HABER MERKEZİ

Hatay Valisi Rahmi Doğan, Baas rejimi tarafından İdlib'de Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensuplarına yönelik hava saldırısında 33 askerin hayatını kaybettiğini açıkladı. Doğan, AFAD İl Müdürlüğü binasında, gazetecilere İdlib'de TSK'ye yönelik hava saldırısına ilişkin açıklamada bulundu. Saldırının rejim unsurlarınca gerçekleştirildiğini belirten Doğan, şunları kaydetti: "Esed rejim güçleri tarafından İdlib'de TSK mensuplarımıza karşı yapılan hava saldırısı sonucu 22 Mehmetçiğimizin şehit olduğunu kamuoyuyla paylaşmıştım. Yaralılarımızın ve ağır yaralılarımızın olduğunu da ifade etmiştim. Maalesef ağır yaralılarımızdan 7 Mehmetçiğimiz şehit olmuştur. Hava saldırısı sonucu 33 Mehmetçiğimiz şehit olmuştur. Hastanelerdeki yaralı askerlerimizin hayati tehlikesi bulunmamaktadır. Ben tekrar şehitlerimize Allah'tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar, ailelerine başsağlığı diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun. Yaralılarımızla ilgili durumu kamuoyuyla paylaşmaya devam edeceğim. Milletimizin başı sağ olsun."

“HAVA SALDIRILARI SIRASINDA AMBULANSLAR DAHİ VURULMUŞTUR”

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, İdlib'deki hain saldırı sonrasında uçak, SİHA ve kara ateş destek vasıtalarıyla 200'den fazla rejim hedefinin ağır şekilde ateş altına alındığını, 5 helikopter, 23 tank, 10 zırhlı araç, 23 top ve obüs, 5 mühimmat kamyonu, bir SA-17, bir SA-22 hava savunma sistemi, 3 mühimmat deposu, 2 malzeme deposu, 1 karargah binası ve 309 rejim askerinin etkisiz hale getirildiğini bildirdi. Akar, şunları söyledi: "Birliklerimizin bulunduğu yerler önceden Rusya Federasyonu'nun sahadaki yetkilileri ile koordine edilmesine rağmen bu saldırı gerçekleştirilmiş, ilk atışa müteakip bir kez daha uyarı yapılmasına rağmen maalesef saldırı devam etmiştir. Bu hava saldırıları sırasında ambulanslar dahi vurulmuştur. Ayrıca bu saldırı sırasında birliklerimizin etrafında hiçbir silahlı grubun da bulunmadığını burada belirtmek isterim. Hain saldırı sonrasında uçak, SİHA ve kara ateş destek vasıtalarımızla derhal 200'den fazla rejim hedefi ağır şekilde ateş altına alınmıştır."

“GEÇMİŞTE RUANDA VE BOSNA'DAKİ GİBİ SOYKIRIMLARIN İDLİB'DE DE YAŞANMASINA İZİN VERİLEMEZ”

İletişim Başkanı Fahrettin Altun, İdlib'de Türkiye askerlerine yönelik saldırının ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde bir ulusal güvenlik toplantısı gerçekleştirildiğini anımsattı. Türkiye'nin hem bu saldırıdan hem de yüz binlerce Suriyelinin öldürülmesinden sorumlu olan gayrimeşru Baas rejimine karşılık verdiğini ve vermeye devam edeceğini belirten Altun, rejimin mevzilerinin hem havadan hem de karadan hedef alındığını bildirdi. Türkiye'nin Astana Süreci'ne dahil olan bütün taraflara ve uluslararası topluma sorumluluklarını yerine getirmeleri çağrısında bulunduğunun altını çizen Altun, şöyle devam etti: Geçmişte Ruanda ve Bosna'daki gibi soykırımların İdlib'de de yaşanmasına izin verilemez. Kahraman askerlerimizin kanlarını yerde bırakmayacağız. Askerlerimizi şehit edenler, yaptıklarının bedelini ödeyene kadar Suriye'deki operasyonlarımız devam edecek. Katil rejim, Astana Süreci'nde verdiği taahhütleri yerine getirmeyi reddediyor. Türkiye ise meşru müdafaa hakkını kullanıyor ve İdlib'de insani bir felaket yaşanmasını önlemeye yönelik operasyonlarında uluslararası hukuka uygun olarak hareket ediyor. Esed rejiminin etnik temizlik yaptığını ve milyonlarca Suriyeliyi İdlib'den çıkarmayı hedeflediğini vurgulayan Altun, "Bu insanlar Türkiye'ye ve Avrupa'ya kaçmaya çalışacaklar. Halihazırda 4 milyona yakın mülteciyi barındıran Türkiye'nin, bir milyon Suriyelinin daha ülkeye girmesine izin verecek kapasitesi ve kaynağı yoktur." ifadesini kullandı.

