Dünyanın 37 ülkesinden insan hakları savunucusu, aktivist, yardım gönüllüsü, gazeteci, avukat ve birçok meslekten insanın içerisinde bulunduğu Mavi Marmara gemisinin siyonist işgal rejimi tarafından saldırıya uğramasının üzerinden 10 yıl geçti.

Gazze’de devam eden ablukanın kırılması amacıyla, 2010 yılında içerisinde İsveç, Yunanistan, İrlanda ve Komorlar bayraklı olan Mavi Marmara gemisinin de bulunduğu özgürlük filosu, 27 Mayıs tarihinde Antalya’dan yola çıkmış, 31 Mayıs tarihinde ise Akdeniz’de uluslararası sularda siyonist işgal rejimi tarafından saldırıya uğramıştı. 10 Türkiye vatandaşının şehit düştüğü Mavi Marmara gemisinde, farklı ülkelerden onlarca insan da yaralanmıştı.

 

Saldırı esnasında Mavi Marmara gemisinde bulunan ve sonrasında başlayan hukuki mücadeleyi takip eden Avukat Gülden Sönmez, gelinen süreçle ilgili, İLKHA muhabirine konuştu. Sönmez, asla pes etmeden hukuki mücadeleyi sürdürdüklerini söyleyerek, mağdurlarla birlikte tek isteklerinin adaletin tecelli etmesi ve Türkiye’nin yaptığı yanlıştan geri dönmesi olduğunu söyledi.

Siyonist işgal rejiminin Mavi Marmara’ya yapmış olduğu saldırı anından itibaren özellikle Türkiye’deki avukat arkadaşları tarafından yapılan başvurularla hukuki mücadeleye başladıklarını hatırlatan Sönmez, Türkiye’ye döndükten sonra dosyaların tek bir savcılıkta birleştirilerek 2012’de ilk davanın açıldığını belirtti.

Türkiye’de açılan ilk dava dosyasının tüm yolculara karşı işlenen suçları kapsadığını hatırlatan Sönmez, açılan dava ile zaman içerisinde INTERPOL kararıyla, siyonist işgal rejimi sorumluları hakkında yakalama kararı çıktığını ifade etti.

"Türkiye’de başlayan dava süreci yurt dışında da farklı ülkelerde devam etti"

Türkiye’de devam eden dava süreci ile birlikte yapabilecekleri bütün ülkelerde hukuki süreç başlattıklarını vurgulayan Sönmez, şöyle konuştu: “Gemide 37 ülke vatandaşı vardı. Doğal olarak 37 ülkenin her birinde hukuki imkânlar araştırıldı. İspanya, Güney Afrika, İngiltere gibi yasaları müsait olan yerlerde davalar, soruşturma dosyaları açıldı. Bir kısmı siyasi gerekçelerle son buldu, bir kısmı halen devam etmekte. Biliyorsunuz Furkan Doğan, Amerikan vatandaşıydı. Furkan’ın babası Ahmet Doğan’ın vekâlet vermesiyle Amerikalı meslektaşlarımızla birlikte Los Angeles’te, Ehud Barak’a karşı bir dosya yürütme imkânımız oldu. israile karşı da Washington’da bir dosyamız oldu. Bunların hepsi israilin müthiş bir karşı koymasıyla, yönetimleri, devletleri etkileyerek siyasi olarak bu davaların önünü almak için mücadele etti. Hatta israil dış işleri bakanlığı sözcüsü Mavi Marmara mağdurları ve avukatlarının kendilerine karşı bir hukuk savaşı başlattıklarını ifade etmişti. Bu süreçler devam ederken özellikle 'Uluslararası Ceza Mahkemesinde (UCM) acaba yargı yoluna nasıl gidebiliriz?' düşüncesi gündemimizdeydi.”

