Cumhurbaşkanı Erdoğan, Stav Dergisine verdiği mülakatta Suriye meselesi, Libya ile yapılan anlaşma, FETÖ gibi konulara değindi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yöneltilen sorular ve verdiği yanıtlar şöyle:
Geçen günlerde Küresel Mülteci Forumu’nda katılımcılara hitap ettiniz. Türkiye’de şu an yaklaşık 5 milyon mültecinin olduğunu ve yardımların 40 milyar doları aştığını belirttiniz. Ancak, size verilen 3 artı 3 milyar Euro destek sözünün de henüz gerçekleşmediğini de vurguladınız. Hem verilen destek sözü tutulmuyor hem de ‘’Mültecilere Avrupa’ya kapıları açarız’’ dediğinizde eleştiriliyor. Mülteci krizini Avrupa Türkiye’ye mi yüklemeye çalışıyor?
Mülteci meselesine daima insanı ve vicdanı merkeze alan bir anlayışla yaklaştık. Suriye krizinin ilk anlarından itibaren din, dil, mezhep, köken ayrımı gözetmeden kapımıza gelen herkesi bağrımıza bastık. Suriye içinde yerlerinden edilmiş 3 milyonu aşkın kişiye resmi kurumlarımız ve sivil toplum kuruluşlarımız vasıtasıyla düzenli yardımda bulunduk. Türkiye, hâlihazırda dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ve milli gelire oranla dünyanın en cömert ülkesidir. Hal böyleyken imkanları bizden kat be kat fazla olan Avrupa ülkeleri, Suriye konusunda maalesef iyi bir sınav veremedi. Ülkemize verilen sözler yerine getirilmedi. Mazlumlara sahip çıkmak yerine dikenli tel örgülerin arkasına saklanmayı tercih ettiler. Hatta Ege ve Akdeniz’de düzensiz göçlerle mücadele edilirken, botların batırılması, şişlenmesi, bu insanların denizin ortasında ölüme terk edilmesi gibi insanlık dışı hadiselerle karşılaştık. Türkiye, şu an 3,7 milyonu Suriyeli olmak üzere yaklaşık 5 milyon sığınmacıyı topraklarında misafir ediyor. İdlib’de yoğunlaşan saldırıların ardından 250 bin kişi daha ülkemiz sınırına geldi. Bu katliamların devam etmesi halinde sayı da artacaktır. Ancak Türkiye’nin yeni bir düzensiz göç dalgasını tek başına göğüslemesi artık mümkün değildir.
Türkiye, Suriye’de güvenli koridor oluşturulması sürecinde, yürüttüğü askeri operasyonları dolayısıyla
Suriye meselesine bazı ülkeler sadece çıkar, güç ve petrol merceğinden bakıyor. 1 milyon insanın hayatını kaybettiği ve 12 milyon Suriyelinin evlerini terk etmek zorunda kaldığı böylesi büyük bir insani trajediyi fırsata çevirmenin peşindeler. Nitekim bunu kamuoyu önünde de farklı vesilelerle deklare ettiler. Tek gündemlerinin petrol kaynaklarını ele geçirmek olduğunu açıkça söylediler. Güney sınırımız boyunca kurulmaya çalışılan terör koridorunun gerisinde de bu niyetler vardı. Türkiye, PKK/YPG terör kuşağıyla adeta boğulmak istendi. Ancak biz planları son 3 yılda düzenlediğimiz 3 başarılı harekâtla akamete uğrattık. 8 bin 300 kilometrekarelik alanı DEAŞ’lı ve PKK/YPG’li teröristlerden temizleyerek, güvenli hale getirdik. Ülkemizin güvenli hale getirdiği bu bölgelere şimdiye kadar 375 bin Suriyeli gönüllü ve güvenli bir şekilde geri döndü. Şimdi bu çabaları bir üst aşamaya taşıyoruz. Barış Pınarı Harekât bölgesinde kurmayı planladığımız şehirlerle, bu sayının 1 milyonu, hatta 2 milyonu bulacağına inanıyoruz. Planımızı hem 74. BM Genel Kurulunda hem de Küresel Mülteci Forumunda muhataplarımızla paylaştık. Birlemiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği ile diyalog halindeyiz. Temennimiz, Suriyeli mazlumların vatan hasretini bitirecek bu projemize sahip çıkılması ve destek verilmesidir.
