HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, yaptığı haftalık gündem değerlendirmesinde; kutsal mekânların saygınlığı, seçim mevzuatı ve salgın döneminde normalleşme süreci gibi gündemin öne çıkan başlıklarını masaya yatırdı.

Seçim mevzuatının adil bir hale getirilmesi çağrısında bulunan Sağlam, mevzuata dair sunduğu önerilerde; yüzde 10 seçim barajının kaldırılması ve hazine yardımının, seçime girme yeterliliğine sahip tüm partilerin faydalanabileceği adil bir sisteme dönüştürülmesi gibi önerilerde bulundu.

Kutsal mekânların saygınlığı turizme feda edilmemelidir”

Kutsal mekanlara uygunsuz kıyafetlerle girilmesini eleştiren Sağlam, Diyarbakır Ulu Cami müdavimi Ramazan Pişkinin mahkeme kararıyla akıl hastanesine yatırılmasının sosyal medyada yoğun tepki alması üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı yaptığı açıklamada; mahkeme kararının mezkûr şahsın Ulu Camiye giren kadının kıyafetinin ibadethane adabına uymadığı yönündeki uyarısıyla başlayan dava sürecinin bir sonucu olduğunu belirtti. Sonrasında şahıs hakkındaki işlem iptal edilerek mağduriyet sonlandırılmış olsa da bu mesele, Camiler ve Müslüman şahsiyetlerin türbelerine yönelik uzun zamandır var olan sosyal bir yaranın gün yüzüne çıkmasına vesile oldu.” dedi.

Kutsal mekanlara ziyaretlerin saygınlığa yaraşır bir şekilde olması gerektiğini söyleyen Sağlam, “Ülkemizde camilerin önemli bir kısmı, kadim bir kültürü yansıtmaları itibarıyla hem inanç turizmi, hem de tarihi ve kültürel turizm açısından yoğun ilgi görmektedirler. Peygamberlerin Makamları, sahabe ve evliyaların türbeleri de inanç turizmi kapsamında teveccühe mazhar olan yerlerdendirler. Fakat maalesef ziyaret sırasında bu mekânların saygınlıklarının bazı ziyaretçiler tarafından ihlal edildiği sıkça görülmektedir. İslam’ın Beşinci Harem-i Şerifi olan Diyarbakır Ulu Cami, Eğil Peygamber Makamları, Şanlıurfa Peygamber Makamları, Diyarbakırda medfun 27 Şehit Sahabe türbesi, İstanbul Eyyüp Sultan Camii ve Türbesi, Ayasofya Camii, Cizre Hz.Nuh Türbesi, Konya Mevlana Camii ve türbesi gibi önemli örnekleri sayılabilecek mekânlara yapılan ziyaretlerin, mekânların saygınlıklarına yakışır bir şekilde gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Bu mekânların saygınlığını turizme feda etmeden de inanç ve tarih turizminin devamı sağlanabilir.  Bu anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığını göreve çağırıyoruz.” ifadelerini kullandı.

Seçim mevzuatı adil hale getirilmelidir”

Seçim mevduatına ilişkin de görüşlerini sunan Sağlam, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum ile Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş yapmıştır. Anayasada önemli bazı değişiklikler yapılmış, sistemin gerektirdiği uyum yasalarının bir kısmı da çıkarılmıştır. Ancak Seçim Kanunları ve Siyasi Partiler yasasında yapılması gereken değişiklikler ağırdan alınmış ve bugüne kadar yapılmamıştır. Yeni sistem ile birlikte Yönetimde İstikrarönemli oranda sağlanmış olsa da asıl yapılması gereken Temsilde Adaletilgili değişiklikler yapılmadığından sağlanamamıştır. Yani adalet, yönetimde istikrar için kurban edilmiş, Türkiyede hukuk, daha da tartışmalı hale getirilmiştir. Seçim mevzuatında değişikliklerin yapılmasının değerlendirildiği bu süreçte yönetimde istikrarile birlikte temsilde adaletin sağlanması temel hedef olmalıdır.” dedi.

