Hüseyin’in babasının adı Hacı Osman, dedesinin adı ise Veli’dir. Veli, 1877 yılında Ruslara karşı savaşmış ve Muş’ta hastalanarak vefat etmiştir. Kendilerine Velioğlu soy ismini seçmelerinin sebebi işte budur.
Hüseyin’in dört erkek ve dört kız kardeşi vardı. Hüseyin, küçüklüğünde çok zeki, çalışkan, bilgili ve cesur idi. 6-7 yaşlarında hem hayvanlarını otlatırdı hem de köy imamının yanında Kur’an dersleri alırdı. Altı ayda Kur’an’ı hatmetti. O dönemde de namazlarını kılardı. Babaları dindar olduğu için bütün çocuklarını Kur’an okumaya ve namaz kılmaya teşvik ederdi.
8 yaşlarına gelince Batman’da Devrim İlkokuluna kaydedildi. Büyük ağabeyi Hacı Mehmet’in evinde kalan Hüseyin, kısa bir zamanda farklı bir öğrenci olduğunu çevresine hissettirdi. Sınıf başkanı oldu. Sınıf öğretmeni zekâsına hayran kaldı. Üçüncü sınıftan sonra ağabeyi onu ortaokula kaydetti. O zamanlarda okul çantası olarak tahtadan bir sandık kullanırdı. Onun kulpundan tutup okula giderdi. Elektrik yoktu, Hüseyin, gaz lambası ışığında ders çalışıyordu. Bazen o kadar çok çalışıyordu ki burnundan kan geliyordu. Kendisine “Neden bu kadar çalışıyorsun, biraz istirahat et” diyen ağabeyine “şimdi zorluk görmezsek sonra rahatlık görmeyiz, işe yönelmeliyiz, bize bir iş düştü mü onu yapmalıyız” cevabını vermişti.
Ortaokulda okurken her sene takdirname ile sınıfını bitirirdi. Bu yıllarda kendisine küçüklere vaaz verdiği gibi büyüklere bile bir şeyler söylemeye çalışırdı. Gençleri etrafında toplardı. Arkadaşlarını namaza teşvik ederdi. Tatilde köye gittiğinde köy çocuklarına okuma yazma öğretirdi. “Okuyun, sizler de bir şeyler öğrenin, namaz kılın, eğer namaz kılarsanız Allah diğer dünyada sizi yakmaz” derdi. Yaşı büyük adamlar onun için “baksanıza millete ne diyor, mollalar gibi insanlara vaaz veriyor” derdi.
Ortaokullu yıllarda köylerine yakın olan Şeyh Sultan Dağı denilen bir ziyaret vardı, kitaplarını koltuğuna alıp o dağa tek başına gider ve orada okurdu.
Ortaokulu bitirip girdiği sınavda Mardin’de lise okumayı hak kazandı. Mardin’de yatılı olarak okuyordu. Tatillerde köye geldiğinde daha bilinçli bir şekilde etrafına gençleri toplamaya başladı. Bazen başka köylere de gider ve geceyi oralarda geçirirdi. Gittiğinde de eline dini kitaplarını da alırdı.
O dönemde sol fikirli insanlar ile tartışmalara girerdi. Onlara Müslüman evlatları olduklarını ve namaz kılmaları gerektiğini anlatırdı. “Hz. Ömer gibi bir adalet gerçekleştireceğiz” derdi. Mücadeledeki azminden dolayı Batman’da artık kendisinden bahsedilen biri olmuştu. Babası bu durumdan endişelenir, onunla konuşmak amacıyla aile meclisini toplar. Kendisine “Oğlum! Sen daha çocuksun, ömrün 17-18 yaşlarındadır. Bu şekilde sana bakıyorum ki sen büyük şeyleri dava ediyorsun, insanlarla tartışıyorsun, sen iğne ile bir dağla uğraşıyorsun, devletten bahsediyorsun, devlet mi kuracaksın” deyince “Vallahi iğneyle bu dağla uğraşacağım, ulaşabileceğim yere kadar. Bitiremezsem, başka adamlar o iğneyle bu dağı deleceklerdir” cevabını verir. Sonunda “Hakkını da helal et baba, ben senin çocuklarının zekâtıyım” diyerek onu ikna eder. Babası “Yolun hayırlı olsun. Allah seni muvaffak etsin. Sen ve arkadaşlarınla Allah İslam’ı muvaffak etsin. Allah sizleri mahcup etmesin. Yolunuz açık olsun” diyerek dua eder.
