Doğruhaber - Mesut Tunce

Müslümanlar genel olarak Sünni ve Şiî olmak üzere iki büyük mezhebe ayrılmıştır.

İslam coğrafyasının çoğunluğu, kendilerini “Sevadu-l A’zam” diye tabir eden Sünniler'den müteşekkildir. Net olmamakla birlikte Müslüman dünyasının yaklaşık % 15’i Şiîlerden % 85’i Sünnilerden oluşmaktadır. (Bu rakamlar, mezhep mensuplarının tek tek sayılmasıyla elde edilmemiştir elbet. İslam coğrafyasının temel demografik yapısının değerlendirmesiyle bilimsel olarak elde edilen sonuçlar bizleri bu rakamlara ulaştırmaktadır.)

İslam tarihinde mezhep çatışmalarını araştırdığımız zaman, karşımıza çok da büyük bir dosya çıkmayacaktır. Mesela 1500-1635 arasında vuku bulan Osmanlı-Safevi savaşları mezhep çatışması olarak değerlendirilebilir. Ancak birçok tarihçiye göre bu savaşlar mezhep farklılıklarından ziyade, devletlerarası menfaat çatışmalarına dayanmaktadır. Mezhep farklılıkları, devletler arasında kullanılan bir propaganda aracından öteye geçmemiştir. Farklı mezhepteki insanlar yine de aynı ortamlarda yaşamaya devam etmişlerdir.

Ne var ki, Batı medeniyetinin Ortadoğu’da üstünlüğü ele geçirmesinden bu yana, İslam coğrafyasındaki mezhep farklılaşmaları gittikçe derinleşmiş ve maalesef günümüzde endişe uyandırıcı boyutlara ulaşmıştır.

Özellikle 11 Eylül 2001 sonrasında uygulanan ABD politikaları İslam âlemi içerisindeki mezhep savaşlarını derinleştirmeye yönelik olmuştur. Zira düşmanı tek tek bulup öldürmek yerine, onları birbirlerine kırdırmak daha hesaplı ve kolay bulunmuştur. “İslam dünyası bu oyuna gelmez” diyenler maalesef yanılmışlardır.

2003 yılının ilk aylarında Irak bombardımana maruz kalırken, mezhepsel bir ayrılık söz konusu olmamış, Müslümanlar aynı ibadethanelerde birlikte ibadet etmiş ve işgale karşı birlikte mücadele edeceklerini bildirmişlerdir.

Ancak…

İşgalden sonra Şiî ve Sünni camilere saldırılar yapılmıştır. Bu olayların faillerinin, işgal güçleri tarafından desteklenen veya mecbur bırakılan kişiler olduğu ispatlandıktan sonra bile ayrışmanın hızı düşürülememiştir. Irak’ta istikrarın bozulmasından sonra Sünni-Şii guruplar intikam savaşlarına başlamış, birçok irili ufaklı örgütler kurulmuştur.

Emperyalist oyun benzer şekilde mezhepler üzerinden Suriye’de de uygulanmaya çalışıldı. Böylece DAİŞ benzeri Neo Selefi yapılanmaların ortaya çıktığı ve büyüdüğü bir ortam oluşturuldu.

Batı, bugün gelinen noktada hedefine büyük ölçüde ulaşmıştır. Ancak bununla yetinecek gibi de görünmemektedir. Şimdi Mezhep savaşlarının bir ileri aşaması için düğmeye basıldığını düşünmemiz için önümüzde birçok sebep bulunmaktadır.

İlk etapta devreye sokulan “Şii iğneleyiciliğine karşı Sünni aşırıcılığı” projesinin ardından, şimdi de mezhep çatışması yerine mezhep içi ayrışma projeleri yürürlüğe girmiş gibi görünüyor.

Bunun ilk örneklerini, İran-Irak-Suriye üçgeninde görmekteyiz. Bu coğrafyada son dönemlerde meydana gelen gelişmeler, ABD’nin, İran’ı; kendi etki alanı olan bölgede yalnızlaştırma çabalarını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yakın zamanda Irak’ta başlayan halk hareketlerinde İran karşıtı tutumların ve Haşdi Şabi'ye Şii cenahtan yönelen tepkilerin ABD yönetiminden olumlu karşılıklar bulması bu durumu desteklemez mi? Tabi ki mevzubahis odakların bu eleştirileri hak edip etmediği ayrı bir yazının konusudur.

ABD’nin, bizim bölgemizde meydana gelen herhangi bir gelişmeyi, kendi çıkarları dışında, sırf bizim yararımıza değerlendireceği gibi safça bir düşünceye kapılamayacağımıza göre, bu desteğin amacı nedir? Dahası bu olayların kıvılcımının ABD tarafından atıldığını düşünmek, komplo teorilerinden başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen aşırı bir zihnin ürünü olarak mı görülecektir?

Bence artık, ortaya atılan her görüşü komplo teorisi diye geçiştirip gerçeklere sırtımızı dönmekten vaz geçmeliyiz. Çünkü günümüz “Sosyal Toplum Mühendisliğinin” geldiği noktada, herhangi bir toplumdaki herhangi bir hareketin, bir tetikleyicisi olmadan kendiliğinden başlayabileceğini düşünmek asıl yanılgı olacaktır.