Edip:

  1. Güzel hasletleri kendinde toplayan, haddini bilen.
  2. Düzgün, güzel ve pürüzsüz söz söyleyen ve yazan, edepiyatçı.

-----------------------------

ELSAĞ:

Sin harfini peltek “se” okuyan kimse.

“Elsağ olan kimse, elsağ olmayana imam olup cemaatle namaz kıldıramaz. Başka harfleri doğru okuyamayan da, doğru okuyanlara imam olamaz. Harfleri doğru okuyan bir imama uyarak cemaat ile kılması mümkün iken, yalnız kılarsa, harfi doğru okumadığı için namazı kabul olmaz. Doğru olarak okuduğu bir ayet varsa, bunu veya böyle bir kaç ayet-i kerîmeyi ezberlemesi ve namazlarda, bunları okuması lazımdır.” (İbn-i Âbidîn)

----------------------------------

ELYESA' ALEYHİSSELÂM:

İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerden. İlyâs aleyhisselâmdan sonra peygamber olarak gönderilmiş ve Musa aleyhisselamın dinini yaymakla vazifelendirilmişti. İsmi Kur’an-ı Kerim’de bildirilmiştir.

Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de mealen buyurdu ki:

“(Yâ Muhammed!) İsmail'i, Elyesa'ı, Zülkifl'i de hatırla (kavmine anlat). Bunlar, hayırlılardan idiler.” (Sad sûresi: 48)

Genç iken İlyâs aleyhisselâmın duasıyla hastalıktan kurtulan Elyesa' aleyhisselâm, İlyâs aleyhisselâmdan Tevrat'ı öğrendi. Onun yanından ayrılmadı. İlyas aleyhisselâmdan sonra, Allahu Teâlâ tarafından peygamber olarak gönderildi. Azgınlık ve taşkınlık yapan İsrailoğullarını Allahu Teâlâ’nın dinine davet etti. İsrailoğulları, ona inanmadıkları gibi, kendi aralarında büyük anlaşmazlıklara düştüler. Allahu Teâlâ üzerlerine Âsurluları gönderdi. İsrailoğulları, Âsurlulara esir olup, zelil ve perişan bir hayat sürdüler. Elyesa' aleyhisselâm vefatına yakın, Zülkifl aleyhisselâmı yanına çağırıp, kendinden sonra onu yerine halife tayin etti. (Taberî-Sa'lebî, Kisâî)

----------------------------------

EMAN:

Korkusuzluk, emniyet, güven.

  1. Bir kimseye veya düşmana; söz, işaret veya yazı ile mal ve can güvenliğinin emniyet (güven) altında olduğunu bildirme.

“İltica edenlere eman vermekte bütün Müslümanlar eşittir. Halktan herhangi biri de bu hakka sahiptir. O halde kim bir Müslümanın ahdini (verdiği sözü) bozarsa, ona ihanet ederse, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Kıyamet gününde Allah onun ne farz, ne nafile ibadetlerini ne de tövbesini kabul eder.” (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)

  1. Müslüman olmayan bir kimsenin İslam memleketine girmesi için kendisine verilen müsaade, izin.

Müslümanlardan aldığı emanla, dâr-ül-İslam'a (İslam memleketine) gelen kâfir (Müslüman olmayan) bir kimse, burada yaşamakta olan zımmî (gayr-i müslim vatandaş) gibi korkusuz yaşar. Onun haklarına sâhip olur. (Serahsî)

-------------------------------

EMANAT-I MUKADDESE:

İslam dini ve tarihi bakımından büyük önem taşıyan, Peygamber Efendimize ve diğer din büyüklerine ait bazı mübarek şahsi eşya ve hatıralar. Mukaddes emanetler. Bunlar: Hırka-i Saadet, Seyf-i Nebevî, Nâme-i Saadet, Mühr-i Saadet, Dendân-ı Saadet, Lıhye-i Saadet, Nakş-ı Kadem-i şerîf, Sancak-ı şerîf, Teyemmüm taşı.

