İdlib saldırısı sonrası hükümetin, "Avrupa'ya gitmek isteyen mültecileri durdurmama" kararıyla birlikte binlerce mülteci Yunanistan sınırına akın etmeye devam ediyor.

Daha iyi bir yaşam için Avrupa'ya gitmek isteyen mülteciler, Yunanistan askerleri tarafından plastik mermi, göz yaşartıcı gaz, botların batırılmaya çalışılması gibi sert müdahalelerle karşılaşıyorlar. Hayat ile ölüm arasında ince bir çizgide kalan mültecilere yapılan müdahale sonrasında bir genç ve bir çocuk hayatını kaybetti.

Avrupa'ya geçebilmek için sırtlarına aldıkları küçük bir çanta ile sınıra giden on binlerce mülteci, soğuk havada yaktıkları ateşle ısınmaya çalışıyorlar. Islak zeminde, çadır ve battaniye olmadan uyumak zorunda kalan mülteciler, aynı zamanda gıda ve temizlik malzemesine de ihtiyaç duyuyorlar.

 

Yaşanan insani dramı yerinde görmek için sınıra giderek gözlem yapan ve raporlar hazırlayan Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı Av. Abdullah Resul Demir, Türkiye'de faaliyet gösteren yardım kuruluşlarıyla birlikte uluslararası kuruluşlarının yapmaları gerekenleri İLKHA muhabirine anlattı.

27 Şubat tarihinde idlib'de TSK'ya yapılan saldırı sonrasında, Türkiye'nin göçmenleri durdurmama kararı almasının bazı kesimler tarafından olumsuz karşılandığını belirten Demir, Hükümetin aldığı kararın gerekçesini şu şekilde aktardı:

Türkiye'de 4 milyona yakın Suriyeli var. İdlib sınırında kamplarda kalan 2,5 milyon kişi var. Bu kişilerin Türkiye'ye girme hususunda bir baskı yaptığı görülüyor. Türkiye içerisinde de halkın ister istemez bir tepkisinin olduğu gözlemleniyor. Bu tepkiler sebebiyle, Türkiye'nin daha fazla sorumluluk alamayacağı ve Avrupa'nın da sorumluluk alması gerektiğinden kapıların açıldığı söyleniyor.

"Türkiye mültecileri korumada ciddi bir sınav verdi "

Karar sonrasında Türkiye'nin sorgulandığını ancak dernek olarak olaya tamamen bağımsız baktıklarını vurgulayan Demir, "2012 yılından bu yana Suriyeliler Türkiye'ye giriş yapıyorlar. 2013 yılında kurulan bir dernek olarak olayı başından beri gözlemliyoruz. Göç idarelerini kurması, işlemleri tamamlaması ve her geçen gün yabancılara Uluslararası Koruma Kanunu'nu uygulamaya başlamasıyla gerek Suriyelileri gerekse diğer mültecileri koruma konusunda Türkiye ciddi bir sınav verdi. Bu sınavı iyi niyetle de çözmeye çalışıyor." dedi.

Son bir buçuk yıldır kamuoyunun Suriyelilere bakış açısını değiştirme hususunun siyasi olarak kullanıldığını ve halkın büyük bir kesiminin doğru ya da yanlış tüm mültecilere tepki göstermeye başladığını hatırlatan Demir, yaşanan olumsuz durumdan ötürü hükümetin de çok sıkıntı yaşadığını söyledi.

"Yunanistan'ın tavrı insan hakları ihlalidir"

Demir, "İdlib'de oluşan durum, kamuoyunda baskıyı arttırdı. Bu da kapıların açılmasına sebep oldu. Ancak bu durum da beraberinde farklı sıkıntıları getirdi. Geçtiğimiz günlerde sınıra bir ziyarette bulunduk ve hala bir ekibimiz orada. Sürekli olarak raporlar hazırlıyoruz. Raporlarımızı güncelleyerek kamuoyunu bilgilendirmeye çalışıyoruz. Oradaki insanlar, Yunanistan sınır kapısını zorladıkça askerlerin kendilerine plastik mermi kullandığı, tazyikli su fışkırttığı ve göz yaşartıcı gaz kullandığını gözlerimizle gördük. Bu kabul edilemeyecek bir insan hakları ihlalidir. Bu insan hakları ihlalinin bir an önce giderilmesi gerekiyor." diye konuştu.

"Başka çareleri olmadıkları için hemen kapılara koştular"

Sınır kapılarının açıldığına ilişkin yapılan açıklamanın ardından insanların apar-topar hazırlıksız bir şekilde sınıra gittiğini ve gıda, temizlik, çocukların ihtiyacı olan süt, bez gibi temel ihtiyaçlardan yoksun olduklarını söyleyen Demir, şöyle konuştu:

İnsanlar ıslak zeminde uyuyor, yaktıkları ateşle ısınmaya çalışıyorlar. Burada bulunan insanların büyük çoğunluğu kadın ve çocuklar. Yaşları 0-12 arasında değişen çocuklar var. Burada bir insani dram daha yaşanıyor. Gidip gördük. Oradaki insanların kimler olduğunun tespitini yapmaya çalıştık. Orada sadece Suriyeliler yok. Burada, Türkiye'nin durumunu bir kez daha gözlemleyebiliriz. Türkiye içerisinde sadece Suriyeli mülteciler yok. Afganlar, Türkmenistanlılar, Somalililer, Doğu Türkistanlılar, Mısırlılar var. Hepsi oradaydı ve Avrupa'ya gitmek istiyorlardı.

