SORU: Son rekâttayken önceki rekâtın secdesini yapmadığımı hatırladım, ne yapmam gerekiyor?
CEVAP: Son rekâttayken secde ya da namazın bir başka rüknünü yapmadığını hatırlayan kimse bakar; eğer eksik bıraktığı secde son rekâtın secdesiyse derhal secdesini yapar sonra teşehhüdü okur ve selam verir. Yok, eğer eksik bıraktığı secde diğer rekâtlara aitse sadece secde değil beraberinde tam bir rekât kılar. Çünkü eksik bırakılan secdeden sonraki rekât geçersiz olmuştur, yeni bir rekât olarak tamamlanması gerekir. Sadece secde kâfi değildir.
Aynı durum, her hangi bir rüknü eda edip etmeme hususunda şüphe eden için de geçerlidir.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Şafi Mezhebine Göre Sehiv Secdesini Gerektiren Durumlar
Şafii mezhebine göre sehiv secdesi, namazda yapılması emredilen fiillerin terki ya da nehyedilenlerden birinin yapılmasıyla gerekli olur. Yapılması emredilen fiiller kıyam ve secde gibi namazın asli rükünlerinden biriyse kalkıp eda edilerek tedarik edilmesi gerekir. Veyahut yapılması emredilenler, rükün değil de kunut ve teşehhüt duaları gibi yapılmadığı takdirde sehiv secdesini gerektiren eb'az sünnetlerdir.
Hanefi mezhebine göre namazın emredilen fiilleri rükün, vacip ve sünnetleridir. Vacip terkedildiği zaman sehiv secdesi gerekir. Şafiilere göre ise namazda yapılması emredilenler rükün ve sünnetlerdir. Sünnetler ise hey'ât ve eb'âz olarak ikiye ayrılır. Hey'ât'ın terki sehiv secdesini gerektirmez fakat eb'âz'ın terki gerektirir.
EB'ÂZ NEDİR?
Eb'âz; بعض/Ba'd kelimesinin çoğulu olan أبعاض/Eb'âd, sehiv secdesini gerektiren sünnetler için Şafii mezhebinde kullanılan bir ıstılahtır. Ne zamanki sünnetler için sehiv secdesi gerekli olmadı, farzlar için de sadece tedarik şart koşuldu ve Şafii mezhebine göre sünnetin bütün mertebeleri için aynı kelime kullanıldı; sehiv secdesini gerektiren sünnetler için Eb'âz lafzı daha uygun oldu. Bu şekilde isimlendirilmesinin nedeni hakiki eb'âz olan rükünlere benzemesi nedeniyledir. Nasıl ki rükünler namazın bir ba'dı/kısmıdır aynı şekilde bunlar da namazın bir kısmı gibidir. Sehiv secdesini gerektirdiği için olmazsa olmazı gibi olmuştur.
YAPILMADIĞI TAKDİRDE SEHİV SECDESİNİ GEREKTİREN DURUMLAR
1-Kunut duasının terki; sabah namazının son rekâtında kunut duasının okunması eb'âz sünnetlerdendir. Okunmadığı takdirde sehiv secdesi gerekir. Hanefi bir imama uyan kimse kunut duasını okumaz ise sehiv secdesi yapıp yapmaması Şafii âlimleri arasında ihtilaf konusudur. Efdal olan secdenin yapılmamasıdır.
2-Birinci teşehhüdün terki; Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği bir hadise göre Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) öğle namazının birinci teşehhüdünü unutunca selam vermeden önce secde yaptı.
3-İkinci rekâtta oturmama; teşehhüt için ikinci rekâtta oturmayıp direk kıyama kalkmak sehiv secdesini gerektiren durumlardan biridir. Kişi kalkarken teşehhüdü hatırlarsa bakılır; eğer kıyama daha yakınsa kalkar yoksa oturur. Secde de yapmaz.
4-Birinci oturuşta Efendimize ikinci oturuşta ise ehline salat getirmeme; kişi bilerek Efendimize ve ehline salat getirmeyi terk ederse sehiv secdesi yapar. Eğer unutarak yaparsa sehiv secdesini yapıp yapmamasıyla ilgili Şafii imamları farklı görüşler serdetmektedir.
Yukarıda bahsi geçen eb'âzların terki sehiv secdesini zorunlu kılar. İkinci olarak yapılması yasaklanan fiilleri yapmak sehiv secdesini gerektirir. Bunun ölçüsü şudur;
Kasten yapıldığı takdirde namazı bozmayan durumlar sehven yapılırsa sehiv secdesi gerekmez. Namazdayken sağa sola bakmak veya bir iki adım atmak gibi. Ancak kasıtlı olarak yapıldığında namazı bozan fiiller yanlışlıkla yapılırsa sehiv secdesi gerekli olur. Sehven konuşmak gibi.