Mülteci Forumu’nda aynı şekilde Filistin krizinden ve Myanmar’dan da bahsettiniz. Filistin meselesi konusunda Türkiye’nin görüşlerine destek veren ülkeler var mı? Myanmar için daha kalıcı bir şeyler yapılamaz mı?
Filistin meselesi Türkiye’nin en önemli dış politika önceliklerinden biridir. 1967 sınırları içinde bir Filistin Devletinin kurulması için her zeminde mücadele yürütüyoruz. İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanlığımız sırasında, ilk kıblemiz Kudüs’e yönelik İsrail saldırıları karşısında hassasiyetimizi de ortaya koyduk. İsrail yönetiminin dünyanın en büyük açık hava hapishanesine çevirdiği Gazze’deki kardeşlerimizin yükünü hafifletmek için gayret gösteriyoruz. Bu konuda, sağ olsun, Katar da bize katkı sunuyor. Ancak Müslümanlar olarak hala ümmetin meselelerinde dayanışma içinde hareket edemiyoruz. Müslümanların bu dağınıklığı en fazla zalimlere cesaret veriyor. 1,7 milyarlık İslam alemi, Myanmar’dan Filistin’e, Türkistan’dan Afrika’ya kadar dünyanın farklı köşelerinde kardeşlerimizin zulüm görmesine mani olamıyor. Arakan’da tüm dünyanın gözleri önünde Rohingyalara karşı işlenen soykırım bunlardan sadece biridir. Uluslararası Adalet Divanında Gambiya'nın başlattığı, bizim de çok güçlü destek verdiğimiz "Arakanlı Müslümanlara yönelik soykırımın soruşturulması" sürecini bizzat takip ediyoruz. Soruşturma sürecinin, failleri ortaya çıkarmasını temenni ediyoruz. Tabi bunun yanında bizlerin Rohingyalara sahip çıkması gerekiyor. Dünyanın en mazlum halklarından biri olan Rohingyaların kendi topraklarında, özgür, güvenli ve müreffeh bir şekilde yaşaması için hep birlikte çalışmamız lazım.
Türkiye'nin Libya ile yaptığı anlaşma bazı ülkeleri neden o kadar rahatsız etti?
Türkiye olarak Libya konusunda muhatabımız, BM tarafından da tanınan Milli Mutabakat Hükümeti ve Başbakanı Sayın Serraj'dır. Binlerce yıllık köklü ilişkilere sahip olduğumuz Libya, bizim aynı zamanda Akdeniz'de komşumuzdur. Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon kaynaklarının aranması ve işletilmesinde, ülkemizin ve Kıbrıs Türklerinin devre dışı bırakılmasına seyirci kalamazdık. Nitekim geçen ay imzaladığımız iki muhtırayla Libya ile iş birliğimizi en üst seviyeye taşıdık. “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” ile “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” ülkemize çok önemli stratejik kazanımlar sağlamıştır. Türkiye’yi Akdeniz denkleminin dışına atma projeleri, bu adımlarla akamete uğramıştır. Bu anlaşmalar, uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler sözleşmelerine de uygundur. Ege’nin ve Akdeniz’in sahibi, bu denizlere kıyıları olan ülkelerin tamamıdır. En uzun kıyı sahibi ülke olarak biz de buradaki haklarımızı korumak için sonuna kadar, tüm imkânlarımızla mücadele etmekte kararlıyız.
