Kur’an’ın, tertip sırası itibarıyla ilk suresi olan Fatiha’da “hamd, âlemlerin Rabb’i olan Allah’a aittir” buyrularak, hamdın tevhidle olan yakın ilişkisi belirtilmiştir. Yani hamde layık olanın sadece Allah olduğu, her varlığın sahibinin ve malikinin, her şeye sonsuz kudretiyle güç yetirenin yalnız Allah olduğu açıkça bildirilmiştir.
Kur’an’ın bildirdiği bu açık gerçekler karşısında, günümüz insanlığının hamd anlayışı değişik durumlar arz etmektedir. Bunları şöylece belirtmek mümkündür:
-Yalnız dil ile hamd edenler.
-Dil ile söyleyip kalp ile inanarak, hamdı yalnız Allah’a has kılanlar.
-Allah’a hamd etmeyi, dinî bir vecibe kabul etmeyenler.
vecibe kabul etmeyenler. İnsanların bir kısmı Allah’a hamd etmezken, bir kısmı da hamd konusunda gafil görünmektedirler. Günümüzde insanları Allah’a hamd etmekten alıkoyan pek çok sebepler vardır. Bunların başında “cehalet” ve “gaflet” gelmektedir. İnsanların, Allah’ın kendilerine verdiği sayısız nimetlere karşı hamd etmeyişleri, temelde bu iki sebepten kaynaklanır. Oysa Allah’ın nimetlerinde hamd, öncelikle o nimetleri bilmekle mümkün olur. Nimeti bilenler, bu nimetlerle Allah’a ibadet edilmesi gerektiğinin şuurunda olup, böylece Allah’a hamd edebilenlerdir.
Yine günümüzde bir kısım insanlar da, Allah’a hamd etmeyi “Allah’a hamdolsun” demekten ibaret saymaktadırlar. Bunu bir hamd zannederler. Oysa gerçek anlamda hamd, sahip olunan nimetleri Allah yolunda ve Allah’ın istediği şekilde kullanmakla olur.
Bütün varlıklarda Allah’ın bir nimeti vardır. Nimet mevcut olduğu gibi, belâ da mevcuttur. Belanın bulunmaması nimet; nimetin bulunmaması da bir beladır. İşte, Allah’a mutlak hamd, O’nun bütün nimetleri için olmalıdır. Bu da, her nimetin sahibi ve her şeyin maliki olan Allah’a, yine Allah’ın istediği şekilde hamd etmekle mümkün olur.
İnsan diliyle söylediği hamdı ve onun gerçek anlamını, kalbiyle de tasdik edince, bu hamd imanının kuvvetlenmesini sağlar. Allah’ı tek bir yaratıcı olarak tanıyıp hamdı sadece O’na tahsis etmek, insanın Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda yaşamasını sağlar. Ayrıca Allah’a hamd, Allah’ın rahmetinin ve nimetlerinin genişliğine imanı da ifade eder. Bu iman da Allah’a itimadı gerektirir.
Allah’ın her türlü nimetini gören günümüz insanı, O’na hamd etmesi gerekirken, aksine Allah’a şirk koşacak derecede sapıklık içindedir. Bunun en başta gelen sebebi de; Kur’an’ın getirdiği gerçeklerin ve bildirdiği hikmetlerin, akıl ve vicdanların ilham kaynağı olamayışıdır. Kur’an’ın ilâhî hükümlerine teslim olan akıllar, hakikati anlar, O’nun eşsiz hikmetinin sesine kulak veren vicdanlar ancak doğruyu bulurlar ve gerçeği görürler.
Hamd ruhları Allah’a bağlayan manevi bir bağdır. Gerçek anlamda hamd Allah’la kul arasında hiç bir engele müsaade etmez. İnsanı, yeryüzünde yaşarken Allah’a bağlı bir varlık haline getirir.
Hiç bir insan Allah’a hamd etmese bile O’ kendisini tesbih ve sena etmekte olan bu kâinatta, haliyle hamd edilmekte ve bütün mahlûkatın lisanıyla övülmektedir.
- İnsanların Allah’a muhtaç olduklarını, Yüce Allah’ın ise, her şeyden müstağni olduğunu, kimsenin hamdine Allah’ın ihtiyacı olmadığını, mutlak kudrete sahip Yüce Allah’ın, hiç bir konuda acze düşmeyeceğini ve her şeyin tek sahibinin Allah olduğunu günümüz insanı iyice kavramalı ve gerektiği gibi iman etmelidir.
Yüce Allah, insanlara yardımını bahşeder, rahmet ve keremini bol bol ihsan buyurur. Bu da O’nun lütuf ve kereminin sonsuzluğundandır. Hamdı yalnız Allah’a has kılmak, O’nun uluhiyetini idrak ederek, tek bir ilâh olduğunu ve ondan başka hiç bir ilâh bulunmadığını kabul edip inanmaktır. Varlıklar âlemine olan mutlak hâkimiyetini kabul etmek her şeyin en sonunda Allah’a varacağını idrak etmektir, ibadet ve salih amelle Allah’a yönelmek aynı zamanda Allah’a hamd etmektir.
Allah’ın, bütün mahlukatını kuşatan bu nimetleri, bilhassa insan oğlunu kucaklamaktadır.
Bunun içindir ki hayırlı her işin başında ve sonunda Allah’a hamd etmek, İslâmî tasavvur ve yaşantının vazgeçilmez kaidelerinden biri olmuştur.
Davamızın sonu Alemlerin Rabbi Allah’a hamd etmektir.