"REJİM BÖLGEDE DEMOGRAFİK VE ETNİK TEMİZLİK PEŞİNDE"

Rejimin yıllardır işlediği suçlara uluslararası bir tepki verilmemiş olmasından faydalandığına dikkati çeken Altun, İdlib'i kendi kaderine bırakmanın, rejimin karanlık hayallerinin gerçekleşmesi anlamına geldiğini belirtti. Altun, "Rejim bölgede demografik ve etnik bir temizlik peşinde. Bunu elbette görmezden gelemeyiz. Milyonlarca sivil, aylardır rejim tarafından hava bombardımanına tutuluyor. Okullar ve hastaneler de dahil olmak üzere birçok yapı rejim tarafından sistematik olarak hedef alınıyor. Gözlerimizin önünde yavaş yavaş bir soykırım gerçekleştiriliyor. Bilinçli ve onurlu olanlar bu katliama karşı seslerini yükseltmelidir." değerlendirmesinde bulundu. Uluslararası toplumun, sivilleri korumak ve uçuşa yasak bölge oluşturmak için harekete geçmesi gerektiğini belirten Altun, şunları kaydetti: "Astana Süreci'nin garantörleri olan Rusya ile İran, İdlib'de şiddetin ve çatışmaların azaltılması için verdikleri taahhütleri yerine getirmezlerse bütün güvenilirliklerini yitirirler.  Türkiye meşru müdafaa için Suriye'de teröristlerle savaşıyor, Astana ve Soçi anlaşmalarında verdiği sözleri yerine getiriyor ve yerlerinden edilmiş kişilere ve mültecilere yardım ediyor. Taahhütlerimizden ve yaptığımız anlaşmalardan döneceğimizi düşünenler derin bir yanılgı içindedir. Bir suç ağı gibi hareket eden ve kendi halkına terörü yaşatan Esed rejimi hem ulusal güvenliğimiz hem bölge hem de Avrupa için bir tehdit durumunda. Bütün bu olanları durup hiçbir şey yapmadan izleme lüksümüz yok. Bizden Suriyelileri terk etmemizi bekleyenler kendilerinden utanmalıdır."

NATO OLAĞANÜSTÜ TOPLANDI ANCAK AÇIKLAMALAR BOŞ ÇIKTI

Türkiye’nin çağrısı üzerine olağanüstü toplanan NATO’dan beklenen açıklamalar gelmedi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, NATO karargâhında İdlib'deki gelişmelere ilişkin açıklama yaptı. Stoltenberg basın toplantısında şunları söyledi: "Bugün Türkiye, Suriye'deki ciddi güvenlik durumuyla ilgili bilgi verdi. Müttefikler başsağlığı dileklerini iletti. Müttefikler Suriye rejimi ve Rusya'nın İdlib'de devam ettirdiği hava saldırılarını kınıyor. Onlara çağrıda bulunuyorum. Bu saldırılarını durdurmaları BM'nin barışçıl çözümlerini desteklemeleri için. Bu tehlikeli duruma son verilmeli ve 2018'deki ateşkese geri dönülmeli. İdlib'de mahsur kalanlara imkân sağlanmalı. Türkiye ile dayanışmamızı dile getirdik. Türkiye en derin etkilenen NATO müttefikidir. NATO, Türkiye'ye destek vermeye devam etmektedir. Birkaç şekilde devam etmektedir. Hava savunması konusunda Türkiye'nin desteği vardır. müttefikler, buradaki durumu takip etmeye devam edecektir. NATO müttefikleri şu an Türkiye'ye destek veriyor, hava savunmasında destek veriyoruz, gökyüzü devriyelerinde destek veriyoruz. Müttefikler daha fazla nasıl destek veririz diye görüşüyor. NATO çok güçlü siyasi destek veriyor ve pratik anlamda destek veriyoruz. Müttefikler, daha fazla ne yapabilir konusuna eğiliyor. Durumu çok yakından takip ediyoruz. Dün akşam Sayın Çavuşoğlu ile bu toplantıyı talep ettiğinde görüştük. Bu toplantının amacı da Türkiye ile olan dayanışmamızı göstermekti."

