Öncelikle şu sorudan başlayalım, editör ne demek?
Aslında en doğru tanımlama ile editör yerli yerine koymak, toparlamak manasındadır. Var olan bir çalışmayı inceleyerek yazarının anlatımından uzaklaşmadan onu fazlalıklarından arındırarak, eksikliklerini gidererek yayına hazır duruma getirmesidir.

Editörlük aslında sanıldığından çok daha fazla emek ve zaman isteyen bir alandır. Başarılı bir editörlüğün ilk adımı iyi bir okuyucu olmaktan geçer. Yazarın ve editörün konu veya tür seçme gibi bir lüksü yoktur. Eğer işin ehli olmak istiyorsa bir editör öncelikle sıkı bir okur olmayı hedeflemelidir.
 
Editörün görevleri nelerdir?
Editörün görevleri kısaca şöyle sırlamak mümkün:
1-Okuyucuya karşı sorumludur. Okurların bir kitap da redakte edilecek eser de arayacağı özellikleri tespit etmelidir.
2-İncelediği eseri yazan kişiye karşı sorumludur. Bu sorumluluğu yazarın üslubunun dışına çıkmayarak gözetmek zorundadır.
3-Yayınevine karşı sorumludur. Yayınevinin ilkelerinin dışına çıkmamalıdır.
4-Redakte ettiği eserin içeriğine yönelik değerlendirme yapmalıdır.
5-Eserin konusunun dönemine, konu ile ilgili verilen bilgilere hâkim olmak zorundadır. Bu yüzden eseri incelerken iyi bir araştırma yapmak zorundadır.
6- Editöryal değerlendirme sürecinde hiçbir etki altında kalmadan bağımsız olarak karar vermeli ve bu konuda yazara da güvence vermelidir.
7-Yazım ve imla kurallarını Türk dil kurumuna bağlı kalarak gerçekleştirmelidir.
 
Sizce bir yazarın eseri mutlaka bir editörün elinden geçmesi gerekiyor mu?
Yazmak belki de birçok insanın en çok sığındığı liman. Düşünün yaşıyoruz, sınanıyoruz. Dahası her tanıdığımız insan, her bulunduğumuz mekân bizlere bir şeyler fısıldıyor. Kalp hissediyor ama hissettiğini en çok kelam ile sonsuzlaştırabiliyor. Yazmak ve yazar olmak arasında ince bir çizgi var aslında. Okuma – yazma öğrenen her birey bir şeyler yazabilir. Lakin yazarlık yaş, ilim ile olgunlaşır fakat doğuştan bir insanın genlerinde ya vardır yahut yoktur. İşte var olanlar her engele rağmen kâinatta yazar olarak anılacak hikmete muhakkak erişeceklerdir. Yazar eserini yazarken bilgi, duygu dünyası ile yeni bir pencerenin kapısını açar okura dahası kendi varlığına da…

Fakat her eser muhakkak bir başka editörün elinden geçmelidir. Biz yazarken yaşıyoruz da bir başkası bizim yaşadığımızı ne kadar hissediyor, yazdığımız satırlarda gezinirken neyin eksikliğini hissediyor yahut hangi fazlalığın içinde boğuluyor? Bunu idrak edebilmek için muhakkak başka birinin gözetiminden geçmeli. Hatta mümkünse birkaç farklı kişinin incelemesinden geçerek en son bir editörün ciddi çalışmasından geçmelidir. Bunun dışında önemli olan bir detay daha var ki o da yazar yazarken eserin ruhuna büründüğü için yazım-imla kurallarını göz ardı edebilir, bunun içinde bir başka kişinin okuması önemli bir tedbirdir. Bence kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken bir yayıncılık ilkesi olmalı bir eserin editörün elinde geçmesi.
 
Kitap hazırlanırken hangi aşamalardan geçiyor?
Öncelikle yazar tamamladığı eseri yayınevine gönderir. Yayınevi önüne gelen eseri genel yayın yönetmeni, editör olarak incelemeye alır. Eserin yayınlamaya değer olup olmadığını inceler. Eğer risk alınmaya değerse yazar ile sözleşme yaparak eser editör eline teslim eder. Editör üzerinde çalıştığı eseri, yazarı ve yayınevi ile istişare ederek hazır hale getirir. Daha sonra eserin düzenlenmesi tamamlandıysa kitap mizanpaja girer. Aynı anda eser için grafiker editör ile paralel çalışarak kapak çalışması yapar.
 