BU BAKIMDAN YAPILMASI YASAKLANAN ŞU FİİLLER SEHİV SECDESİNİ GEREKTİR
1-Kısa rüknü uzatmak; namazda yapılması meşru olan kısa rükûları uzatmak sehiv secdesini gerektirir. Rükûdan kalkan kimsenin az bir miktar kıyamda kalması meşru, fazla kalması ise gayri meşrudur. Dolayısıyla sehiv secdesini gerektirir. Aynı şekilde iki secde arasında beklemek de aynıdır.
2-Fazladan kavlî bir rükün söylemek; bir kimse rükû, secde ya da teşehhütte Fatiha suresi gibi kavli bir rüknü okursa kasten yapıldığı takdirde namaz bozulmazsa dahi sehiv secdesini gerektirir.
3-Birinci oturuşta teşehhüdü okumadan kalkan kimse tekrar oturursa; böyle bir durumda olan kimse kıyama daha yakınsa tekrardan oturmamalıdır. Eğer bilerek oturursa namazı bozulur. Unutarak ya da caiz olmadığını bilmediği için oturursa sehiv secdesi yapmalıdır.
4-Kunut duasını secdeden önce hatırlayan kimse; bir kimse sabah namazında okunması gereken kunut duasını daha secdeye varmadan önce hatırlarsa kıyama kalkıp kunut duasını okur sonradan sehiv secdesi yapar. Bununla ilgili ölçü kişinin rükû hizasında olmasıdır. Eğer kafa tarafı rükû hizasını aşmışsa kunut yapmaz. Sonrasında sehiv secdesi yapar. Çünkü kunutun terki sehiv secdesini gerektirir.
5-Eb'âzı terk ettiğine dair şüphe eden kimse; yukarıda zikredilen eb'âzlardan birinin terki hususunda şüphe ediyorsa sehiv secdesi gerekli olur. Fakat yapılması nehyedilen durumlardan birinin yapıldığı şüphe ediliyorsa sehiv secdesi yapılmaz.
6-Rekât sayısında şüphe eden kimse; dört rekâtlı bir namazda üçüncü ya da dördüncü rekâtta olduğuna dair şüphe eden kimse az olanı esas alarak bir rekât daha ekler sonrasında sehiv secdesi yapar. Aynı şekilde fazla kıldığına dair şüphe eden kimse de sehiv secdesi yapmalıdır.
7-Mesbuk kimse imamla birlikte selam verirse; cemaate sonradan ulaşan kimse imamla birlikte selam verirse sonra mesbuk olduğunu hatırlarsa namazını tamamlar sonrasında sehiv secdesi yapar.
İki secdeden oluşan sehiv secdesi teşehhüt, salat ve dualardan sonra selamdan önce yapılır.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
SORU: Evvâbin namazı kaç rekâttır?
CEVAP: Kelime olarak Allah'a yönelen, tevbe eden manalarına gelen “Evvâbin" akşam namazı eda edildikten sonra yatsı namazına kadar olan vakit içerisinde kılınan nafile namazıdır. Bu saat içerisinde kılınan namazın faziletiyle ilgili Peygamber efendimiz (aleyhissalâtu vesselam)'ın hadisleri mevcuttur. Huzeyfe Bin Yeman şöyle buyuruyor: Ben akşam namazını Allah resulü (aleyhissalâtu vesselm) ile kıldım. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam) bundan sonra yatsı namazına kadar nafile namazı kıldı.
Evvâbin namazının adediyle ilgili rivayet edilen bir hadiste Efendimiz aleyhissalâtu vesselam) şöyle buyurmaktadır:
“Kim akşam namazından sonra altı rekât namaz kılarsa, onun için on iki senelik ibadet yazılır.” (Tirmizi)
Bir kimse kendi üzerine her gün altı rekâtı nezretmemişse bundan az olacak şekilde evvabin namazını iki veya dört rekât olarak kılmasında bir sakınca yoktur. Fakat efdal olan altı rekât olarak kılınmasıdır.
