Hüseyin Sağlam / Analiz
Daha ziyade istihbarat örgütlerinin operasyonları şeklinde cereyan eden eylemler, farklı kategorilerde değerlendirilebilir.
Mesela kimi istihbarat örgütleri, kendi devletlerinin açıktan yürüttüğü politikalar doğrultusunda yaptıkları özel operasyonlarda gizliliğe riayet ederler, ta ki operasyon süreci tamamlanana kadar.
Daha ziyade istihbarat örgütlerinin operasyonları şeklinde cereyan eden eylemler, farklı kategorilerde değerlendirilebilir.
Mesela kimi istihbarat örgütleri, kendi devletlerinin açıktan yürüttüğü politikalar doğrultusunda yaptıkları özel operasyonlarda gizliliğe riayet ederler, ta ki operasyon süreci tamamlanana kadar.
Sonrasında ise yapılan tüm suçlamalara “sükût ikrardan gelir” prensibi gereği kulaklarını tıkarlar veya gerektiğinde üstlenmekten çekinmezler. Mossad’ın Filistinlilere karşı düzenlediği eylemler, Rus istihbaratının Çeçenlere yönelik eylemleri bu kategoride değerlendirilebilir.
Bazen de şeklen olduğu gibi, sonrasında da gizli kalması, hatta hedef şaşırtma yöntemleri de devreye konularak yürütülen istihbarat operasyonları yaşanmaktadır ki, bu tür operasyonlarda düz mantıkla varılacak sonuç genellikle yanılgıya mahkûm olmaktadır.
Hem gizli hem de hedef şaşırtma gözetilerek düzenlenen istihbarat operasyonları, mutlaka ciddi bir masaja binaen yapılmaktadır. Bu tür durumlarda operasyonu yiyen taraf, kuşkusuz neden hedef olduğunu, hangi mesajın iletildiğini en iyi anlayan taraftır. Dolayısıyla operatif unsurların kimlik bilgilerine aşina olmasa bile cenah olarak kim veya kimlerden operasyon yediğinin bilincindedir. Yani operasyonu yapan taraf, muhatabına bu yöntemle bir zarf yollamaktadır, muhatap da o zarfı almış olmaktadır.
Kaldı ki, bu tür durumlarda operatif cephe, kamuoyunu yanlış adreslere sevk edecek beşinci kol operasyon unsurlarını(medya) hemen devreye sokarak kuşkuları farklı adreslere yönlendirme başarısı da göstererek bir taşla iki kuş da vurabilmektedir.
Gelelim Paris cinayetlerine ve şüpheliler listesine alınanların durumlarına.
Tekrar irdelemeye gerek yok, çünkü şüpheli kategorisine alınmayan kimse kalmadı. İç infazdan klasik Gladyo’ya, “Yeşil Gladyo”dan İran, Irak, Suriye, Rus, Fransız istihbaratına kadar akla gelebilecek hemen her ihtimal üzerinde günlerce yorumlar yapıldı.
Bilmem dikkatinizi çekti mi? Tüm ihtimaller arasında iki önemli unsurdan birisi çokça zikredilerek mahkum edilmek üzere iken; birisinden de hiç bahsedilmeyerek adeta sümenaltı edilme yoluna gidildi.
Çokça bahsedilerek mahkum edilme yoluna gidilen, İran olurken; hiç bahsedilmeyen ise CIA idi. Mossad ise, çok cılız ve utangaç cümlelerle kısa süreliğine ihtimaller kategorisine alındı, sonra da azledildi.
İran’ın güçlü ihtimal olarak zikredilmesi, olayın düz mantıkla değerlendirilmesinin bir sonucu olduğu gibi, şimdilerde İran’ı mahkûm etmeye dönük özel bir çabanın oluşu da bunda etkili olmuştur. İran faktörüne yapışanların önemli bir bölümü, bölgede tüm kötülüklerin kaynağı olan israil’i geri plana koyup İran’ı düşmanlaştırma misyonunun müdavimleri idi. Bir kesim de, Türkiye’nin bölge politikalarında çeliştiği ülkelere göre anlık olarak yön değiştirebilecek kadar kıvrak bir tavır sergileyenler idi. Hatırlayın bu kesimi… israil’le yaşanan kayıkçı kavgası esnasında PKK’nin yaptığı her eylemde İsrail faktörüne nasıl vurgu yaptıklarını…
Peki, İran böyle bir eylem yapabilir mi? Açığa çıktığında devletlerarası krize yol açacak bir eylem biçiminin ilk akla gelebilecek ülke tarafından yapılması çok da mümkün görünmemektedir. Bu tür operasyonları yapmaya yönelenler, ilk akla gelen ülke olmamak için bunun tedbirini de alır. Ama yine de bir ihtimal olarak da düşünebilirsiniz.