Bu anlamda öneriler sunan Sağlam şöyle devam etti:

"-Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkında Kanun, Siyasi Partiler Kanunu, Mahalli İdareler Seçimi Kanunupartiler ve adaylar arasında adil bir yarış ve temsilde adaleti sağlayacak şekilde değiştirilmelidir.

-Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile hükümsüz olan yüzde 10 seçim barajı kaldırılarak temsilde adaletin önü açılmalıdır. Geniş halk kitlelerinin mecliste temsil edilmesinden korkulmamalıdır.

-Siyasi Partiler Yasası, siyasi partilerin bütün faaliyetlerini her türlü baskı ve kaygıdan uzak özgür bir ortamda yapabilecekleri bir hüviyete kavuşturulmalı ve seçim dönemlerinde partilerin propaganda yapma imkânları adil hale getirilmelidir.

-Siyasi partilere yapılan hazine ve seçim yardımı seçime girme yeterliliğine sahip tüm partilerin faydalanabileceği adil bir sisteme dönüştürülmelidir.

-Değişikliklerin yapılması süreci siyasi ikbal ve manipülasyonlara malzeme yapılmamalıdır. Adil bir Halk iradesinin meclise yansıması ve halkın etkin bir şekilde yönetime katılması amacıyla bu değişiklikler bir an önce yapılmalıdır.”

Normalleşme sürecinde rehavet oluşmamalıdır”

Normalleşme sürecine değinen Sağlam, Coronavirus salgını yaklaşık üç aydır ülkemizde de ciddi anlamda etkisini göstermiştir. Salgına bağlı olarak 31 Mayıs itibariyle 4 bin 540 vatandaşımız hayatını kaybetti. Hala 35 binin üzerinde pozitif vaka sayımız bulunmaktadır. Gelinen süreçte virüsün yayılım hızı, vaka sayısındaki düşüş ve hastalığın kontrol edilebilir aşamaya gelmesi sevindiricidir. Gösterilen özverinin ve ödenen bedellerin heba olmaması, salgının yeniden alevlenmemesi için normalleşme sürecinin doğru yürütülmesi çok önemlidir. Bu kapsamda ilk adım atıldı ve büyük oranda kısıtlamalar kaldırıldı. Atılan adımlar ve alınan mesafe elbette değerlidir. Bu noktaya toplum olarak tedbirlere uymakla geldik şüphesiz. Vatandaşlarımızın tedbirlere bir süre daha riayet etmesi, rehavete kapılmaması gerekir.” dedi.

Salgın öncesi duruma dönüşün kısa vadede mümkün olmadığı anlaşılmıştır”

Ekonomik anlamda da alternatif çözümlerin geliştirilmesi gerektiğine dikkat çeken Sağlam, Salgın öncesi duruma dönüşün kısa vadede mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Bu süreçte tedbir ve destek paketleri noktasında da bir rehavet oluşmamalıdır. Yeni dönem uygulamaları ile toplumun sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının doğru tespit edilerek gerekli adımların zamanında atılması çok önemlidir. Yeni normal dönemde özellikle dar gelirli toplum kesimleri ve küçük esnafta ciddi ekonomik sıkıntıların baş göstermesi muhtemeldir. Bu kesimleri rahatlatacak alternatif çözüm yöntemleri geliştirilmelidir.” ifadelerine yer verdi.(İLKHA)

HÜDA PAR'IN HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRMESİNİN TAM METNİ

HÜDA PAR Genel Başkan Sayın İshak Sağlam, yaptığı haftalık gündem değerlendirmesinde; kutsal mekânların saygınlığı, seçim mevzuatı, normalleşme süreci, Tunus’ta darbe girişimi iddiaları ve Libya iç savaşı, Dr. Afiye Sıddıki ve ABD’de polis şiddeti ve işgal rejimiyle normalleşme adımları gibi gündemin öne çıkan başlıklarını masaya yatırdı.