Emanat-ı mukaddesenin Osmanlı Devletine intikâli, geçişi Yavuz Sultan Selim Han’ın 1517 tarihinde Mısır'ı fethedip halife unvanını aldığı sırada oldu. Mısır'dan getirilen ve Suriye, Filistin, İran'dan toplanan diğer emanetler ve teberrükât eşyası da Topkapı Sarayı’nda önce iç hazineye kondu. Sonra Has odaya alındı. Hırka-i Saadet dairesi kurulunca, bunların saklanması ve bakımları özel usule bağlandı. (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)

Yavuz Sultan Selîm Han, Emanat-ı mukaddesenin muhafazasını kırklar diye bilinen Has odalılara vermişti. Kırk kişiden meydana gelen Has odalılar, Hırka-i Saadet dairesinde nöbet tutar, burada devamlı Kur’an-ı Kerîm okurlardı. (Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi)

---------------------------------

EMANET:

  1. Emin, güvenilir olmak. Peygamberlerde bulunması lazım olan yedi sıfattan biri.

“Peygamberler emindirler. Bir kimsenin malına ve canına hıyanet etmekten uzaktırlar. Asla emanete hıyanet etmezler. Peygamber olmadan önce de böyledirler. Sevgili Peygamberimiz, kendisine peygamberlik bildirilmeden önce de, Muhammed-ül-Emin lakabı ile tanınıyordu. Allahu Teâlâ, peygamberleri, hata ve günahtan emin kılmıştır.” (İmam-ı Kastalânî)

  1. Fıkıh ilminde, güvenilen kimseye bırakılan mal.

Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de mealen buyuruyor ki:

“Emanetlerine ve verdikleri söze riayet edenler, namazlarına devam edenler, işte onlar Firdevs Cennet'ine varis olacaklar ve orada ebedî olarak kalacaklardır.” (Mü'minûn sûresi: 8)

“Münafıkın üç alameti vardır: Yalan söyler, emanete hıyanet eder ve sözünde durmaz.” (Hadîs-i şerîf-Berîka)

“Allah yolunda savaşmak bütün günahları affettirir. Fakat emanete hıyaneti affettirmez. Emanete hıyanet eden kul, Allah yolunda ölse bile, kıyamet günü yakalanır; "Emaneti sahibine ver" denir. O da bunu yerine getiremeyeceği için Cehennemin derinliklerine atılır.” (İbn-i Mes'ûd)

-------------------------------

FÂCİR:

  1. Açıktan günah işleyen, haram ve günaha dalmış. Fasık.

Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de mealen buyuruyor ki:

“Kıyamet gününde nice yüzler vardır ki (dünyada iken geceleri ibadetle geçirmek veya alınan abdestler sebebiyle) parıl parıl parlar, (kavuştukları nimetlerden dolayı) güler ve sevinir (bunlar müminlerdir) . Nice yüzleri de o gün, toz-toprak, karanlık ve siyahlık kaplayacaktır. İşte bunlar, kâfirler ve fâcirlerdir.” (Abese sûresi: 38-42)

Tüccarların, pazarcıların çoğu fâcirdir. Alış-verişleri helal olmaz. Çünkü çok yemin ederek günaha girerler ve yalan söylerler. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Saadet, Zevâcir)

Allahu Teâlâ bu dini fâcir kimselerle de elbette kuvvetlendirir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

Âlimlerin dünyayı sevmesi ve ona düşkün olması, güzel yüzlerine kara leke gibidir. Böyle olan ilim adamlarının insanlara faydası olur ise de kendilerine olmaz. Dini kuvvetlendirmek, İslamiyet'i yaymak şerefi bunlara ait ise de, bazen kâfir ve fâcir de bu işi yapar. (İmam-ı Rabbânî)

  1. Kâfir.

Kur’an-ı Kerim’de mealen buyruldu ki:

“Fâcirlerin amel defterleri, Siccîn denilen yerdedir.” (Mutaffifîn sûresi: 7)

-----------------------------

FADÎLE:

Peygamber Efendimizin ahiretteki makamlarından biri.

“Muhammed aleyhisselâm, Peygamberlerin en üstünü, âlemlere rahmettir. On sekiz bin âlem O'nun rahmet denizinden faydalanmaktadır... Ahirette kendisine; Makâm-ı Mahmûd, Şefâat-i kübrâ, Kevser havuzu, Vesîle ve Fadîle adındaki makamlar verilecektir.” (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

--------------------

FADL:

  1. İhsân.

“Allahu Teâlâ, kullarına iyi olanı, faydalı olanı vermeğe, kimisine sevap, kimisine azap etmeye mecbur değildir. Asilerin, günah işleyenlerin hepsini Cennet'e koysa, fadlına yakışır. İtaat, ibadet edenlerin hepsini Cehenneme atsa, adaletine uygun olur. Fakat Müslümanları ve ibadet edenleri Cennet'e sokacağını, bunlara sonsuz nimetler, iyilikler vereceğini; kâfirlere ise, Cehennemde sonsuz azap edeceğini dilemiş ve bildirmiştir. O, sözünden dönmez.” (Kemahlı Feyzullah Efendi) “Eğer ezelde beni kulluğa Kabul ettinse fadl senin, nimet bana.” (Sinân Paşa)

  1. Üstünlük, fazilet.