Yukarda belirttiğimiz gibi, Paris eylemi, mesaj içeren bir zarfın adrese tesliminden ibaretti. Bu mesaj, genel olarak İmralı süreciyle alakalı olsa da asıl muhatap Türkiye değil, PKK idi. Dolayısıyla bu adresi, şahıs-ülke bazında olmasa bile cephe babından en iyi bilenler veya bilmesi gerekenler PKK’nin Kandil-Avrupa yönetimi olmalıydı.
Mesaja muhatap olanların konu etrafındaki açıklamaları bu nedenle önem kazanacakken, bunların yerine Yeminli İran düşmanlarının at izini it izine karıştırma gayretlerine çanak tutmak, akıl karı olmamalıydı.
O halde İmralı süreciyle alakalı olarak PKK’nin dışarıdaki kadroları ne yaptılar da böylesine kanlı bir mesajın muhatabı oldular? İşte asıl irdelenmesi gereken mesele budur. Ve bu durum iyi irdelendiğinde Paris’te kurşun sık(tır)anların izine rastlamanın daha kolay olacağı kanaatindeyiz.
Sürecin başına dönelim ve İmralı ile görüşüldüğünün açıklanmasından sonra Kandil’den bizzat Karayılan’ın söylediklerini hatırlayalım. Karayılan, yaptığı açıklamada görüşme için İmralı ile görüşmenin yeterli olamayacağını açıklarken, kendilerinin de bu sürece katılmaları gerektiğini belirterek, daha önce gösterdiği İmralı adresinden bir nevi çark ettiğinin işaretlerini veriyordu. Nitekim Yalçın Akdoğan, Karayılan’ı “Öcalan’a racon kesmekle” suçlarken aynı zamanda lidere itaat kültürünü hatırlatmak suretiyle Karayılan’a “örgüt terbiyesi” vermeyi de ihmal etmiyordu.
Bilahare Kandil kaynaklı diğer açıklamalar da yine Öcalan’ın bu süreci tek başına götüremeyeceği yönünde idi. Oysa tüm hazırlıklar, Öcalan üzerinden yapılmıştı ve konulan “danışıklı tecrit” de dışarıya/Kandil’e haber ambargosunu hedefliyordu.
Aslında PKK yönetiminin, sürecin sadece Öcalan’la yürütülemeyeceğine dair kuvvetli ses tonu, kendilerine belli ve de kararlı bir mesajın yollanmasının kapısını aralıyordu. Burada hemen Türkiye’yi suçladığımızı düşünmeyin. İmralı ile adlandırılan sürecin başlaması, bölge koşulları ve ana akım dış aktörlerin dayatmalarıyla start aldığına inanlardanım. Dolayısıyla bu sürecin önceden ama yabancı başkentlerde çizilen detaylarına Kandil’den gelen itiraz, belli bir “Terbiye metodu”nun devreye sokulmasını gerektiriyordu. Bu nedenle Paris’teki kanlı eylem ve faillerini bu çerçevede ele almak ve “kim, neden yaptı?” sorularına cevap bulmak, kanaatimizce bu çerçevede daha anlamlı bir hal almaktadır.
Şimdi ilgili ilgisiz tüm taraflar, düz mantık sonucu ya da kasıtlı olarak “şüpheli” kategorisine alınırken CİA/Mossad’ın neden sümenaltı edildiği sizce de daha anlamlı bir hal almıyor mu?
Ya da bu mesajı en iyi şekilde okuyup algılaması gereken Kandil ekibinin bu yöndeki açıklamaları sizce daha anlamlı olması gerekmez mi?
Açın bakın Duran Emmi, Karasu ve Aydar’ın açıklamalarına. Açıklamalarında “Yeşil Gladyo” söyleminin ortak tema olduğuna aldanmayın. Bu söylem, aslında alınan mesajı ucuza kapatma refleksi olsa da, belli bir cepheyi işaret etmesi yönüyle daha anlamlı olabilmektedir. Öyle ya, PKK şefleri kalkıp da cinayetlerde Mossad veya CİA adını açıkça zikredecek kadar mesaj acemisi olmamaları gerekir!.
Son bir not; Şayet olay, “PROVOKASYON” amaçlı ise, izler sizi İran’a götürebilir. Eğer “MESAJ” amacı taşıyorsa o halde başka izlere odaklanmanız gerekecek.
Dolayısıyla cinayetler “Provokasyon” amaçlı ise İran’ı işaret edenlere haklılık payı doğar; Peki ama provokasyon değil de Kandil’in muzipliklerine “Masaj” amaçlı ise…
Bunu da artık “Yeminli İran düşmanları” düşünüp irdelemeli!