Uludere’de yaşanan trajedinin üzerinden bir yıl geçti. 34 sivilin ölümüne sebep olan faillerin bulunacağına dair sözler verildi. Meclis Uludere Komisyonu kuruldu, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca soruşturma başlatıldı. Ancak henüz ne komisyon ne de savcılıktan tatmin edici bir sonuç, yüreklere su serpen bir açıklama geldi. Savcılığın yürüttüğü soruşturma, gizlilik kararı sebebiyle tam bir muammaya dönüştü. 12 aydır haber bekleyen aileler ise buruk, kırgın ve ziyadesiyle öfkeli… Failler cezalandırılmazsa köylerini boşaltıp Kuzey Irak’a yerleşmeyi düşünüyorlar.
Şırnak’ın merkezine 2,5 saatlik uzaklıkta Uludere ilçesine bağlı bir sınır köyü Ortasu. Halk arasında adı Roboski. Gidebilmek için koca dağların eteklerini, kıvrımlı yolları, keskin virajları aşmanız gerekiyor. Yol üstlerindeki tepelerde gelen geçeni gözleyen, ateş yakıp ısınan koruculara rastlıyoruz. Kontrol noktalarında sık sık bagaj açıyoruz, kimlik gösterip nereye gittiğimizi anlatıyoruz. Nihayet ulaşıyoruz köye. İlk olarak Halime Encü’nün evine misafir oluyoruz. Halime Hanım bizi kapıda görünce acısı tazeleniyor, gözleri dolu içeri buyur ediyor. Yer minderleriyle döşeli evin salonunda dizlerimizi kırıp oturuyoruz. Acının ağırlığı üzerimize çöküyor, sorularımızı yarayı kanatmama endişesiyle soruyoruz. Taziye evlerine gazeteci olarak gitmek zor, tahammülfersa acılar hakkında sorular yöneltiyorsunuz. Ama onlar, öylesine yalnız bırakılmışlık hissine bürünmüş ki seslerini önlerinde ümitsizce bekledikleri kapıların ardına duyurmak istercesine anlatmaya başlıyorlar.
Küçük kızı Funda’ya işaret ediyor Halime Hanım, fotoğrafları getirmesini istiyor. Sonra bize dönüyor acılı sesiyle, “Devletin adaleti bu mu? Bak işte benim oğlum, Serhat. Yüzüne bak, bu çocuk öldürülecek insan mı? 7. sınıfa gidiyordu benim oğlum, öğrenciydi, Kur’an okurdu. Bak bu da amcasının oğlu Hamza. Bu çocuk daha yeni askerden gelmişti. Bu sabilerin günahı neydi? 3 yolun başını da askerler tutmuş, bırakmamışlar oğlum gelsin. Adalet istiyorum. Dört F16’yı koca bir devletin üzerine bile salmazlar. Bu çocukların üzerine bomba yağdırdılar.” Şivan’ın annesi Hediye Encü de orada. Hediye Hanım anlatıyor: “Babası on beş yıl önce bıraktı gitti çocuklarını, bizi... 16 yaşında, beş çocuğuma da Şivan bakıyordu.”
Selam Encü’nün annesi Semire Hanım, “Binbir zorlukla büyüttüm, fakirlikten geldi çocuğumun başına ne geldiyse.” diyor. Kızkardeşi Nevruz, üniversiteden yeni mezun ağabeyinin KPSS kitaplarını gösteriyor.
Katırla kaçak ticaret yapan 34 köylü, geçen yıl 28 Aralık’ta Kuzey Irak sınırından geçerken ‘terörist’ ihbarı üzerine dört F16 uçağının bombardımanı sonucu öldürülmüştü. Kasten mi yapıldı, iddia edildiği gibi devlet içerisindeki derin yapılanma ile PKK arasındaki gizli işbirliğinin kurbanı mı seçildi bu siviller, henüz bilinmiyor. Hemen hepsi çocuk, delikanlı, birkaçı da yetişkin denecek yaşta. Olayın vahameti öyle büyüktü ki devlet ricalinin alelacele yaptığı ilk açıklamalar, “Olur mu öyle şey, devlet vatandaşını bombalamaz!” şeklindeydi. Dillere dolanan cümleler ise, “Bu bir kaza, istihbarat hatası, bile isteye böyle şey yapılmaz.” oldu.