KUTSAL MEKÂNLARIN SAYGINLIĞI TURİZME FEDA EDİLMEMELİDİR

Diyarbakır Ulu Cami müdavimi Ramazan Pişkin’in mahkeme kararıyla akıl hastanesine yatırılmasının sosyal medyada yoğun tepki alması üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı yaptığı açıklamada; mahkeme kararının mezkûr şahsın Ulu Cami’ye giren kadının kıyafetinin ibadethane adabına uymadığı yönündeki uyarısıyla başlayan dava sürecinin bir sonucu olduğunu belirtti. Sonrasında şahıs hakkındaki işlem iptal edilerek mağduriyet sonlandırılmış olsa da bu mesele, Camiler ve Müslüman şahsiyetlerin türbelerine yönelik uzun zamandır var olan sosyal bir yaranın gün yüzüne çıkmasına vesile oldu.

Ülkemizde camilerin önemli bir kısmı, kadim bir kültürü yansıtmaları itibarıyla hem inanç turizmi, hem de tarihi ve kültürel turizm açısından yoğun ilgi görmektedirler. Peygamberlerin Makamları, sahabe ve evliyaların türbeleri de inanç turizmi kapsamında teveccühe mazhar olan yerlerdendirler. Fakat maalesef ziyaret sırasında bu mekânların saygınlıklarının bazı ziyaretçiler tarafından ihlal edildiği sıkça görülmektedir. İslam’ın Beşinci Harem-i Şerifi olan Diyarbakır Ulu Cami, Eğil Peygamber Makamları, Şanlıurfa Peygamber Makamları, Diyarbakır’da medfun 27 Şehit Sahabe türbesi, İstanbul Eyyüp Sultan Camii ve Türbesi, Ayasofya Camii, Cizre Hz.Nuh Türbesi, Konya Mevlana Camii ve türbesi gibi önemli örnekleri sayılabilecek mekânlara yapılan ziyaretlerin, mekânların saygınlıklarına yakışır bir şekilde gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Bu mekânların saygınlığını turizme feda etmeden de inanç ve tarih turizminin devamı sağlanabilir. Bu anlamda Diyanet İşleri Başkanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığını göreve çağırıyoruz.

SEÇİM MEVZUATI ADİL HALE GETİRİLMELİDİR.

16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum ile Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş yapmıştır. Anayasada önemli bazı değişiklikler yapılmış, sistemin gerektirdiği uyum yasalarının bir kısmı da çıkarılmıştır. Ancak Seçim Kanunları ve Siyasi Partiler yasasında yapılması gereken değişiklikler ağırdan alınmış ve bugüne kadar yapılmamıştır. Yeni sistem ile birlikte “Yönetimde İstikrar” önemli oranda sağlanmış olsa da asıl yapılması gereken “Temsilde Adalet” ilgili değişiklikler yapılmadığından sağlanamamıştır. Yani adalet, yönetimde istikrar için kurban edilmiş, Türkiye’de hukuk, daha da tartışmalı hale getirilmiştir. Seçim mevzuatında değişikliklerin yapılmasının değerlendirildiği bu süreçte “yönetimde istikrar” ile birlikte “temsilde adalet”in sağlanması temel hedef olmalıdır. Bu anlamda;

- “Seçimlerin Temel Hükümleri Hakkında Kanun”, “Siyasi Partiler Kanunu”, “Mahalli İdareler Seçimi Kanunu” partiler ve adaylar arasında adil bir yarış ve temsilde adaleti sağlayacak şekilde değiştirilmelidir.”

-Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile hükümsüz olan %10 seçim barajı kaldırılarak temsilde adaletin önü açılmalıdır. Geniş halk kitlelerinin mecliste temsil edilmesinden korkulmamalıdır.