Bu işlemleri tamamlanmış olan eserin baskıya girmesi için yayınevi kitabın biçimini, boyutunu, kaç adet basılacağını ve kullanılacak kâğıdın kalitesini belirleyerek baskıya verir. Kitap baskıya hazırlanırken yayımcı basılacak kitap sayısına göre, istenen boyut ve kalitede kâğıt satın alarak basımevine gönderir. Bu arada basımevinde dizilmiş olan kitabın "prova" adı verilen ilk baskıları yapılır. Kitabın yazarı provaları okuyarak dizgi yanlışlarını düzeltir, bazen gerekli gördüğü değişiklikleri ve eklemeleri de provalar üzerinde yapar. Düzeltilmiş provalar yeniden basımevine gönderilir, provalardaki düzeltmelere uygun olarak sayfa kalıplarında düzeltmeler yapılır. Bir kez daha prova baskıdan sonra yayımcı ve yazar kitabın yanlışsız olduğu kanısına varırsa baskıya geçilir.
 
Genellikle bir tabaka kâğıdın bir yüzüne kitabın 8 sayfası birden basılır. Aynı tabaka basım makinesinden ikinci kez geçirilerek, kâğıdın öteki yüzüne 8 sayfa daha basılır ve 16 sayfalık bir forma elde edilir. Daha büyük makinelerde 16`nın katları olarak 32 ve 64 sayfa basılabilir. Baskıdan çıkan kâğıt tabakasının katlanarak forma yapılmasına "kırma" denir. Kırma ve sonraki işlemler ciltçi de yapılır. Sırayla üst üste konarak dikilen formalara yayımcının seçmiş olduğu renk ve biçimdeki kapaklar takılarak kitap tamamlanır.

Ders kitapları dışındaki kitapların çoğunun üzerine hem cildi korumak, hem de kitaba çekici bir görünüm vermek amacıyla renkli kâğıt ceketler geçirilir. Bu aşamalardan geçen eser daha sonra dağıtım anına kadar depolarda bekletilir. Ve genellikle dağıtım işini dağıtım şirketleri ile anlaşarak yayınevi kitabın okurlara ulaşmasını sağlar.
 
Bir kitabı yayımlamanın en zor yönü sizce neresi?
Bu soruya tek bir cevap vermek mümkün değil. Çünkü bir eser yayınlamanın 3 önemli şahsı vardır: yazar, yayıncı ve editör. Üçünün de açısında bakarak bu soruya cevap verilmelidir. Bir yazar eseri yazarken belirli bir zaman dilimini tamamen eserin ruhuna bürünerek geçiriyor. İnanılmaz bir beyin enerjisi ve duygu yoğunluğu yaşıyor. Uykusuz kalıyor, yoğun bir tempoya giriyor ve tüm ümidini bu esere bağlayarak bir doğum gerçekleştiriyor. Yazar olmak mesele değildir; eğer ortada bir eser ve bir okur yoksa yazarlık tek başına mana taşımaz. İşte bu yüzden eserini kendi evladı gibi görebilecek ve sağlıklı koşullarla yayına hazırlayarak dağıtımını gerçekleştirecek bir yayınevi bulmalıdır.
 
Editöre gelince belki de bu üç kişiden en önemsizi gibi gelebilir kulağa. Oysa aslında en çok zorlanacak olandır. Ciddi bir editörlük yapmak isteyen editör Yayınevi ilkelerini, Yazarın üslup ve duygu dünyasını ve okur kitlesinin gereksinimlerini bilmeli ve üçünü de gözeterek eseri incelemek zorundadır. Üstelik bunu yaparken kendi duygu ve bakış açısının da çok fazla tesirinde kalmadan objektif olmak zorundadır. Bir yandan yayınevindeki konumunu korumaya çalışırken öte yandan yazara kendi ağırlığını kabul ettirmek zorundadır.

Ve yayınevi hiç tanınmamış bir yazarın yahut çıkış yakalayamamış bir yazarın eserini yayınlarken büyük bir risk almaktadır. Bu riskle eseri yayınlama süreci içerisinde yazar memnuniyeti ve eseri ciddi hazırlama sürecinin gerekliliklerini yerine getirme koşuşturması içerisinde bir de piyasaya eseri kabul ettirmek durumunda kalmaktadır.