“UCM Mavi Marmara’da insanlığa karşı suç işlendiğini kabul etti”

Sönmez, “Malumunuz Mavi Marmara gemisi Komor bayrağı taşıyordu. Komor ise ‘Roma Anlaşması’na taraf olan bir devletti. Gazze filosu gemilerinden Yunanistan bayrağı, Kamboçya bayrağı taşıyan gemiler vardı. Bu ülkelerin de anlaşmaya taraf olması Lahey’de UCM’ ye başvuru yapma imkânımızı doğurdu. Komor devletinin meclis kararıyla Türkiyeli avukatlara vermiş olduğu yetkiye dayanarak UCM’ ye bir başvuru yaptık. UCM’ de mahkeme tarihinde görülmemiş gelişmeler oldu. Savcılık israilin uluslararası sularda mavi Marmara gemisinde ve diğer gemilerde insanlığa karşı suç işlediğini kabul etti. Ama ölen kişi sayısının az olması gerekçesiyle bu yargılamayı yapamayacağını söyledi. Bu aynı zamanda UCM’ nin Amerika ve israil tarafından ne kadar büyük baskı altında tutulduğunu gösteriyor.” dedi.

“John Bolton, UCM hâkim ve savcılarını açıkça tehdit etti”

UCM’ de açılan dava sonrasında ABD’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ un "Eğer UCM’de Amerika’ya veya Amerika’nın müttefiki olan israile karşı bir yargılama söz konusu olursa böyle bir yargılamayı yapan hâkim ve savcılar Amerika’ya gittiklerinde tutuklanıp yargılanacaklar, Amerika’daki gayrimenkullerine el konulacak." şeklinde bir açıklaması olduğunu hatırlatan Sönmez, UCM’ nin hâkim ve savcılarının açıkça tehdit edildiğini söyledi.

“Sürece en büyük zararı Türkiye-israil anlaşması verdi”

Dava avukatları olarak yapılan bu tehditleri görmelerine rağmen mücadeleye devam ettiklerini söyleyen Sönmez, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:

“Bu süreçte davalara en büyük zararı Türkiye-israil anlaşması verdi. Gerçekten garabet bir anlaşma gerçekleşti. Belki de tarihte ilk defa kendi vatandaşlarını katleden insanları affeden bir anlaşmaydı. Normalde hukuken geçerli değil, evrensel hukuk kurallarına göre hangi ülkeye giderseniz gidin, hangi hukuk belgesine bakarsanız bakın mağdur insanların, katledilen insanların haklarının siyasi bir anlaşmayla yargıdan muaf edilmesi olacak iş değildir. Devletin affetme yetkisi bile yok. Normalde yargılama yapılır, hüküm verilir. Hükümden sonra affedilecekse affedilir. Ancak devam etmekte olan bir yargı anlaşmanın içerisinde davaların düşürülmesi şeklinde bir maddeyle karşılık gördü. Başından beri Mavi Marmara yolcularının tamamı, şehit ailelerinin tamamı böyle bir anlaşmayı asla ve asla tasvip etmediklerini, haklarının hiçbir şekilde anlaşmaya konu edilmemesi gerektiğini söylediler. Bu gizli kapaklı da söylenmedi. Basın toplantılarıyla defalarca ilan edildi. Buna rağmen mecliste böyle bir karar çıktı. Bence bu TBMM üzerinde kara bir lekedir. O gün oy kullanan, bunun içerisinde yer almak istemediğini söyleyerek güya oy kullanmayarak taraf belli eden, sorumluluğu olan tüm vekiller bundan sorumlular. Bu anlaşma gerçekten diplomatik bir facia ile imzalanarak yürürlüğe konuldu. Anlaşma sürecinde maalesef bağımsız yargı bağımsız olmadığını ilan etti ve davayı hukuka aykırı bir şekilde düşürdü.”

“Bütün hukuk alanlarında mücadelemiz devam edecek”

Mahkemenin davayı düşürmesi sonrasında duruşmada bulunan bazı şehit ailelerinin hıçkırarak ağlamalarını unutamadığını söyleyen Sönmez, “Çünkü o dava hesap sordukları davaydı. Orada sanık sandalyesine oturmasalar da babalarının, eşlerinin, kardeşlerinin katledilmesinin hesabını soruyorlardı. Gazze’de katledilenlerin hesabının sorulduğu bir dava misyonu yüklenmişlerdi. Çocuklar o ağlamaları esnasında canlarının çok yandığını bize söylediler. Biz yine pes etmedik. Büyük bir umutla itirazımızı gerçekleştirerek istinaf sürecini başlattık. Bugün bu süreç bölge adliye mahkemesinde devam ediyor. Umarız bu hatadan dönülür ve Türkiye yargısı bağımsız olduğunu tüm dünyaya gösterir. 37 ülke vatandaşının hakkının savunulduğu dava tekrardan devam eder. Uluslararası mahkemede de sürecimiz devam ediyor. israilin tüm baskılarına rağmen orada gidebildiğimiz yere kadar gideceğiz. Tabiki mahkemeler kapansa da bizim için problem değil. Nihayetinde Mavi Marmara Gazze’nin, Kudüs’ün, Filistin’in mücadelesi. Bütün hukuk alanlarında mücadelemiz devam edecek.” diye konuştu.