Ortasulu ailelerin en çok içerlediği nokta burası; vahim olayı kabullenmek yerine yok saymak. İnanması güç; ama rivayete göre, bir devlet görevlisi “Canım farz edin ki iki otobüs çarpıştı ve çocuklarınız kazada öldü.” bile demiş. Aileler olayın karartılmasından ve faillerin meçhul kalmasından korkuyor. Diyarbakır ve Şırnak Cumhuriyet başsavcılıklarının ortaklaşa yürüttüğü soruşturmanın ne aşamada olduğu bilinmiyor. Ailelerin ve avukatların soruşturmaya dair en ufak bilgisi yok.
‘Gizlilik kararı kaldırılsın’
Geçen günlerde Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, soruşturma üzerindeki ‘kısıtlama’ kararının kaldırılması için savcılığa başvurdu. Soruşturmanın gizli yürütülmesi sebebiyle bugüne kadar ne tür işlem yapıldığı, şüphelilerin tespit edilip edilmediği, tespit edilmişse ifadelerine başvurulup vurulmadığı ve işlenen suç hakkında hangi delillerin toplandığı konusunda mağdur avukatlarının bilgisi bulunmuyor.
Avukatlar, 8 Haziran 2012’de dosyanın kendilerine verilmesi ve yapılan işlemler konusunda bilgi talebini içeren iki dilekçeyi o dönem görev yapan Diyarbakır Başsavcı Vekili Ahmet Karaca’ya teslim etmiş. 12 Aralık’a kadar herhangi bir cevap gelmeyince dilekçelerinin akıbetini sormak için tekrar savcılığa başvurdular. Savcılığın verdiği cevap hayli ilginç: “Dilekçeleriniz dava dosyasında yer almıyor.” Avukatlar, aynı gün savcılığa yeni dilekçe verdi. Dilekçede, kısıtlamanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı olduğu vurgulanarak “Olayın üzerinden 1 yıla yakın süre geçmekle birlikte, soruşturmanın etkin bir şekilde yürütüldüğünden kaygı duymaktayız.” denildi. Ayrıca, hükümet yetkililerinin olaya ilişkin açıklamalarıyla ‘yargıyı etkileme’ suçu işlediği ileri sürülerek, haklarında soruşturma başlatılması talep edildi.
“Hata olduğunu söylüyorlar, kimi suçlayalım?” diye soruyor Serhat’ın ablası Hanım Encü. Böyle bir olayın Başbakan’dan, Genelkurmay Başkanı’ndan habersiz olamayacağını savunuyor: “Madem onların suçu yok ve istihbarat yanlış verildi; o zaman desinler ki, ‘sorumlusu şudur’! Aylarca soruşturuluyor; ‘gereği yapılacaktır’ diyorlar sonra da ‘Her kürtaj bir Uludere’dir’ diyerek gündemi değiştiriyorlar. Hangi vicdana sığar, önce kardeşimin hesabını versinler.” Olaydan sonra hiç kimsenin yanlarında olmamasından yakınıyor. Aralarında 13 yaralı bulunmasına rağmen kara ve hava ambulansının olay yerine gelmediğini hatırlatıyor. Kardeşi Serhat ve amcasının oğlu Hamza da yaralılar arasında. Serhat’ın ayağı kırık ve duman sonucu zehirlenme yaşadığı için kurtulma ihtimali üzerinde duruyor. “Yaralılarımız da o soğukta kan kaybından, zehirlenmeden öldü. Gazeteleri açıp bakıyorum, sayfanın bir yanında kardeşimin cenaze fotoğrafı bir yanda komutanlara verilen ödüller… O ödüller bize hakarettir!”