 

Fadl-i Cüz'î:

Bir bakımdan üstünlük.

 

Fadl-i Küllî:

Her bakımdan üstünlük.

-------------------------

 

FAHİŞ FİYAT:

Piyasa fiyatının üstündeki fiyat.

“Esnafın hepsi fiyatları, fahiş olarak arttırdığı, millet zarar ve zulüm görür hale geldiği zaman, hükümetin, tüccarlara danışarak uygun bir narh yani kâr haddi koyması caiz olur.” (İbn-i Âbidin)

------------------------------------

FAHR-İ ÂLEM:

Âlemin kendisi ile övündüğü zât. Peygamber Efendimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan saygı ifadesi.

“Fahr-i âlem sallAllahu aleyhi ve sellem insanların en cömerdi idi. Bir şey istenip de yok dediği görülmemiştir. İstenilen şey varsa verir, yoksa cevap vermezdi.” (İmam-ı Ahmed Kastalânî)

“Fahr-i âlemin isimleri, halleri, Tevrat ve İncil'de yazılı idi. Yahudi ve Hıristiyanlar, teşrif etmesini, gelmesini bekliyordu. Fakat kendi kavimlerinden gelmeyip, Araplardan geldiği için kıskandılar ve O'na inanmadılar.” (Kastalânî)

--------------------------

FAHR-İ ENÂM (Fahr-ül-enâm):

Yaratılmışların kendisiyle övündüğü zât. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan hürmet ve saygı ifadesi.

“Gece-gündüz dilimde, salât-ü selâm, O mübarek ruhuna, ey Fahr-ül-enâm.” (Lâ edrî)

-------------------------------

FAHR-İ KÂİNAT:

Kâinatın kendisi ile övündüğü zât. Peygamber Efendimiz Muhammed aleyhisselâm için kullanılan saygı ifadesi.

“Fahr-i kâinatın sallAllahu aleyhi ve sellem mübarek yüzü ve bütün azaları ve mübarek sesi, bütün insanların yüzlerinden ve azasından ve seslerinden güzel idi. Mübarek yüzü, bir miktar yuvarlak idi. Neşeli olduğu zamanda, mübarek yüzü ay gibi nurlanırdı. Sevindiği mübarek alnından belli olurdu.” (İmam-ı Ahmed Kastalânî)

“Bir kimse, her işinde Fahr-i kâinata sallAllahu aleyhi ve sellem tabi olmazsa; kâmil, olgun mümin olmaz. O'nu kendi canından çok sevmezse, imanı tamam olmaz.” (İmam-ı Rabbanî)

-----------------------------------

FAHŞÂ:

Çirkin. Dinin ve aklın beğenmediği şeyler.

Kur’an-ı Kerim’de mealen buyruldu ki:

“Doğru kılınan namaz, insanı fahşadan ve münkerden her halde uzaklaştırır.” (Ankebût sûresi: 45)

“Muhakkak ki şeytan size fahşayı emreder.” (Bakara sûresi: 268)

“Namazı doğru dürüst kılmakla şereflenen kimse, fahşadan korunmuş olur. İnsanı kötülüklerden uzaklaştırmayan bir namaz, doğru namaz değildir; görünüşte namazdır. Bununla beraber, doğrusunu yapıncaya kadar, görünüşü yapmayı elden bırakmamalıdır.” (İmam-ı Rabbânî)

------------------------------

FAİL-İ MUHTÂR:

İstediğini yapan.

“Allahu Teâlâ fail-i muhtârdır. Hiçbir işi yapmaya mecbur değildir. Yaptıkları şey için de kimse O'na bunu niçin yaptın diyemez. Eski Yunan felsefecileri, akılları ermediğinden, Allahu Teâlâ’nın fail-i muhtâr olduğunu inkâr ettiler.” (Muhammed Ma'sûm)

“Ey Müslüman! İyi bil ki gördüğün, işittiğin her şey, meydana gelen bütün şeyler madde ve cisim, bunların özellikleri, akıllar, fikirler, düşünceler, gökler, yıldızlar, elementler ve bileşik cisimler yok idi. Hepsi fail-i muhtâr olan Allahu Teâlâ’nın istemesi ve yaratması ile var oldu.” (İmam-ı Rabbânî)

“Beled ve Şems sûresinin sekizinci ayetleri Allahu Teâlâ’nın insanlara maddî ve manevî kuvvet verdiğini iyi ve fena yolları ayırdığını ve yaptığı işin mesuliyetinin (sorumluluğunun) insana ait olacağını açıkça anlatmaktadır. Görülüyor ki, insan bir yönden fail-i muhtârdır. Bu sebeple her işinden dünyada ve ahirette mesuldür.” (Muhammed Ma'sûm)

----------------------------------

FÂİTE:

Gaflet, uyku, unutmak, hastalık, düşman korkusu gibi bir özürle kaçırılan farz veya vacip namaz.

