İlahî vahyin son aşaması olan Kur’an, insanlığa nihai teklifler bütünü olarak sunulmuştur. Aşkın ufuktan gelen Kur’an; insana, hayata ve topluma yönelik bir mesajdır. O, kendine özgü dünyasından hayata yön vermek ve insanlığı kurtuluşa erdirmek arzusuyla kopup gelmiştir. İnsanın kurtuluşu, Allah'ın birliğini kavrayıp O'nun iradesine teslim olması ve dürüst bir şekilde yaşayıp imana pratik bir anlam kazandırmasıyla mümkün olur.
Dünyada artık her türden ilişkileri, galip Batı medeniyetinin belirlediği günümüzde, insanlığın pek çok sorunlar içinde çırpınıp durduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Bunun temel nedeni, insanların Kur’an kapsamında sunulan İslam'dan büyük ölçüde uzaklaşmış olmaları; Müslümanların da çeşitli nedenlerden dolayı mensubu oldukları İslam'ı bugüne hakkıyla taşıyamamalarıdır.
Bu açık gerçeğe rağmen, toplum düzenine ilişkin iddia taşımayı, İslam'ın özünden değil de harici bir meseleymiş gibi anlamak; İslam'ı, sistemi olmayan kuru bir inanç, bir tasavvur ve hayatta uygulanması imkânsız olan yalın bir iman olarak görmek anlamına gelir.
Kur’an'ın temel gayelerinden biri de, yeryüzünde adaletli bir sosyal düzen oluşturup insanlığın temel haklarını ve değerlerini korumaktır. Bunun için iyiliği buyurup ayakta tutmak, kötülüğü de gerekirse güç kullanarak ortadan kaldırmak Müslüman toplumun görevidir.
Kur’an'ın sunduğu toplumsal düzen; hukuki, siyasi ve iktisadi unsurlardan oluşur. Yasama faaliyeti, toplumsal hayatı oluşturan bütün süreçleri kapsar. Bunun için Kur’an'daki hukuki düzenlemeler, kişi ve toplum hayatını veri olarak alır. Bu bağlamda Kur’an, yasama yetkisine, özel ve kamu hukukuna, bir de muhakeme usulüne dair ilkeler getirmiştir. Kur’an'ın indiği dönemde, yasama yetkisi bütünüyle Allah'a ve Elçisine aitti. Vahyin tamamlanıp Peygamber (as)'in vefat etmesinden sonra bu iş, Kur’an ve Sünnete ters düşmemek şartıyla toplumun sorumluluğuna ait görülmüştür. Bunun tabii sonucu olarak İslam toplumunun sonraki dönemlerdeki ihtiyaçları, İslam âlimleri tarafından oluşturulan fıkıh disiplinleriyle karşılanmaya çalışılmıştır. Onlar, Kur’an ve sünnetteki yasamayı kaynak ve örnek alarak bu işi başarmışlardır. Kur’an'ın toplumsal projesini anlayıp uygulamak için bugün de beyin gücüne ihtiyaç vardır.
Kur’an'ın insanlığa bildirdiği kesin ve doğru ilkeler, İslam'ın evrensel mesajının taşıyıcısı olmaya devam edecektir. Müslümanların yapması gereken iş, Kur’an'ın rehberliğini ve Peygamber(as) örneğini izleyerek bu ilkeler doğrultusunda yeni bir medeniyet oluşturmaktır.
Müslümanlar fiilen içinde bulundukları zamanı yaşanmamış kabul edemezler. Sömürü sistemleri olanca gücüyle yayılıp gelişirken, Müslümanların onlara seyirci kalma gibi bir lüksleri de olamaz. Şu halde İslam, Kur’an'ın tarif ettiği şekilde insanlığın hayatında yeniden uygulama zemini bulmalıdır. Bunun en güzel şekli, Allah Elçisi tarafından ortaya konulmuştur.