-Siyasi Partiler Yasası, siyasi partilerin bütün faaliyetlerini her türlü baskı ve kaygıdan uzak özgür bir ortamda yapabilecekleri bir hüviyete kavuşturulmalı ve seçim dönemlerinde partilerin propaganda yapma imkânları adil hale getirilmelidir.

-Siyasi partilere yapılan hazine ve seçim yardımı seçime girme yeterliliğine sahip tüm partilerin faydalanabileceği adil bir sisteme dönüştürülmelidir.

-Değişikliklerin yapılması süreci siyasi ikbal ve manipülasyonlara malzeme yapılmamalıdır. Adil bir Halk iradesinin meclise yansıması ve halkın etkin bir şekilde yönetime katılması amacıyla bu değişiklikler bir an önce yapılmalıdır.

NORMALLEŞME SÜRECİNDE REHAVET OLUŞMAMALIDIR

Corona virüs salgını yaklaşık üç aydır ülkemizde de ciddi anlamda etkisini göstermiştir. Salgına bağlı olarak 30 Mayıs itibariyle 4515 vatandaşımız hayatını kaybetti. Hala 35000’in üzerinde pozitif vaka sayımız bulunmaktadır. Gelinen süreçte virüsün yayılım hızı, vaka sayısındaki düşüş ve hastalığın kontrol edilebilir aşamaya gelmesi sevindiricidir. Gösterilen özverinin ve ödenen bedellerin heba olmaması, salgının yeniden alevlenmemesi için normalleşme sürecinin doğru yürütülmesi çok önemlidir. Bu kapsamda ilk adım atıldı ve büyük oranda kısıtlamalar kaldırıldı. Atılan adımlar ve alınan mesafe elbette değerlidir. Bu noktaya toplum olarak tedbirlere uymakla geldik şüphesiz. Vatandaşlarımızın tedbirlere bir süre daha riayet etmesi, rehavete kapılmaması gerekir.

Salgın öncesi duruma dönüşün kısa vadede mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Bu süreçte tedbir ve destek paketleri noktasında da bir rehavet oluşmamalıdır. Yeni dönem uygulamaları ile toplumun sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının doğru tespit edilerek gerekli adımların zamanında atılması çok önemlidir. Yeni normal dönemde özellikle dar gelirli toplum kesimleri ve küçük esnafta ciddi ekonomik sıkıntıların baş göstermesi muhtemeldir. Bu kesimleri rahatlatacak alternatif çözüm yöntemleri geliştirilmelidir

TUNUS’TA DARBE GİRİŞİMİ İDDİALARI VE LİBYA İÇ SAVAŞI

Tunus, 2011’de Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrilmesinden bu yana siyasi ve toplumsal istikrarını korumayı başarmıştır. Halk iradesine yönelik son müdahale girişimlerinin temelinde BAE’nin Libya politikası vardır. BAE; Libya’da doğal kaynaklardan istifade etmek, askeri ve siyasi hâkimiyetini pekiştirmek için Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti müttefiki olan Tunus yönetimini yönetimden uzaklaştırmak istemektedir. Bu doğrultuda yayınlar yapan BAE basını, toplumsal ayaklanmayı sağlamak için yoğun bir propaganda yapmaktadır. Tunus yönetimi, sivil halkın taleplerini dikkate alarak kargaşanın önüne geçmeli, istikrarın korunmasını sağlamalıdır.

2011’den bu yana devam eden ve komşu ülkelerin siyasi istikrarı için tehdit noktasına gelen Libya iç savaşı, uluslararası güçlerin çıkarları doğrultusunda yönlendirilmektedir. Suriye’den sonra ikinci vekâlet savaşı sahası konumuna gelen ülkede kaosun sona ermesi için ivedilikle paralı askerlerin bölgeden tahliyesi sağlanmalı ve ambargoya rağmen bölgeye yönelik silah tedariki engellenmelidir.