Demir, "2013 yılından bu yana ne zaman bir mülteciye dokunsak ne yapmak istediğini sorsak hep hayallerinin Avrupa'ya gitmek olduğunu söylüyorlar. Çünkü savaştan kaçıp gelmişler. Savaş sonrasında veya daha önce Avrupa'ya giden akrabalarının oradaki durumu onlar için mutluluk verici. Belli bir hukuki statü almışlar. Ancak Türkiye'de gerek Suriyeli gerekse diğer mültecilere tam anlamıyla verilen bir statü yok. Gelecekte ne olacaklarına dair hiçbir fikirleri yok. Bu belirsizliği, çocuklarını okula gönderirken, yatırım yaparken, çalışırken vs. her türlü işte yaşıyorlar. Bunun sağlamasını bir kez daha gördük. 27 Şubat gecesi saat 24.00'de, kapıların açıldığı duyurulur duyurulmaz ertesi sabah hemen oradalardı. Çünkü bu insanlar Türkiye'de belli standartlarda yaşayan insanlar değil, bir boşluğun içerisinde yaşayan insanlardı. Başka çareleri olmadıkları için hemen kapılara koştular. Şimdi de ne yazık ki, kapılardan içeri giremiyorlar." ifadelerini kullandı.

"Uluslararası kurumlar bir araya gelerek mülteciliği doğuran sebepleri ortadan kaldırmalıdır"

Hukuki olarak her insanın seyahat etme hakkının olduğunu, başka bir yere gitmek istediklerinde önlerinin açılması gerektiğini hatırlatan Demir, "Burada yapılması gereken, Avrupa'nın kapıları açmasıdır. Zaten yıllardır Avrupa, çeşitli bahanelerle mültecileri içlerine almıyor. Birleşmiş Milletlerin açıkladığı rakamlara göre, dünya üzerinde 70 milyon 500 bin kadar mülteci var ve bunların çoğu Müslüman kökenli. Onlar da yapılarının bozulmaması için çoğunluğu Hristiyan olan toplumlarının içerisine Müslümanları sokmak istemiyorlar. İkinci bir çekinceleri de ekonomik sebepler. Daha önce aldıkları da kalifiye elemanlardı. Üçüncü olarak kültürlerinin bozulmasından korkuyorlar. Biz de bu sahip oldukları bakış açılarını bir tarafa bırakarak, taraf oldukları uluslararası sözleşmeler kapsamında, içlerinde kadın ve çocukların olduğu mültecileri insani bir bakış açısıyla ülkelerine kabul etmek zorunda olduklarını düşünüyoruz. Yunanistan'ın yaptığı insan hakları ihlalinin bir an önce giderilmesi lazım. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, NATO ve bağlı ülkeler bir an önce bir araya gelerek öncelikle mülteciliği doğuran sebepleri ortadan kaldırmak için çalışmalıdır." şeklinde konuştu.

"Cenevre Sözleşmesi'nin yazılmasına öncülük eden ülkelerin kanunları görmezden gelmesi kabul edilemez"

1951'de "Cenevre Sözleşmesi" ile dini, dili, ırkı fark etmeksizin savaş sebebiyle ülkelerinden göç etmek zorunda kalan ve ülkesine dönemeyecek olanların mülteci olarak kabul edilmesi gerektiğine ilişkin kanunların bulunduğunu vurgulayan Demir, "Biz Avrupa'da mülteci olmadığını söylemiyoruz. Onlar Türkiye'den daha tecrübeliler. Türkiye'de bulunan 4 milyon ve İdlib sınırında olan 2,5 milyon insanın yükünü tamamen Türkiye üzerine bırakırsanız yanlış yapmış olursunuz. Gerek Türkiye gerekse başka ülkelere yaptırım olarak uygulanan 'İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi' var. İnsan hakları ihlallerinin temelleri de oraya dayanır. Bu temellerde; seyahat hakkı, yaşam hakkı, konut edinme, eğitim ve tedavi görme hakkı vardır. Bunlar belli ülkelere yaptırım olarak uygulanırken kanunların yazılmasına öncülük eden ülkelerin bunları görmezden gelmesi kabul edilemez." ifadelerini kullandı.

Avrupa'ya geçmek için sınırda bekleyenlerin gıda, temizlik, battaniye gibi birçok ihtiyaçlarının olduğunu söyleyen Demir, başta Türkiye'de bulunan yardım kuruluşlarının koordineli bir şekilde mültecilere yardım ulaştırması gerektiğini ve Yunanistan'da ortaya çıkan tepkilerin dindirilmesi için de uluslararası kuruluşların devreye girmesi gerektiğini söyledi. (İLKHA)