Gazeteci ve Yazar Dursun Gürlek'in ‘ayaklı kütüphaneler' diye tabir ettiği insanların, bize ilginç gelebilecek farklı hususiyetleri varmış.
Dursun Gürlek'in Kubbealtı Yayınları tarafından neşredilmiş olan Ayaklı Kütüphaneler isimli eseri, bize, hakiki kitap âşıklarını ve “ayaklı kütüphane”, “canlı kitap” gibi deyimlerin hakkını veren, kafasında kütüphane taşıyan, o zamanki Sahhaflar Çarşısı'nı çarşı yapan, kitapların kâdrini kıymetini en güzel bilen âlimleri anlatıyor.
Bu ‘canlı kitap'lardan kimler kaldı?
Bu kitabı geçen sene Bayezid'da düzenlenen, sırf Dursun Gürlek için gittiğim kitap fuarından almıştım. Allah'a hamd olsun ki, kendisiyle tanışma şerefine nâil oldum. Dursun Gürlek'in imzaladığı kitaplar ise şimdi kitaplığımda tatlı tatlı endâm ediyor. (Kimseye vermem!)
Daha kitabın önsözünde bahsedilen İbni Sina'nın ezbere kitap yazdırtan keskin zekâsına gıpta ederken, yemek yerken bile zamanı boşa geçmesin diyerek kitap okuyan Fahreddin Razi'ye hâyretler ediyoruz.
Sonra, ilim abidesi en büyük sözlük yazarımız Mütercim Asım'dan yıldızları konuşturan adam Hoca Tahsin Efendi'ye, “kitapların efendisi” Ali Emiri Efendi'den Sahhaflar şeyhi Muzaffer Ozak'a tanıdığımız/tanımadığımız nice ilim ve cevvâl zekâ sahibi kitap âşıklarının kısa fakat öz biyografilerini okurken “böyleleri de yaşamış” diyoruz içimizden. Her biri bir derya bu “canlı kitap” misâli âlimlerimiz hakkındaki bu kitapta anlatılan zevâtın bir kısmından tadımlık bahsetmek istiyorum. Belki hepimiz, hep birlikte kütüphanelere doğru ayaklanırız böylece, belli mi olur?
Ezberinden yazdırdığı kitapla aslı arasında hiçbir fark yoktu
İbni Sina kaçak olarak Isfahan'a gittiği sırada yanında hiçbir kitabı yoktur. Isfahanlı âlimler hâliyle onun en meşhur eseri olan “Kanun”u görmek isterler. İbni Sina “kitap yanımda yok ama ezbere yazdırabilirim” diye yanıtlar. Daha sonra Horasan'dan getirtilen asıl kitapla, ezbere yazdırdığı nüshâ karşılaştırılınca bir kelimenin bile eksik ya da fazla olmadığı farkedilir.
Bir kitabın kendisinde bulunmayan ikinci cildi için ta Yemen'e tayin istedi
Çocukluğundan bu yana topladığı bütün kitapları Millet Kütüphanesi'ne vakfeden Ali Emiri Efendi ise kafasında tam bir kütüphane taşıyan bir diğer “ayaklı kütüphane”miz. Kitaplarla ilişkisi hastalık derecesinde olan Ali Emiri Efendi, gündüzleri okuduğu yetmezmiş gibi, uyurken de gündüz okuduklarını tekrarlıyor ve hatta bu yüzden kimse yanında yatmak istemiyormuş. Evet, kitaplarla ilişkisi, kitaplara muhabbeti hastalık hâline dönüşen Ali Emiri Efendi'nin yoğun okuma temposu sağlığına zarar verecek boyuta ulaştığında doktoru kendisinden okumaya ara vermesini tavsiye ediyor. Emiri Efendi bunun üzerine istirahat için Mardin'deki dayısının yanına gidiyor fakat -adı üzerinde- kitap hastası değil mi, belli bir süre sonra dayanamayıp yine okumaya başlıyor.
Ali Emiri Efendi, bir kitabı elde etmek için gıkını bile çıkarmadan fedakârlık gösterir ve dolaştığı yerlerden sandık sandık kitaplar getirirmiş. Kendisindeki Arapça bir eserin –kendisinde olmayan- ikinci cildinin Yemen'de bir zâtta bulunduğunu öğrenince, derhâl tayinini Yemen'e istemiş. İstanbul'da kitap almak için bulunduğu yakadan diğer yakaya geçmeye naz edenlerin, üşenenlerin kulakları çınlasın.
Hatrı kalmasın, bu büyük kitap âşığı Emiri Efendi'nin ezberinde yüz bin beyit bulunduğunu da burada muhakkak size anlatmalıyım, herkes de öğrenmeli. Hayret etmek güzeldir; maksat, hayret edelim.
Kitap okurken çay, sigara içilmez
On bin cildi geçen kitaplarını belediye kütüphanesine bağışlayan Muallim Cevdet'in ise kitaba duyduğu aşk, kitaba gösterdiği hürmet bambaşka. Muallim Cevdet, kitap okurken, yazı yazarken, değil çay, tütün içilmesini bile uygun görmüyor, içenleri ise ikaz etmekten çekinmiyormuş. Bu tutumu abartılı bulan arkadaşlarımız muhakkak olacaktır. Eh ne diyelim, kitap âşığının hâlinden yine kitap âşığı anlar.
Sen önce şu Mızraklı İlmihal'i oku hele
Kitapların ve kitapçıların şeyhi Muzaffer Ozak ise ilim ve sohbet meclisine dönüşmüş kitapçı dükkânında, kimin hangi kitabı okuyacağına kendisi karar verirmiş. Şöyle ki, bir gün kapıdan içeri girip “Fusûsu'l Hikem var mı?” diye soran adama, “Al evlâdım, sen önce bir Mızraklı İlmihâl oku bakalım” diyerek cevap vermiş. Burada ilkokulu bitirmeden üniversiteye geçemediğimizi, daha dişimiz çıkmamışken et yiyemediğimizi hatırlayalım.
Dursun Gürlek, bu kitabı okumamızın neticesi olarak bizden ayağımızı kütüphanelere alıştırmamızı, kitap dünyasında ayaklanmamızı arzu ediyor.