“UCM’ de mahkeme lehimize karar verdi”

Türkiye’de de UCM’ de de açılan davaların itiraz süreçlerinin devam ettiğini belirten Sönmez, “Mahkeme israil hakkında bir soruşturma açıp açmayacağına karar verecek. Yüksek mahkeme ile savcı arasında yetki çatışması var. Mahkeme savcının görevi suiistimal ederek israil hakkında soruşturma açmama hakkında yanlış yaptığını düşünüyor. Savcı ise ısrarla israili yargılamayacağını söylüyor. Biz de ısrarla bu yargılamanın yapılması gerektiğini çünkü ‘Roma Anlaşması’nın her yönüyle savcıya bunu söylediğini söylüyoruz. Açıkçası mahkeme de bizim lehimize karar verdi. Bakalım ne olacak. Çünkü daha önce bunun benzeri olmadı. Türkiye’de ise bölge adliye mahkemesi gerekli değerlendirmeyi yapacak. Belki de suçlular yargılanmaya kaldığı yerden devam edecekler.” şeklinde konuştu.

“Mavi Marmara katliamında emri olan Gabi Ashkenazi bugün dışişleri bakanı olarak her yerde dolaşıyor”

Türkiye’de tutuklama kararı alınan, yargılanan ve Mavi Marmara saldırısı sürecinde siyonist rejimin sözde genel kurmay başkanı olan Gabi Ashkenazi'nin, yeni kurulan Binyamin Natenyahu hükümetinde dışişleri bakanı olması gibi bir sürprizle karşı karşıya kaldıklarını belirten Sönmez, konuşmasını şu şekilde noktaladı:

“Geçtiğimiz günlerde Ankara-israil maslahatgüzarının bir röportajına denk geldim. Türkiye Dışişleri Bakanı'nın kendisini tebrik etmesini ve Türkiye-israil ilişkilerinin tatlılıkla devam etmesini tavsiye ediyordu. Önümüzde ise Batı Şeria’nın kısmen ilhak süreci var. Filistin'i, Kudüs'ü hareketli günler bekliyor. Gazze’nin ablukası hâlâ devam ediyor ve Gabi Ashkenazi gibi birisi, dışişleri bakanlığını, siyaseten değil tamamen askeri perspektifle yönetecek gibi görünüyor. Biz de takip ediyoruz. Her ne kadar sözde dışişleri bakanı olsa da bizim için hâlâ o katliamda emri olan, Mavi Marmara’da şehit kanlarına bulanan Türkiye bayrağını ayaklarıyla çiğneyen komutandır. Bunun hesabını bir şekilde vermesi gerekir. Acı olan şey ise her yerden kısıtlanmış, israilden çıkamaz olan bir katilin, hakkında yakalama kararı olan bir katilin bugün israili temsilen her yerde dolaşabiliyor olmasını TBMM ve Türkiye yargısının sağlamış olmasıdır. Bu durumun düzeltilmesi hâlâ bir fırsatken derhal düzeltilmesini umutla bekliyoruz.  Bugün 10’uncu yılındayız. Bu günlerde İtalya’dan İspanya’ya onlarca röportaj yayınlanıyor. Herkes katillerin hesap vermesi gerektiğini, bunun israilin yanına kar kalmaması gerektiğini ve o saldırıyı gerçekleştiren kişiyi utanmadan dünyaya bir diplomat olarak sunmanın hevesini çıkarmaması gerektiğini söylüyor. Bu hepimize dokunuyor.” (İLKHA)