Türkiye Başkanlık sistemine geçmek istediğinde bazıları bunun Türkiye'deki demokrasinin sonu olacağını savunuyorlardı. Ama bugün görüyoruz ki Türkiye'de demokrasi öncekinden de güçlü. Sadece son dönemde ortaya çıkan yeni partileri de görüyoruz. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'de artık sistem tartışmaları bitmiştir. Milletimiz tarihinde ilk defa tamamen demokratik yollarla yönetim sistemini değiştirmiştir. 16 Nisan halkoylamasında kabul edilen, 24 Haziran 2018 seçimleriyle uygulamaya giren yeni yönetim sistemi, milli iradeyi güçlendirmiş, istikrar ve hızlı karar alma kabiliyeti kazandırmıştır. Son 1,5 yılda karşılaştığımız birçok badireyi başarıyla atlatabilmemizde, sistemin bize sağladığı yeni imkanların çok büyük katkısı olmuştur. Elbette her yenilikte olduğu gibi burada da eski alışkanlıklardan kaynaklanan bazı pürüzler çıkmaktadır. Özellikle eski sistemden nemalanan çevrelerin yeni sistemi kabullenmeleri ve içselleştirmeleri zaman almaktadır. Uygulamadan kaynaklanan pürüzlerin giderilmesi amacıyla geçen yıl Cumhurbaşkanı Yardımcımızın başkanlığında bir heyet kurduk. Tüm kurumlarımızdan temsilcilerin içinde yer aldığı bu heyetin tespit ve tavsiyelerine göre sistemi daha da iyileştiriyoruz.
Yeni partiler meselesine gelince, siyasi partiler demokrasinin ana aktörlerinden biridir. Şu an ülkemizde 80'e yakın siyasi parti bulunuyor. Bu sayıya eklemeler olabileceği gibi zamanla eksilmeler de olabilir. Siyasetin doğasında bu gayet normaldir. Nitekim son 17 yılda çok büyük medya kampanyalarıyla kurulan kimi oluşumlar, daha ilk seçimde millet tarafından sandığa gömülmüştür. AK Parti olarak biz başkasına değil, kendimize bakıyor, kendi gündemimize odaklanıyoruz. Milletimize olan sözlerimizi yerine getirmenin mücadelesini veriyoruz.
Bosna Hersek'in NATO Yolu’nu desteklediğinizi bugüne kadar birçok kez ifade ettiniz. Ancak, Türkiye’nin NATO’daki konumu eskisi gibi güçlü mü? Özellikle S400 alımı konusundaki Amerika’nın tutumundan bahsediyoruz?
2019 yılı NATO’nun kuruluşunun 70’inci, Türkiye’nin de İttifaka katılışının 67’nci yıl dönümüydü. Türkiye, son 67 yıldır NATO’ya en kapsamlı katkıları yapan, müttefikleriyle dayanışma içinde hareket eden ülkelerin başında geliyor. Bosna, Kosova ve Makedonya’daki NATO misyonlarının yanı sıra Afganistan’da da barışın inşasında önemli bir rol üstlendik. Ülkemizin NATO’daki önemi, gücü ve etkinliği tartışma götürmezdir. Öte yandan Türkiye’nin farklı ülke ve bölgelerle geliştirdiği ilişkiler birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır.Ülkemizin egemenlik haklarına giren S-400’ler meselesi üzerinden yapılan tartışmaları biz doğru bulmuyoruz. NATO İttifakı çerçevesinde, milli güvenliğimizi tahkim gayesiyle attığımız adımları, kendi mecrasında değerlendirmek gerekir. NATO Genel Sekreteri de bu meselede ülkemizi destekleyen, bizim tezlerimize müzahir beyanlarda bulunmuştur. S-400 meselesi, Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak üzere attığı bir adımdır. NATO ve F35’lerle menfi anlamda herhangi bir ilişkisi yoktur.
17-25 Aralık operasyonu, Gezi eylemleri, en son darbe teşebbüsü... Son dönemde Türkiye birçok süreci atlattı, birçok ülke de Türkiye'nin bu süreçlerin altından kalkamayacağını düşündü. Peki, Türkiye'nin bugün gerçek siyasi ve ekonomik durumu nedir? Ne kadar etkilendi, ne kadar toparlandı?
