti. 1928`de çıkan aftan yararlanarak İstanbul`a geldi ve Resimli Ay dergisinde yazı hayatına devam etti. Harp Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi`nde 15 yıl mahkûmiyet aldı. Kemal Tahir`le birlikte yargılandığı "Bahriye Olayı" davasında ise 20 yıl ceza aldı. İki ceza birleştirildi ve toplam 35 yıl böylece 28 yıl 4 aya indi.

O yıllarda Türk Ceza Kanunu`nda (TCK) komünist faaliyetleri cezalandıran açık bir madde yoktu. Komünizm suçlamasıyla yargılananlar daha çok TCK 171. maddeye göre en çok 5 yıl hapis cezası alıyordu. Nâzım Hikmet için komünizmle ilgili bulunmayan Askeri Ceza Kanunu`nun 94. maddesi tatbik edildi ve 15 yıl ceza aldı. 12 sene süren tutukluluğunun ardından öldürüleceği endişesiyle bir gemiyle Sovyetler Birliği`ne kaçtı. 1963`te, 62 yaşında öldü.

EŞREF EDİP, ÇIRILÇIPLAK HÜCREYE KONULDU

İslami çizgideki Sebilürreşâd`ı yayınlayan Eşref Edip (Fergan), yazılarıyla Şeyh Said`i isyana teşvik ettiği iddiasıyla gözaltına alındı. Dergisi kapatıldı. Ankara İstiklâl Mahkemesi`ne gönderildiğinde neden gözaltına alındığını henüz bilmiyordu. Cebeci Tutukevi`nde kendi ifadesiyle `çırılçıplak halde, soğuk ve rutubetli taş duvarlar arasında` aylarca tutuldu. Diyarbakır İstiklâl Mahkemesi`ne gönderildi. Sebilürreşâd`ın yayımını durdurmak şartıyla 13 Eylül 1925`te serbest bırakıldı.

Yazdığı yazılar ve Ahmet Emin Yalman`la yaptığı yazılı tartışmalar yüzünden Malatya olayı (Yalman`ın silahlı saldırıda yaralanması) sonrasında tutuklandı. Son yargılanması ise 1967`de Bugün gazetesinde yayımlandıktan sonra kitap haline getirilen "Kara Kitap" adlı eseri sebebiyle oldu ve beraatle sonuçlandı. 15 Aralık 1971`de vefat etti.

BÜYÜK DOĞU DERGİSİ 16 KEZ KAPATILDI

Yaşar Nâbi`nin "Bir mısrası Türk milletini ihya etmeye yeter." diyerek övdüğü Necip Fazıl Kısakürek, yazıları ve konferanslardaki sözlerinden dolayı çok kez mahkemelerin müdavimi oldu. Büyük Doğu Dergisi, yayın hayatı boyunca 16 kez kapatıldı. Eserleri toplatıldı; basımı yasaklandı. Büyük Doğu Dergisi`nde çıkan yazılarıyla İsmet Paşa ve tek parti yönetimine şiddetli muhalefet sürdürmesi sonucu hakkında açılan çok sayıda davada yüzlerce yıl hapsi istendi. 163. maddeye aykırı bulunan yazıları ile birkaç yılda bir hapse mahkûm oldu. Büyük Doğu, 30. sayıda yer alan "Allah`a itaat etmeyene itaat edilmez" mealindeki bir hadis sebebiyle `rejime itaatsizliği teşvik` suçlamasıyla 1944 Mayıs`ında Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı.

1947`de `Abdülhamîd`in Ruhaniyetinden İstimdat` başlıklı Rıza Tevfik`e ait bir şiirin nesri sebebiyle Büyük Doğu mahkeme kararıyla kapatılırken, kendisi de tutuklanarak hapse atıldı. `Türklüğe hakaret`ten yargılandı. 1 ay 3 gün tutuklu kaldı ve sonunda beraat etti. CHP gibi DP iktidarı da Necip Fazıl`a mesafeli durmayı tercih etti. `Çile` şairi, 1957`de 8 ay hapis yattı.