RUANDA'DA NE OLMUŞTU?

1994 yılında gerçekleşen bu katliam, modern zamanlarda yapılan en dehşet verici insanlık dramlarından biridir. Orta Afrika'da bulunan bir ülke olan Ruanda, kendi halinde yaşayan bir ülkeydi. Ruanda Yurtseverler Birliği(RYB) silahlanıp 1990'da hükümet ile mücadeleye girdi. 1992 yılına kadar bir iç savaşın içerisine sürüklenen Ruanda'da sorun siyasi olarak çözülmeye çalışıldı, ta ki 1994 yılına kadar. 6 Nisan 1994 tarihinde bir Hutu olan Ruanda devlet başkanının uçağı başkent Kigala'da düşürüldü, ülkede bir kaos ortamı oluştu. 6 Nisan günü dünya tarihinin en kanlı günlerinden biri yaşandı. Ülkenin resmi devlet radyosundan yapılan katliam çağrısı ile Irkçı Hutiler başta eğitimli Tutsiler olmak üzere önceden belirlediği tüm Tutsileri doğramaya başladı.

BM VE FRANSA'NIN KATLİAMDAKİ ROLÜ

Fransa  'Ruanda'da katliam, soykırım var ve biz bunu durduracağız' diyerek ülkenin meşru hükumeti olan Hutu gücüne soykırımı durdurması için silah yardımında bulunma kararı aldı. Yanlış tarafa, yanlış amaçlara yardım yağdırıyordu. Bu da yetmezmiş gibi ülkenin batısına asker indirip orayı kendi kontrolüne aldılar. Bu bölgeye TURKUVAZ adı verildi ve Fransa bu bölgeye giriş çıkışlara izin vermedi.

100 GÜNDE KIYAMET KATLİAMI

Bu kararın ardından gelen 100 günlük süre ise tam bir felaketti. Daha büyük kıyımların Fransız eliyle yapıldığı bu bölgede, 100 gün içinde Tutsi’ler ve bazı ılımlı Hutu’lardan oluşan yaklaşık 800,000 ila 1 milyon arası sivil kişi katledildi. Soykırımdan sadece 300,000 ile 400,000 arasında kişi kurtulabilirken bölgede yaşanan bu kıyamet hala dün gibi hatırlanıyor.

BOSNA’DA NE OLMUŞTU?

Srebrenitsa Katliamı ya da Srebrenitsa Soykırımı 1991-1995 Yugoslavya İç Savaşı (Hırvatistan ve Bosna)’nda Sırp Cumhuriyeti Ordusu’nun Srebrenitsa’ya karşı giriştiği Krivaya ’95 Harekâtı esnasında Temmuz 1995’te yaşanan ve en az 8.372 Boşnak’ın Bosna-Hersek’in Srebrenitsa kentinde general Ratko Mladiç komutasındaki ağır silahlarla donatılmış Bosna Sırp ordusu tarafından katledilmesine verilen addır. Katliamda bir kısım kadın ve küçük yaşta çocuğun da öldürüldüğü, belgelerle kanıtlanmıştır. Bosna Sırp ordusunun dışında katliama “Akrepler” olarak tanınan Sırbistan özel güvenlik güçleri de katılmıştır. Birleşmiş Milletler Srebrenitsa’yı güvenli bölge ilan etmiş olmasına karşın 400 silahlı Hollanda barış gücü askerinin varlığı katliamı önlememiştir. Srebrenitsa katliamı II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olması ve Avrupa’daki hukuksal olarak ilk kez belgelenmiş soykırım olması açısından da önem taşır.

SİLAHLARI ELİNDEN ALINAN HALK KATLEDİLDİ

Yugoslavya’nın çöküşü üzerine 1992 yılında Sırpların Bosna’da başlattıkları soykırımın ardından bölgeye zoraki olarak müdahale eden Birleşmiş Milletler’in güvenli bölge ilan edilen 6 bölge arasında Srebrenitsa da bulunmaktaydı. Savaştan önce nüfusu 24 bin civarı olan kentin nüfusu diğer bölgelerden gelen mülteci göçleriyle 60 bin civarına gelmişti. Artık Srebrenitsa ‘açlık’ ve ‘hastalıklar’ ile mücadele eden bir ‘toplama kampı’na dönüşmüştü. Müslümanların elindeki silahlar BM Barış Gücü tarafından koruma gerekçesiyle toplanmıştı.