Birkaç gündür evden çıkmıyorum. Yalnızlık çok hoşuma gidiyor gibi. İnsanların arasına karışmak istemiyorum. Bir arkadaşım geçenlerde şöyle demişti: “Kalabalıklar içinde yalnızım”. Çok meşhur olan bu söz aslında bir sosyoloğun “İnsan kalabalık içinde kendisini yalnız hissedebileceği gibi tek başına iken de kendisini yalnız hissetmeyebilir” sözünden esinlenen bir sözdür. Bir yalnızlık yazısı yazayım dedim. Bakalım nasıl bir şey ortaya çıkacak.
Kendi iç dünyam ile hesaplaşmak için mi, nefis muhasebesi yapmak için mi yalnız kalmak istiyorum yoksa insanlardan, toplumdan kaçmak mı istiyorum? Ona karar veremedim. Belki de ikisi… Birincisi, yani kendi iç dünyası ile hesaplaşmak, işin inziva yönüne yani yalnızlığa, diğeri de toplumdan uzaklaşma isteği olan yalnızlık duygusuna bakar. Zindanda Modern Arapça ile ilgili yazdığım bir kitabımdan bir cümle aklıma geldi. Şöyle yazmışım. “İnsanlar tarafından sevilmek için sosyal ol. Asosyal olma” كن اجتماعيا ـ منبسطا ـ ولا تكن منطويا ـ مضادا للمجتمع ـ حتى تحبّ من قبل الناس .
Asosyalliğin veya yalnızlığın bir hastalık olduğunu kabul etmeyenler olsa da isminin başındaki A harfi nedeniyle normal bir durum olmadığı aşikârdır. Aslında bunun hastalık olup olmadığı tartışması yalnızlık ile yalnızlık duygusunun karıştırılmasından doğar.
Yıllar öncesinden bildiğimiz yalnızlık kelimesinden eser yok şimdi. Yalnızlık da artık eski yalnızlık değil. Birçok şey gibi “yalnızlık” da teknolojiye yenik düştü. Yanında telefonu olan bir kimsenin yalnızlığından söz edebilir miyiz? Tuvalet olarak bildiğimiz hela kelimesi yalnız kalmak anlamına gelir. Artık insanlar tuvalette bile telefonlarıyla beraber. O zaman yalnızlığa yeni bir tanım getirmeliyiz. Toplumdan kendini soyutlama ve telefonla arkadaş olma. Yalnızlık duygusu ise, farklı bir şeydir. Kimse beni sevmiyor, kimse beni takmıyor, kimse benimle ilgilenmiyor, dürtüleriyle insanı hastanelere sürükleyen bir duygudur, bir hastalıktır. Anlaşılan o ki, milletin duçar olduğu mesele yalnızlık değil, yalnızlık duygusudur.
O zaman şöyle diyebiliriz; yalnızlık hastalık değil, yalnızlık duygusu hastalıktır. Eğer yalnız yaşıyorsanız, yalnız kalmak hoşunuza gidiyorsa, yalnızlık dünyanıza ışık tutun, yani ruh sağlığınıza bir bakın. Her hastalık gibi bu yalnızlık duygusunun da önü alınmazsa ruhta kök salar. Baş edilemez bir hal alır ve size devamlı Kurtlar Vadisi’ndeki Zaza’nın “Kimse beni sevmiiiy” repliğini söyletir. Delirttir anlayacağınız.
Toplumumuzun ezici çoğunluğu ruhsal sorunlarla farkında olmadan yaşamakta ama bunlarla yüzleşmek istememektedir. Hastalıkla yüzleşmek kolay bir şey değildir. Yalnızlığa mahkûm edilme ve insanın kendisini yalnızlaştırması da ayrı şeylerdir. Biri kaderindir, biri değildir dersem bilmem yanlış olacak mıdır? Kader-i mutlak ve kader-i muallak veya levhu mahvî isbat ve levhu â’zam çerçevesinde değerlendirirsek yanlış olmaz sanırım.
Her birimizin yolu yalnızlık mahallesinden geçmiştir. İç dünyasında bazı duygularla baş başa kalmıştır. Mark Twain “Herkes aya benzer; çünkü herkesin kimseye göstermediği karanlık bir yüzü vardır” derken acaba bu konuya mı değinmek istemişti? Kimisi çevresiyle tamamen ilişkisini kesip, hayata artık anlamsız bir gözle bakmış, içinde yaşadığı toplum ile uyum sorunu yaşamış ve topluma yabancılaşmıştır. Kimisi ailesiyle ilişkilerini kesip, yeni bir mahallede çadır kurmuştur. Kimisinin birilerinden bir beklentisi vardır, hak ettiği değeri görmediğinden yakınmakta, kimsenin kendisini anlamadığını düşünmekte, toplumdan dışlandığını hissetmekte, sohbet edecek arkadaş bulmada sıkıntı çekmekte, yetimhane çocuğu olduğunu düşünmekte, bu duygularını içine atmakta, hayal kırıklığına uğrayarak başka bir mahallede telefonunu da yanına alarak yalnızlık çadırını kurmaktadır. Batinî ve haricî olan yalnızlık türleri de vardır. Haricî olarak bir insan normal olarak görülebilir ama onun kimseye açmadığı bir iç dünyası vardır. O dünyası, kendi dünyasıdır, o dünyaya ancak kendisi girebilir ve orada yalnızdır. Normal şartlarda bir insanın tepki göstermesi gereken her duruma karşı tepkisizdir. Cismen aramızda olsalar da aslında onlar da bir mahallede kendi yalnızlık çadırlarını kurmuşlardır. Kimisi de yalnızlık, yalnızlık duygusu ve sosyal hayat arasında gel gitler yaşamaktadır. Nerede olduklarına karar veremezler. Adeta ruh avareliği yaşarlar. Bunlar cismen değil ama ruhen avaredirler. Ruhları olması gereken yerlerde olmadığı için ruhları avaredir.
Neyse ben de yalnızlık duygusu yaşayanları tahrik edecek Orhan Veli Kanık’ın bir şiiriyle bitireyim:
Bilmem nasıl anlatsam; nasıl, nasıl size derdimi
Bir dert ki yürekler acısı
Bir dert ki düşman başına
Gönül yarası desem değil,
Ekmek parası desem, değil
Bir dert ki dayanılır şey değil.
Yalnızlık, doğarken de ölecekken de hayatımızın bir parçasıdır. Yalnız geldik, yalnız öleceğiz. Gelirken tek başımızaydık, gidecekken de tek başımızayız. Ama yalnız bırakılmadık. Gelirken de eşlik eden oldu, gidecekken de eşlik eden olacaktır. Mutlak yalnızlık Allah’a mahsustur. Bari otokontrolle yalnızlık duygusuyla yaşamayalım. Nefis muhasebesi için yalnız kalacaksak eyvallah. Bu muhasebede mutlaka dostlar edinmenin yollarını arayalım. Nice lider böylesi bir muhasebenin ürünüdür. Bu tür yalnızlık insanı yüceltir, hastalık olarak nitelendirilen yalnızlık duygusu ise kişiyi toplumun çöp sepetine atar. Mükerrem insan da duruma göre çöp olabiliyor yani. Birçok insan artık çöp olduklarının farkında olmadan toplumun içinde yaşıyor. Sizler de mutlaka toplum içerisinde tanıdığınız toplumun artıklarına rast gelmişsiniz. Allah bizleri topluma faydalı fertler kılsın. Ama biz de bir kıpırdayalım.
Kaynak: İNZAR DERGİSİ, MEHMET ZİYA GÜMÜŞ