Cezaevlerinde bulunan mahkûmların sayısı 300 bini geçti. Bu sayı toplam cezaevi kapasitelerinin çok üzerinde olduğu için hükümet tarafından yeni bir af yasa tasarısı gündeme getirildi. Bunun yanında dünyayı etkisi altına alan Coronavirus (Covid-19) salgınının herkesi tedirgin ettiği bugünlerde yeni bir örtülü af teklifi tekrar gündeme geldi.
Yeni af yasası tasarısını yaptığı yazılı bir basın açıklamasıyla değerlendiren MAZLUMDER, af kavramını kullanmamak için üçüncü yargı paketi içerisinde "infaz indirimi" ve "şartlı tahliye" adı altında affın gündeme getirildiğini söyledi.
"Mağduriyetleri yok sayan bir affın gelmesine karşıyız"
Bahse konu örtülü af düzenlemesi ile hem infaz indirimi yapıldığının hem de denetimli serbestlik sürelerinin artırılarak kapsam içine alınacak suçlar yönünden ciddi bir avantaj sağlandığını hatırlatan MAZLUMDER, şunları kaydetti:
Düzenleme ile adli suçların infazı kalıcı olarak yarıya indirilmekte, bir yıl olan denetimli serbestlik süresi ise bir sefere mahsus 3 yıla çıkarılmaktadır. Düzenleme kamuoyuna yansıdığı şekilde yasalaşırsa, 9 yıl ceza alan ve kapsam içinde kalan bir adli mahpus 1 ay kapalı cezaevinde tutulduktan sonra açık cezaevine nakledilecektir. Ancak soyut gerekçelerle örgüt üyeliğinden 6 yıl 3 ay ceza almış bir kişi kapalı cezaevinde en az 3 yıl 8 ay tutulmaya devam edecektir. İlkesel olarak kişilere karşı işlenen suçlar yönünden cezasızlığa yol açan, mağdurun hislerini yok sayan, ihkak-ı hak ve öç duygularını depreştiren af ya da bu anlama gelecek düzenlemelere karşı olduğumuzu vurgularız.
"Lüzumu halinde bir masum hatırına yüzlerce mücrimi göz ardı etmek de temel değerlerimizdendir"
Af yetkisinin suçun mağdurunda ya da mağdurun yakınlarında olduğu ve devletin kişilere karşı işlenen suçları affetme yetkisinin olmadığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın devletin ancak kendisine yönelik suçları affedebileceği şeklinde konuştuğu hatırlatılan açıklamada, "Maalesef Türkiye'nin bir gerçeği olarak yaşanan yoğunluk, fiziki şartların yetersizliği, salgın hastalık tehdidinin geldiği boyut, cezaevlerini hürriyeti bağlama dışında farklı cezalar da üreten bir noktaya getirmiştir. Yine yargılama pratikleri açısından adli dosyalar yönünden de ciddi adil yargılanma ihlalleri yaşandığı ve suçsuz olduğu halde ceza alan insanların azımsanamayacak düzeyde olduğu da bir gerçeğimizdir. Lüzumu halinde bir masum hatırına yüzlerce mücrimi göz ardı etmek de temel değerlerimizdendir. Yine dünyanın bir gerçeği olarak bir cezalandırma aracı olarak cezaevinin sanayileşme ve ulus devlet adına bütün dünyada yaygınlaşmış, insan fıtratına aykırı, cezalandırmanın hiçbir amacına uymayan bir yönü olduğu da yadsınamaz. Bütün bu sebepler ve daha onlarcası göz önünde bulundurulduğunda bir ceza çektirilecekse de bunun mevcut haliyle cezaevlerinde devam ettirilemeyeceği ortaya çıkmış bulunmaktadır." denildi.
"Köklü sistem değişikliği 24 Haziran seçimleri sonrasında fiilen de hayata geçmiştir"
Mevcut paketin Türkiye yasama ve yargı pratiği açısından alışıldık bir eşitsizlik ve adaletsizlik örneği olacak şekilde sadece vatandaşa karşı işlenen suçları kapsam içine alındığı belirtilen açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi:
Devlete ve özellikle resmî ideolojiye karşı işlenen suçlar kapsam dışında bırakılmaktadır. Covid-19 salgını çerçevesinde tekrar gündeme gelen infaz indirimi, şartlı tahliye ya da af düzenlemesinden siyasi mahpusların yararlandırılmayacağı yönündeki haberler, eşitlik ilkesine ve devletin ancak kendisine karşı işlenen suçları affedebileceği yönündeki temel ilkeye aykırı, adaletsiz bir düzenlemeyi işaret etmektedir. Türkiye'de 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleşen referandum sonrasında köklü bir sistem değişikliği yaşanmış ve 24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleşen seçim ve sonrasında bu sistem değişikliği fiilen de hayata geçmiştir.
"28 Şubat, DGM ve paralel yargı süreçlerinde hukuk bir silah olarak kullanıldı"
Bu kadar köklü değişikliklerin ve gerek 28 Şubat'ın brifingli yargı süreçlerinde gerek DGM süreçlerinde gerekse paralel yargı süreçlerinde hukukun silah olarak kullanıldığına ilişkin oluşan netliğin bir gereği olarak yargı alanında ve özellikle cezaevlerine yönelik birtakım düzenlemelerin yapılması gerekirdi. Yine 15 Temmuz darbe girişimi sonrası OHAL şartlarında yapılan örgüt yargılamalarında da ciddi adil yargılanma sıkıntıları olduğu görülüyordu. 28 Şubat mahpuslarının bir kısmıyla ilgili bir takım olumlu gelişmeleri saymazsak, siyasi yargılamalardaki adaletsizlikler konusunda halen köklü bir adım atılabilmiş değilken, çıkarılması planlanan örtülü af kanununda da bu hususun göz ardı edilmesi açık bir hukuksuzluktur."
"Bir af kanunu çıkarılacaksa eşit ve adil bir içeriğe sahip olması gerekir"
Yaşanan değişimin ve yargının dünden bugüne değişmeyen işleyişine ilişkin oluşan netliğin bir gereği olarak, özellikle devlete ve resmî ideolojiye karşı işlenmiş ya da işlendiği iddia edilen suçlar yönünden ciddi bir düzenleme yapılması gerektiği belirtilen açıklamanın sonunda ise şu ifadelere yer verildi:
"Özellikle örgüt üyeliği, örgüte yardım, propaganda gibi suçlar ile olağandışı dönemlerde siyasi saiklerle gündeme getirilen anayasal düzene karşı suçlar yönünden insanların çok basit ve soyut gerekçelerle cezalandırıldığı ve infaz koşul ve sürelerinin zaten oldukça ağır olduğu bir vasatta yaşadığımız da ortadadır. Bunlar yönünden dile getirdiğimiz kapsamlı yeniden yargılama talepleri de ciddi bir karşılık bulmamıştır. Kişilere karşı işlenen ve içerisinde uyuşturucu imalatı ve ticareti, çete kurma ve yönetme gibi suçların da bulunduğu bir kısım adli suçların af bağlamında tekrar gündeme getirilmesi karşısında, asıl olanın cezaevlerini boşaltmak değil, adil bir yargı zemini inşa etmek ve mağduru da tatmin edecek adil bir infaz sistemi kurmak olduğunu bir kez daha vurgulayarak bir af kanunu çıkarılacaksa bunun ayrımsız, eşit ve adil bir içeriğe sahip olması gerektiğini vurgularız." (İLKHA)