“Özürsüz, tembellikle kılınmayan namazlara metrûkât denir. Namazı özürsüz vaktinde kılmamak büyük günahtır. Kaza etmekle bu günah af olmaz. Ayrıca tövbe etmek lazımdır. İslam âlimleri, Müslümanın namazını özürsüz asla terk etmeyeceğini, ancak dinde bildirilen bir özürle kaçırabileceğini nazar-ı itibara alarak, fıkıh kitaplarında kaza edilmesi gereken namazlara; metrûkât (terk edilen namazlar) demeyip, fâite (kaçırılan namazlar) tabirini kullanmışlardır.” (Alâüddin Haskefî, S.Abdülhakîm ArvAsi)

“Fâite namazları olan bir kimse, bunları kılacak güçte iken kılmamış ise, öleceği zaman, namaz borçlarının fidye (fakirlere belli miktarda para veya başka bir şey) verilerek iskât edilmesi (düşürülmesi) için vasiyyet etmesi lazımdır.” (İmam-ı Birgivî)

-----------------------------

FAİZ:

Ödünç vermekte, rehnde (ipotek yani ödenecek mal karşılığı olarak, bir malı, alacaklıda veya başka adil bir kimsede emanet bırakmada) ve alış-verişte, alıcıdan veya vericiden birinin ötekine karşılıksız vermesi şart edilen fazla mal, para veya menfaat. Ribâ.

Allahu Teâlâ, ayet-i kerîmelerde mealen buyurdu ki:

“Faiz yiyenler, Kıyamet günü mezarlarından, sara hastası gibi perişan kalkacaklardır.” (Bakara sûresi: 275)

“Allahu Teâlâ, faiz alan ve verenlerin mallarının hepsini yok eder. İzini, eserini de bırakmaz. Zekât verenlerin malını elbette artırır.” (Bakara sûresi: 276)

“Receb'in ilk Cuma gecesini ihya edene (ibadetle geçirene), Allahu Teâlâ kabir azabı yapmaz. Dualarını kabul eder. Yalnız yedi kimseyi affetmez ve dualarını kabul etmez: Faiz alan veya veren, Müslümanları aşağı gören, anasına-babasına eziyet eden, karşı gelen çocuk, Müslüman olan ve dinin emirlerine uyan kocasını dinlemeyen kadın, şarkı ve çalgıcılığı(menfi olanlarını) meslek edinenler, livâta ve zina edenler, beş vakit namazı kılmayanlar.” (Hadîs-i şerîf-Riyâd-ün-Nâsihîn)

“Daha fazlasını ödemesi şartı ile ödünç vermek faizdir. Yani böyle olan sözleşme haramdır. Haram anlaşma ile ele geçen malın hepsi haram olur. Mesela on iki kile ödemesi şartı ile on kile buğday ödünç verilse, alınan on iki kilenin hepsi haram olur. Faiz ile ödünç vermek ve almanın haram olduğu Kur’an-ı Kerim’de açık olarak bildirilmiştir...” (İmam-ı Rabbânî)

“İsrafın yani malı, dinin uygun görmediği yerlere dağıtmanın kötülüğünü gösteren delillerden biri de, faizin haram olmasıdır. Faiz alıp vermek büyük günahtır. Faizin haram olmasının sebebi, insanların malını alış-veriş yaparken ziyan olmaktan korumaktır.” (İmam-ı Birgivî)

“Son nefeste imansız gitmeye sebep olan şeylerden biri de, faiz alıp vermektir.” (Hamzâ Efendi)

“Faiz, yalnız İslamiyet'te değil, semavî dinlerin yani daha önce gönderilen hak dinlerin hepsinde haram idi. Faizin azı da çoğu da haramdır. En büyük günahlardandır.” (Muhammed Rebhâmî)

“Her menfaat getiren borç faizdir.” (Alâeddin Haskefî)