27 Mayıs darbesinin ardından tutuklandı

Kapatılan dergide tefrika edilmeye başlamış olan `Sır` isimli piyesinden dolayı `Milleti kanlı ihtilale teşvik` suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldı. 1964`te Adnan Menderes için kaleme aldığı `Zeybeğin Ölümü` şiirinden dolayı takibata uğradı. 1968`de `Vahidüddin` adlı eserini Bugün gazetesinde tefrika edip ilk baskısını yaptıktan sonra takibata uğradı; kitap toplatıldı. Mahkeme, beraat kararı verdi. Ancak `Vahidüddin` 1976`daki 3`üncü baskısından sonra tekrar takibata uğrayacak ve bilirkişi raporlarına rağmen 25 sahifelik bir kararla 1,5 yıl mahkûmiyetine sebep olacaktı.

Kısakürek, `din esasına bağlı cemiyet kurmak`, `hükümetin manevi şahsiyetini tahkir`, `Türklüğe hakaret` suçlamalarıyla duruşmadan duruşmaya koştu. 8 Temmuz 1981 tarihinde Atatürk`ün manevi şahsına hakaret suçundan hüküm giydi. Karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Bilirkişi, davaya konu olan "Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin" adlı kitabın herhangi bir suç unsuru teşkil etmediğini içeren rapor verdi; ancak Necip Fazıl "Atatürk`e hakaret etmeye meyilli olmak" gerekçesiyle mahkûm edildi. 79 yaşında aramızdan ayrılan `Sultan-üş Şuara`, vefat etmeseydi kesinleşen hapis cezası için cezaevine girecekti.

HEKİMOĞLU İSMAİL 60 YAŞINDA CEZAEVİNE GİRDİ

"Aslında kitabın asıl adı `Ankaralı Abdullah`tır. Kitaba Ankaralı Abdullah adını verip, Ömer Okçu ismini kullansaydım, 5 yıl hapis yatacaktım ve ordudan da atılacaktım." Yazılarında kullandığı "Hekimoğlu İsmail" müstear ismiyle tanınan Ömer Okçu, bir söyleşisinde satış rekorları kıran "Minyeli Abdullah" romanının hikâyesini bu şekilde anlatıyordu. Okçu, görevli bir astsubayken yazdığı romanında Hekimoğlu İsmail adını kullandı. Bu sayede askerî mahkemede mahkûm olmaktan kurtuldu. Ama bu fazla sürmeyecekti. Kimliğinin ortaya çıkmasının ardından 163`üncü maddeden yargılandı. `Minyeli Abdullah` romanı 1986`da toplatılıp sonra serbest bırakıldı. Bu roman ile devlet düzenine karşı çıkmakla suçlandı. Yazıları sebebi ile 11 defa hakkında soruşturma açıldı, Devlet Güvenlik Mahkemeler`ine çağrıldı. Yazarı olduğu Zaman gazetesinde "Demek ki öyle..." başlıklı, harp okulları sınavına imam hatip lisesine gittiği için kayıt yaptıramayan gençlerin ve ailelerinin durumlarını konu aldığı yazısının ardından Türk Ceza Kanunu`nun 159. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle 1 sene mahkûmiyet cezası aldı. 1992`de 60 yaşındayken Şile Kapalı Ceza ve Tevkifevi`nde 72 gün hapis yattı.

Farklı fikri yelpazelerde bulunan aydınların, sürgün, işkence ve hapis cezalarıyla karşılaşmalarının sebebi yıllar önce Yassıada duruşmalarında söylenen bir cümlede saklı sanki. Demokrat Partililerin, tutukluluk şartları ve savunma taleplerinin kabul edilmemesine itiraz etmeleri üzerine Mahkeme Başkanı Salim Başol`un o tarihi cevabı salona yayılmıştı: "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor."

 

 

 

 

CİHAN MEDYA HABER DERGİSİ