Bahsettiğiniz bu saldırılar sadece şahsımızı, partimizi ve hükümetimizi değil, demokrasimizi ve Türk milletinin tamamını hedef almıştır. Bunların hepsi farklı araçlar vasıtasıyla gerçekleştirilmek istenen birer darbe girişimidir. Milletimiz bu gerçeği gördüğü için bu süreçlerin hiçbirinde bizleri yalnız bırakmamıştır. Son 6 yılda yaşadığımız her hadisede vatandaşlarımız, gerekirse kanı ve canı pahasına iradesine, hükümetine ve vatanına sahip çıkmıştır. Böyle çelikten bir iradeyi yıkabilecek hiçbir güç yoktur. Nitekim ekonomimiz 2018 yılındaki kur saldırısından sonra yeniden toparlanma sürecine girdi. Hazine ve Maliye Bakanlığımızın açıkladığı Yeni Ekonomi Programıyla farklı bir ivme kazanıldı. Enflasyon düşmeye, yatırımlar artmaya, sanayinin çarkları tekrar işlemeye başladı. Konut satışları 2019 Kasım ayında yüzde 54,4 ve otomobil satışları ise yüzde 3,5 arttı. Keza ekonomik güven endeksi yüzde 2,6 oranında artarak 93,8’e çıktı. Üçüncü çeyrekteki yüzde 0,9’luk pozitif büyümeyle ülkemiz tekrar büyüme dönemine girdi. Ekim ayında sanayi üretimi bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 3,8 artarken, perakende satış hacmi yüzde 5,9 arttı. Geçen yılın Kasım ayında yüzde 21,6 olan enflasyon, bu sene yarı yarıya gerileyerek yüzde 10,6 olarak gerçekleşti. Aynı şekilde 2019 senesinde ihracatta 180 milyar doları yakalayacağımıza inanıyoruz. Turizmde de tarihimizde ilk defa 50 milyon turistin üzerine çıkacağımızı hesaplıyoruz.
Darbeden bahsetmişken... Fetullah Gülen'in başında olduğu FETÖ ile mücadeleniz hala devam etmekte. FETÖ aynı zamanda Balkan ülkelerinde de çok aktif ve yaygın. Ama bazıları terör örgütü olarak görmüyor. Örneğin, Bosna Hersek'te ''Türkiye'de olanlar başka, burada sadece okullarla hizmet yapıyorlar, ne zararları var'' diyenler var. FETÖ'nün zararlarını, tehlikesini bize anlatabilir misiniz? Onların kurdukları okullarının işlevlerini, amaçlarını anlatabilir misiniz?
FETÖ dünyanın en sinsi ve karanlık yapılanmalarından bir tanesidir. Bu örgüt 251 vatandaşımızı şehit ettiği, 2 bin 193’ünü yaraladığı 15 Temmuz darbe girişimiyle kanlı ve kirli yüzünü ortaya koymuştur. Örgüt için sözde eğitim kurumları militan devşirme ve finans araçlarıdır. Ülkemizde de 40 yıl boyunca örgüt okullar ve dershaneler aracılığıyla çok ciddi imkânlar elde etmiştir. FETÖ'nün tehdit unsuru olmaktan çıkarılmasında örgüte ait bu kurumlarının kapatılması son derece önemlidir. Diğer türlü örgütün genç dimağları zehirlemesine engel olunamaz. Örgütün eğitim, kültür, sivil toplum gibi farklı kisvelerle varlığını sürdürme çabalarını aslında yeni terör eylemlerinin hazırlığı olarak görmek gerekir ve bu tür faaliyetlere karşı her daim uyanık olunmalıdır. Bu gerçeğin farkına varan çok sayıda dost ve müttefik ülke, FETÖ ile iltisaklı yapıları kapatmakta veya örgüte ait okulları Türkiye Maarif Vakfına devretmektedir. Şimdiye kadar 18 ülkede 219 okul Maarif Vakfına devredilmiştir. Zamanla bu sayının artacağına inanıyoruz.