Sanırım en çok maliyet önemli bir faktör oluyor. Çünkü eseri hazır hale getirme sürecindeki kapak, mizanpaj, redakte, baskı, dağıtım ve tanıtım gibi önemli aşamalar maliyet sorunu çekmeyen yayınevlerinde daha sağlıklı ilerliyor… Çok acı ama sanat ve duygunun kelam ile buluştuğu nokta da ekonomik güç çok önemli!
Teknolojinin zirve yaptığı bir çağda kitap yayımlamak daha kolay diyebilir miyiz?
Geçmiş yıllara bakılırsa tabi ki teknolojinin gelişmiş olmasından dolayı bir eser yayınlamak ve dağıtımını yapmak, tanıtımını gerçekleştirmek geçmişe nazaran kolay. Fakat doğru zamanda doğru yayınevi ile doğru yazarın buluşması çok da kolay değil. Yıllarca eserini yayınlatamayan yahut kendi imkânları ile eser yayınlayıp pek de istediği noktaya ulaşamamış yazarlar az da değil. Bir yayınevi için de günümüz şartlarında rakipleri ile mücadele halinde yayın işi yapmak sanıldığı kadar kolay değil.
 
Bir kitabın ilgi görmesinde yazar mı yoksa Yayınevi mi daha önemli?
Bir esere ruh veren, o eseri ete ve tırnağa büründüren yazarın kendisidir. Aslında konu seçiminden, üsluba kadar yazar eserde kendini yansıtır. Hatta şöyle demek bile doğrudur; yazar ister kurgu çalışması yapsın isterse bilindik bir dönemi yahut önemli bir şahsiyeti esere dönüştürsün satır aralarında söz ettiği kişi kendisidir. Bu yüzden her şeyden ve herkesten önemlisi Yazarın kendisidir…

Kalite yazarın ruhunda gizlidir. Dış çevre, eğitim vs. gibi durumlar sadece o ruha teknik açıdan bir şeyler katar. Yazanı yazar kılmaz… Oysa ruhu donanımlı olan alnında yazar mührü taşıyan yazan ne olursa olsun keşfedilecektir… Kabul görecektir. Ve kabul görene kadar da taşlanacaktır. O yüzden bir eserin ana öznesi yazanıdır.

Fakat yazarın kalitesini yansıtabilmek için de yayınevinin de işini ciddiye alması ve aşk ile yapması çok önemli… Tanıtımdan kaçan, eserin baskıya hazırlanmasında ciddi eksiklikler yaşatan bir yayınevi yazarın kalitesine de kendi kalitesine de zarar verir.
 
Yayımlamayı düşündüğünüz kitaplarda Kur’an ve Sünneti temel alıyor musunuz?

Kur’an ve Sünnet hayatın her alanında dikkate alınması gereken en önemli iki husus. Kur’an insanlığın anayasası, sünnet ise o anayasanın uygulama kılavuzudur. Her şeyden önce bu hayatın içinde aile çocuk eğitiminin ilk adımında, daha sonra ikinci eğitim alanı olan öğrenim hayatımızda ve daha sonra da yönetim şeklimizde bu iki hususu göz ardı edersek yaşamın diğer alanlarında uygulamak da kolay olmayacaktır. Ve çağımızda buna uyulduğunu pek de söyleyemeyiz. (Bunu üzülerek dile getirmek zorundayım.)

Şimdi gelelim sorunuzun asıl cevabına… Bence her şeyden önce yazarın bu ilkleri gözeterek eser hazırlama arzusu olmalı, bunlara dikkat ederek yola çıkmalı ve kelam ilmine bu iki hususun ışığında hizmet etmeli. Daha sonra yayınevi bu durumu önemsemeli… İlke edinmeli. Edindiği takdir de insanlığa kaliteli, adalet ve iman ışığında eserler kazandıracaktır.
Ben yazarlık ve editörlük hizmeti verirken bu iki hususu asıl amaç ediniyorum. Fakat yayınevi sadece dini ve tarihi eserler yayınlamıyor. Tabi ki yaşamın içindeki her alan ile ilgili eserlere kapı aralıyor. Yine de İslam dinine aykırı olan çalışmalara genel olarak yer vermemeye özen gösteriyor.
Peki, Konya’da yayıncılık da zorluk yaşıyor mu?