DR. AFİYE SIDDIKİ’YE ÖZGÜRLÜK VE ABD’DE POLİS ŞİDDETİ!

Dini kimlik ve ilmi çalışmalarından ötürü 17 yıldır haydut ABD zindanlarında bulunan Dr. Afiye Sıddıki kamuoyu tepkisine rağmen serbest bırakılmamaktadır. Pandemik hastalık ile mücadele sürecinde tüm dünyada tutukluların serbest bırakılmasına yönelik çağrılar yapılırken, Afiye Sıddıki için İslam ülkelerince güçlü bir çağrının yapılmamış olması üzüntü vericidir. Tutulduğu hapishanede pandemik hastalık sebebiyle ölümlerin başlamış olması Sıddıki’nin sağlık durumuyla ilgili endişe duyulmasına sebebiyet vermektedir. Ailesi tarafından; ABD makamlarınca haysiyeti ve güvenliği sağlanamadığı dile getirilen Sıddıki için başta Pakistan makamları olmak üzere tüm İslam ülkeleri ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının harekete geçmesi gerekir. Dünyaya insan hakları ve özgürlük propagandası yapan ABD’nin Dr. Sıddıki’ye yaptığı zulüm ile en ağır hak ihlallerinin sorumlusu olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Dünyanın farklı birçok bölgesinde milyonlarca insanı öldürme hakkını kendinde gören ABD, kendi vatandaşı olan siyahileri de katletmeye devam etmektedir. Polislerin 2019 yılında 1000’in üzerinde kişiyi vurarak öldürdüğü ABD’de özellikle siyahiler hedef alınmaktadır. ABD güvenlik güçlerinin siyahilere yönelik katliamlarına rağmen güvenlik politikasında reforma gidilmemesi ırkçı politikaların yönetim tarafından desteklendiğini ortaya koymaktadır. Barbarlığı ve katliamları düstur edinen ABD’ye karşı insanlığın ve dünyanın sesi daha gür çıkmalıdır.

İŞGAL REJİMİYLE NORMALLEŞME ADIMLARI DURDURULMALIDIR!

Filistinlileri kimliksizleştirmeyi ve topraksızlaştırmayı hedefleyen yüzyılın ihanet anlaşmasının ilanının ardından, işgal rejiminin işgal faaliyetleri ve katliamları artış göstermiştir. İnsanlık dışı bu faaliyetlerini tarihi bir adım olarak niteleyen işgal rejiminin adımları karşısında İslam ülkeleri ve uluslararası kurumlar pasifliğini sürdürmektedir. Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın işgal rejimiyle yüzyılın ihanet anlaşmasının uygulanması için iş birliği yaptıkları işgal rejimi basınında yer almıştır. İşgal rejimiyle normalleşme kapsamında ekonomik ve siyasi iş birliğini güçlendiren bazı İslam ülkeleri de ihanet anlaşmasının ekonomik sponsoru konumundadır.

İslam ülkeleri, tüm bölgede istikrarsızlığa sebebiyet veren terör devleti ile normalleşme adımlarını durdurmalı ve Müslümanların ortak problemi olan Kudüs davası etrafında tekrar birleşmelidir. Türkiye de Doğu Akdeniz politikası gerekçesiyle işgal rejimiyle asla bir normalleşme sürecine girmemelidir. Ekonomik ve siyasi getirisi her ne olursa olsun Doğu Akdeniz’de işgal rejimi ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmaları yapmamalıdır. Kudüs ve Filistin davasını bitirmek anlamına gelecek olan benzer anlaşmaları Türkiye, hiçbir surette dünya Müslümanlarına izah edemez. İslam ülkeleri hiçbir şart ve koşulda işgal rejimiyle iş birliği yapmamalı, işgal rejiminin durdurulması için birlikte hareket etmelidir.

İSHAK SAĞLAM |HÜDA PAR GENEL BAŞKANI