Türkiye'nin Bosna Hersek'teki aktif rolü özellikle son yıllarda daha çok ortaya çıkmaktadır. Ama bunu bir tehlike olarak görenler de var, “Yeni Osmanlıcılık” politikası olarak değerlendirenler de… Net soracak olursak, Bosna Hersek Türkiye için ne ifade ediyor? Bosna Hersek'te ve genel olarak Balkanlarda amaçları nedir?
Türkiye'nin ortak bir tarihi, coğrafyayı ve kaderi paylaştığı Balkan coğrafyasına sırtını dönmesi düşünülemez. Maalesef, 90’lar boyunca Balkanlarda hepimizin yüreğini burkan, içini acıtan olaylara şahit olduk. Üzerinden çeyrek asır geçse de Srebrenica Katliamının acısı halen tazedir. Ancak Balkanlar tarihten ders çıkararak yaşadığı tüm acılara, sıkıntılara rağmen, son 25 yılda istikrar, güvenlik ve barış yolunda çok ciddi mesafe kaydetti. Biz de Türkiye olarak bu sürece destek olduk. Ülkemizin Balkanlara yönelik yaklaşımının çerçevesini, bölgesel sahiplenme, saygı ve kapsayıcılık ilkeleri oluşturmaktadır. Türkiye’nin Balkanlar’da istikrar ve kalkınmanın temini, barışın pekiştirilmesi dışında hiçbir özel gündemi yoktur. Bu politika, hiçbir etnik ve dini unsuru ötekileştirmeden, birlikte var olmanın ve birlikte kazanmanın mümkün olduğunu herkese göstermiştir. Her ne kadar kaostan ve gerilimden beslenen bazı odaklar, bu barış ve istikrar ortamından rahatsız olsa da aklıselimle hareket eden herkes Türkiye'nin bu çabalarını memnuniyetle karşılamaktadır.
Bosna Hersek'teki bazı medyalarda sık sık gördüğümüz bir eleştiri var:şeklinde. Bu argümana örnek olarak da Türkiye'nin Sırbistan'da açtırdığı fabrikalar gösteriliyor. Bu eleştirilere yorumunuz nedir?
Bu iddialar kesinlikle doğru değildir. Türkiye, bağımsızlığından bu yana geçen sürede en sıkıntılı anlarında dahi Bosna-Hersek’i yalnız bırakmamıştır, asla bırakmayacaktır. 8 Ekim 2019 tarihinde Sırbistan, Bosna-Hersek ve Türkiye liderleri olarak Belgrad-Saraybosna Otoyolu Projesi’nin temel atma törenini gerçekleştirdik. İlk etabı 250 milyon dolar değerindeki projeyle, bölgedeki ticari, ekonomik, kültürel, insani ilişkilerin güçlenmesini hedefliyoruz. Bize göre bu sadece bir yol projesi değil, her yönüyle bir barış projesidir. Türkiye'nin Bosna-Hersek’teki doğrudan yatırımlarının toplamı ise 250 milyon dolara yaklaşmıştır. 700 milyon doları bulan toplam ticaretimizde kısa vadede hedefimiz 1 milyar dolardır. 2014 yılındaki sel felaketinden sonra başlattığımız et ithalatı Bosna Hersek’te hayvancılığın ve besiciliğin gelişmesine ciddi katkılar yapmıştır. Aynı şekilde TİKA ve diğer kurumlarımızda kalkınma odakları yardımlarıyla Bosnalı kardeşlerimizin yanındadır.
TİKA, Yunus Emre, Ziraat Bankası, Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi Türkiye kurumlarının Bosna Hersek'te yaptıkları onca tarihi, turistik yapılar, öğrenci yurtları gibi şeyler, Bosna'ya en çok yatırım yapan ülkeler sıralamasında, yatırım olarak sayılmıyor. Bunu bir eksiklik olarak görüyor musunuz?