Evet, en çok mali açıdan ayak da durmak da zorlanıyor. Ve ikinci olarak da merkezi bir şehir olmamasının etkisi ile de eseri piyasada ses getirecek bir tanıtım yapmak da zorluk çekiyor. Bu da bir eserin tutunmasında sorun oluyor.
Yayınevi, yazarından ücret karşılığı eser yayınlıyor mu ve yayınlamasını nasıl karşılıyorsunuz?

Günümüzde birçok yayınevi popüler olmayan ya da eserleri olan ama atak yapamamış yazarlardan yayınlayacakları yayın maliyetine destek olmalarını sunan teklifler yapabiliyor. Bazen yazar bunu normal karşılıyor bazen de bunu şahıslarına karşı yapılmış bir hakaret olarak algılayabiliyor. Fakat okurun az yazanın çok olduğu bir dönem de yayıncılık yapmak da çok kolay değil.

Tanınmamış bir yazarın ya da eserleri olup da bir okur kitlesi oluşturamamış yazarın eserini yayınlama riski her zaman kolay alınamıyor. Yayınevimiz genel olarak her riski alarak kitap basımı yapıyor. Fakat eser sayısı arttıkça maliyette artıyor. Zor duruma düşmemek için yazardan da cüzi miktarda sözleşme yapılarak baskıya destek isteniliyor. Bu da zaten kitap piyasa da yer ederse fazlası ile yazarına dönecektir. Basıldıktan sonra yazara getiri olarak kısmen de olsa dönüyor. Yazarların da bu durumu zor da olsa anlayışla karşılamaları gerekiyor.

Bu döneme kadar kaç eser verdiniz ve bu eser istediğiniz noktada mı?

Ben aynı yayınevinden 3 farklı konuda eser verdim. Okurlar açısından, ciddi okuyan samimi, eserimi kendi eseri gibi benimseyen okurlarım var. Benim aslında en büyük tesellim bu. Çünkü bu işi yapmak oldukça zor, üstelik aynı işi yapan insanlar da size her zaman samimi olmuyor. Dolayısıyla yazan olmak zor, yazan iken redakte yaparak bu işin içinde olmak 2 kat daha zor ve bu zorluklar ile beraber sistemli çalıştığınız bir yayınevinin içinde bulunmanız çok daha fazla zor… Ama bunca zorluğun içinde eserlerinize yürek değdiren ve size sahip çıkan bir yayıncınız var ise zorluklarınıza tebessüm ediyorsunuz. Sonuç da bizim işimiz yazmak gerisi teferruat… Eserlerim yaşıma, yayınlanma sürecine rağmen iyi bir noktada. Mutlaka daha iyi eserler ile okurlarıma ulaşacağım.
Son olarak kitap okurlara ne demek istersiniz?

Özellikle söylemek istediğim şey şu: okur olmak belki de yazar olmaktan çok daha önemlidir. Yazar yazma serüveni boyunca anlaşılmayı, hissettiklerinin hissedildiğini hissetmek istiyor. Bir eseri ve okuyanı olduğu zaman anlam kazanıyor yazan olmak. Ve ancak yazdıkları hissedildiği, kendinden başkasının ona dokunduğunu hissettiği zaman gerçek bir yazar olma noktasında ilerlediğini anlayacaktır.

Okumak Allah’ın ilk emirdir. Kendimizi beslememizin en keskin yoludur. Son dinin en önemli müjdesi Kur’an’dır. Kelamın kıymetinin de en büyük delilidir. Okuyalım ki öğrenelim, hissedelim, beslenelim. Diğer canlılardan farkımız olsun. Sadece yazmak tek başına anlamlı değildir. Bizler kaliteli bir okur olmayı başardığımız zaman bu ülkede daha seçici yayıncılık hizmeti verilecektir. Dahası yazarlık ayrıcalık olmaya başlayacaktır. Çünkü kaliteli okur kaliteli yazar seçecektir. Son olarak bu röportaj için Doğruhaber Gazetesine, Ziya Bey’e ve onun şahsında herkese teşekkür ederim. Tüm okurlara Rabbimizin ışığında bir ömür ve baki selam ve dua dileklerimle bitiriyorum.

Rabbim yar ve yardımcımız olsun… Es-selamunaleyküm…