Hüseyin, girmiş olduğu üniversite sınavında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni kazanır. Ankara’ya gider. 1980 darbesinden öncedir ve sağ sol çatışmalarının en yoğun olduğu, gençlerin açıktan Allah’ı inkâr ettiği, İslam ve Müslümanları alaya aldığı bir dönemdir. Siyasal Bilgiler Fakültesi, bu çatışma ve tartışmaların en çok yapıldığı bir merkezdi. Hüseyin, burada da durmaz ve hakkı haykırır. Öğrencilere Allah’ı tanımaları, baba ve dedeleri gibi namaz kılmalarını öğütler. Sol düşünceli öğrencilerle Allah’ın varlığı hakkında hararetli tartışmalar yapar. Bu dönemde sakal bırakır ve “Eğer ben sakal bırakmazsam başkasına bırak diyemem” der.
Üniversitede okurken Allah’ı inkar edenlerin çokluğu ve pervazsızlığı onu bunaltır. Bir çıkış yolu ararken Üstad Bediüzzaman’ı rüyasında kendisine yardım ederken görür. Bu rüya hayatında bir dönüm noktası olur. Risale-i Nur ile ruhu dirilir. Böylece davasına canla başla sarılır. “Müslümanlık ile ilgili kitaplar gördüm ve gönlüm ferahladı böylece bu kitaplara başlayarak davamda sebat ettim” der.
Hüseyin, okul tatillerinde memleketine döner ve gençleri İslam çatısı altında toplamaya çalışır. Mücadeleyle dolu üniversite hayatını bitirip Batman’a yerleşir. Artık kendisi için yeni bir dönem başlamıştır. İslam’ın yükünü omuzlayacak ve hayatı boyunca taşıyacaktır. Sistemli bir şekilde hizmetlerini itina ile yürütürdü. Şehir içinde yaptığı çalışmalarla yetinmez düzenli bir şekilde köylere de giderdi. Bir zaman sonra çevre il ve ilçelere de gitmeye başladı. Ortamın müsait olmadığını, biraz dikkatli olması gerektiğini söyleyenlere “Benim için korku yoktur, ben fedaiyim, ayıp değil midir korkalım” cevabını verirdi. Gerçekten de bir iğne deliği kadar bile fırsat bulsalardı din düşmanları onu vururlardı.
Hüseyin, insanları kendisine hayran bırakırdı. Sohbetini dinleyenler onun cazibesine kapılırdı. “Gerek ki İslam için çok gayretli olasınız” diyerek insanları da hizmet yapmaları için teşvik ederdi. İnsanlardan şu cevabı alırdı. “Malımızla, canımızla, ruhumuzla seninleyiz, bizden ne gelirse yaparız”
İslam yolu dışında dünya ve dünya malında gözü yoktu. Hep “İslam” derdi, “İslam varsa yeter” derdi. “Yiyeceğimiz bir lokma olsun yeter, dünya malı bir şey değildir. Yalnız İslam yolunda gayretli olun” derdi.
Hüseyin, biz ağabeylerine de ağabeylik yapardı. Keşke onunla beraber olsaydık da bedenimizi lime lime kesselerdi. O öyle bir insandı ki unutulacak adam değildir. Böyle İslam uğrunda kendisini feda edene senden sıkıldık mı denilir! Bize geldiğinde başımızın üzerine alırdık. Bazen benim dediğimi de yapardı. Ben de onu severdim o da beni severdi. Onunla iftihar ediyoruz. Kardeşimiz kötü bir yolda gitmedi, iyi yolda gitti. İsteseydi konsolos, bakan olabilirdi, istemedi.
Hüseyin’in misafirsiz geçirdiği bir günü olmazdı. Misafirleri her yerden gelirdi. Misafirsiz yemek yemezdi. Bulunduğu bir toplumda boş konuşmalara izin vermezdi. “Yanımızda bu şeyleri söylemeyiniz, dönemimizde bu şeyler bitmiştir, eski şeyler dönemimizde yoktur” derdi. Gündemi devamlı İslam’dı. Hep İslam’dan bahsederdi. Ona düşmanlık yapanlar bile onu saygıyla dinlerdi.
Çok okurdu. Mücadeleci biriydi. Kimseye taviz vermezdi. Çok cesaretliydi. Farklı fikirli insanlarla sürekli tartışır ve fikirlerini onlara kabullendirirdi.
“Tahminen elli sene dünyada kalacağım, ömrüm elliyi geçerse şehit olacağım” derdi.
Makam sahibi olmak istemezdi. Vali olması için kendisini sıkıştıran ağabeyine kızar “Benim davam farklı” derdi.
Hüseyin, İran’a da giderdi. İmam Humeyni ile dostluğu vardı. İmam Humeyni “Ben babanın nerede olduğunu bilseydim, babanın ziyaretine gelirdim” demişti. Çocukluğu ve gençliği böylece dolu dolu geçti. Allah rahmet etsin.
* Ağabeyleri Hacı Mehmet, Hacı Nuri, Hacı Seyfettin