Türkiye’nin Bosna Hersek’te 13 önemli yatırımı var. Ziraat Bank 32 şubesiyle Bosna Hersek’in bankacılık sektöründe önemli rol oynuyor. Komşu ülkeleri saymazsak, Bosna Hersek’e gelen turistler bakımından Türkiye birinci sıradadır.Ancak Bosna-Hersek'in sunduğu ekonomik ve ticari imkanların çok daha yakından tanınması, tanıtılması gerekiyor. Türk yatırımcılar için Bosna-Hersek, Avrupa’ya açılan bir kapıdır. Ülkelerimiz arasında çifte vergilendirmenin önlenmesi ve Serbest Ticaret Anlaşması gibi ikili ticareti kolaylaştıran pek çok anlaşma var. Siyasi istikrarla beraber Türkiye'nin Bosna-Hersek'teki yatırımlarının daha da artacağına inanıyorum. Bu konuda biz elimizden gelen gayreti göstermeye hazırız.
Geçenlerde Srebrenica Soykırımını inkar eden, Miloşeviç'e destek veren Handke'ye Nobel ödülü verildi. Türkiye buna ilk tepki gösteren ülkelerden biri oldu ve törene de katılmadı. Bu konuda açıklama da yapmıştınız. Okuyucularımız için bu Nobel ödülüyle alakalı görüşlerinizi alabilir miyiz?
Nobel Edebiyat Ödülünün, binlerce Müslümanın kanını döken bir caniyi savunan, destekleyen, hatta öven bir şahsa layık görülmesi utanç vericidir. Kirli ve kanlı siciline rağmen bu şahsı ödüllendirenler, 25 yıl önce Bosna’da işlenen soykırıma da ortak olmuşlardır. Nobel Komitesi, hem edebiyat hem de barış ödülü alanında daha önce de benzer vahim kararlara imza atmıştır. Ortada küresel barış ve istikrar adına hiçbir başarısı olmayan, hatta eline masumların kanı bulaşmış kimi siyasetçiler, bu komite tarafından ödüle layık görülmüştür. Bu şahsın, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin kabul edildiği 10 Aralık İnsan Hakları Gününde ödüllendirilmesi ise ayrı bir garabettir. Acaba bu şahıs Boşnakları değil de İngiliz’i, Alman’ı, Fransız’ı, İtalyan’ı veya Norveçliyi katleden birini övseydi, Nobel Komitesi yine bu şekilde davranabilir miydi? Holokost’u öven bir şahsı ödüllendirmeye cesaret edebilirler miydi? Elbette hayır. Fakat söz konusu Müslümanlar olunca, bu tarz utanç verici skandallara rahatça imza atılabiliyor.
Bosna Hersek'le olan ilişkinizde sık sık bahsedilen bir mesele var, o da rahmetli Aliya İzetbegoviç'in emaneti. O andan bu kadar yıl geçtikten sonra bu emanet sizin için ne ifade ediyor?
Merhum Aliya İzetbegoviç sadece Bosna-Hersek'in değil, İslam dünyasının son asırda yetiştirdiği en büyük mütefekkir, siyasetçi ve dava adamlarından birisidir. O, savaş meydanlarında cesur bir asker, ailesine müşfik bir baba, arkadaşlarına aziz bir dost, milletini bağımsızlığa taşıyan bilge bir liderdi. Aliya İzetbegoviç’in en büyük eseri Bosna, en önemli mirası ise asaletidir. Bu vesileyle kendisine bir kez daha Allah'tan rahmet niyaz ediyorum. Bosna-Hersek ne kadar güçlü, müreffeh ve istikrarlı olursa, Aliya'nın emanetine de o denli sahip çıkılmış olacaktır. Biz de bu anlayışla hareket ediyor, her alanda Bosnalı kardeşlerimize destek veriyoruz.
Son olarak, Bosna Hersek halkına bir yeni yıl mesajınız olur mu?
Bosnalı kardeşlerimize ve Türkiye ile gönül bağı olan Balkanlardaki tüm dostlarıma söylemek istediğim ilk şey, Türkiye'nin her zaman yanlarında olacağıdır. Biz Bosna-Hersek'in huzuru, istikrarı ve barışı için çalışmaya devam edeceğiz. Tüm Bosna-Hersek halkına 2020 senesinde Rabbimden esenlikle diliyor, ülkem ve milletim adına selamlarımı iletiyorum. (İLKHA)