-------------------
Rüşvet ve İslam
Dinimizin rüşveti haram kıldığını, rüşvet veren ve alanın Allah tarafından lanetlendiğinin Hz. Peygamber tarafından haber verildiğini biliyoruz. Buna rağmen asırlardan beri niçin İslam ülkelerinde ve Müslümanlar arasında da bu kötü uygulama, az çok bulunmuş ve görülmüştür? Bu sorunun cevabını birkaç madde içinde özetlemek mümkündür:
- Din ile ahlak arasındaki ilişki eğitim, ahlak, felsefe dallarında tartışılmış, karşıt ve uç görüşler bir yana bırakılırsa dinin ve inancın iyi ahlakı teşvik ettiği, kötülüklerin azalması ve engellenmesi yönünde önemli bir işleve sahip bulunduğu kabul edilmiştir. Dinsiz insanların mutlaka ahlaksız olacaklarını söylemek doğru olmamakla beraber, dindarların ahlaklı davranmak bakımından daha fazla teşvike, motivasyona sahip bulundukları da bir vakıadır.
- İnanan insanın hayatında dinin yeri, davranışlarında dinin etkisi otomatik değildir; yani inanmak yapmaya (uygulamaya, amele) eşit değildir, inanmanın arkasından -kendiliğinden- uygulama gelmez. Hem din hem din dışı uygulamalarda inanılan, doğru bulunan birçok şeyin, böyle olduğuna inanan kimseler tarafından uygulanmadığı görülmektedir. Bu yüzdendir ki, İslam âlimleri, "amel imanın bir parçası değildir, amelde kusur bulunsa da insanların iman etmiş olmaları mümkündür ve böyle bir iman -iman olarak- geçerlidir" demişlerdir. Dinin insanları dünya ve ahirette mutlu kılacak talimatını (öğretilerini, emir ve yasalarını, irşadını) mümin ile özdeşleştirecek, inancı hayat tarzı haline getirecek mekanizmanın adı "eğitim"dir. Eğitim, öğretimi, bilgilendirmeyi ihtiva etmekle beraber onu aşar, bilinenin hayata geçmesi eğitime bağlıdır. İslam'ın güzelliklerinin şu veya bu ölçüde Müslümanların hayatında görülememesinin sebebi eğitim eksikliğidir.
- Günümüzde okullarda az çok din bilgisi verilmekle beraber din ve ahlak eğitimi verilmemektedir. Türkiye'deki çarpık, radikal, modası geçmiş laiklik anlayışı, okullarda din ve ahlak eğitimine engel olmaktadır.
- Toplum ve devlet; yoksulu doyurmak, giydirmek, barındırmak, tedavi ettirmek hâsılı temel ihtiyaçlarını karşılamak mecburiyetindedir. Sosyal devlet kavramı bu amaca yöneliktir. Ama Türkiye'de çok ölçüsüz ve dengesiz bir gelir dağılımı vardır, nüfusun büyük bir kısmı açlık veya yoksulluk sınırları içinde yaşamaktadır. Yoksulluk sınırının bin Lira aylığa dayandığı bir ülkede, 300 Lira aylık geliri olanlar aç, bin Lira’dan az geliri olanlar yoksuldur. Öte yandan din, vicdan ve ahlak tanımayan Kapitalizm insanları ayartmakta ve tüketim çılgını haline getirmektedir. Çok sağlam bir eğitime dayanmasa da ahlaklı olan ve mesela rüşvet almayı dine ve ahlaka aykırı bilen, böyle inanan birçok insan, bu çılgınlığa, bu baskıya bir yere kadar dayanabilmekte, oradan sonra ihtiyaç bildiği şeyi başka yoldan gideremediği için rüşvet alma yoluna gitmektedir.
- Hukukun tam işlemediği, haksızlık ve yolsuzlukların büyük çapta ve yaygınlıkta cari olduğu bir toplulukta dürüst (rüşvete karşı) olan insanlarda bazen onu -almamakla beraber- vermek mecburiyetinde kalmaktadırlar. Şöyle ki, fıkıh kitaplarında hakkını (hakkı olmayanı değil, haksız olduğunda değil) başka yoldan alamayan, kurtaramayan Müslümanın rüşvet vererek almasına cevaz vermişler; "verene -zaruret yüzünden- caiz, alana ise haramdır" demişlerdir. Bu da rüşvetin daha geniş kesimlerce alınıp verilmesinde bir amil olmaktadır.
Sonuç:
Yukarıdaki maddelerde sıralanan gerekçeler doğru ise, rüşvet belasını önlemenin yolu ve çaresi de biliniyor demektir. Bu çareyi "din ve ahlak eğitimine ağırlık vermek, temel ihtiyaçların meşru yollardan karşılanmasını sağlamak, yolsuzluk ve haksızlıkları engellemek, etkili bir denetim mekanizması kurmak" şeklinde özetlemek mümkündür.