Adalet olmayan ülkeden gideriz
Ziyaret ettiğimiz ikinci ev, bombardımanda üniversiteyi yeni bitiren oğlu Selam’ı kaybeden Semire Encü’nün evi. Tek gözlü evinde ağırlıyor bizi. Kendi imkânlarıyla birkaç defa Ankara’ya, Meclis’e gitmiş. “Herhangi bir bilgi alabildiniz mi?” diye soruyoruz. “Hayır” diyor. “Meclis’e gittiğimizde Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’le görüşmek istedik, talebimiz kabul edilmedi.” Acı dolu bir yılda muhatap bulamamak onları daha fazla yıkmış. Çocuklarının yoksulluktan dolayı kaçağa gittiğini anlatıyor Semire Hanım: “Fakirliğimizden gidiyorduk. Bizim suçumuz neydi ki böyle bir plan geldi başımıza. Hükümetin bu olayın üzerine gitmemesinin sebebi ne? Neden kimse bize sahip çıkmıyor?” Selam’ın kız kardeşi Nevruz da öfkeli bir şekilde tamamlıyor annesinin sözünü: “Şüpheleri kendi üzerlerine çekiyorlar, suçlayacağımız başka kimse yok. Hepsi okul çocuğuydu bunların. Biz adaleti olmayan, bize mezar olan bu topraklardan artık göçüp gideceğiz.”
Yüksel Ürek’in (16) annesi Emine Ürek: “Devletin adaletsizliği içime sığmıyor, bana günahsız oğlumun katillerini göstersinler artık!”
Bir başka acılı anne (Yüksel’in annesi) Emine Ürek ile konuşuyoruz. Yakın zamanda Meclis’e gitmişler, siyasilerle görüşmüşler. “Nerdeyse senemiz doluyor, biz adalet arıyoruz.” demişler. Ama nafile, “Araştırma yapıyoruz” cevabından ötesini alamamışlar. Meclis’teki Uludere Komisyonu’ndan da hiç ümitli olmadığını söylüyor Emine Hanım. Elindeki fotoğrafı gösteriyor bize ve soruyor: “Bu çocuğun terörist gibi bir hali var mı? Terörist iki bidon mazotu götürüp ne yapsın? Tarihte hiç görülmüş mü 40-50 kişilik terörist grubun seksen katırla dolaştığı? Hangi terörist el feneriyle dolaşmış? Hangisi kaçmayıp katırının ipini tutup beklemiş?” 24 Ağustos’ta Uludere’de devrilen asker minibüsünün imdadına koştuklarını hatırlatıyor: “Biz bu ülkenin vatandaşıyız, onlar da benim yavrularım gibiydi. Biz ayrım yapmıyoruz, peki devlet neden bizi ayırıyor, bize adalet sunmuyor? TC kimlik numarası verebiliyorsa askere çağrılabiliyorsa güvenliğini de sağlamak zorundaydı. Devletin adaletsizliğini içime sığdıramıyorum.”
Meclis Uludere Alt Komisyonu Başkanı AK Parti Ordu Milletvekili İhsan Şener, geçen günlerde olayın sorumluları hakkında sorulan sorulara “Önceki operasyonlarda emri kim verdiyse, Uludere’de de o vermiştir. Bizim ‘Mehmet tetiği çekmiştir, Hüseyin ateş etmiştir’ gibi fantezi yapacak halimiz yok.” diye cevap verdi.
Komisyon, kamuoyunda merakla beklenen raporu olayın yıldönümünde (28 Aralık) açıklamayı planlıyor. Aslında raporun kasımda bitmesi ve açıklanması bekleniyordu. Ama, konunun hem kasımda hem de bir ay sonraki yıldönümünde iki kez gündeme gelmemesi için ertelendiği iddia ediliyor. Bazı komisyon üyelerinin konuşmalarına bakılırsa, raporda olayın istihbarat kuruluşları arasındaki koordinasyonsuzluk yüzünden meydana geldiği yazılacak. “Failleri yargı süreci sonunda ortaya çıkacaktır.” denilerek top yargıya atılacak.
Meclis Uludere Komisyonu, Ortasu köyüne gidip incelemeler yapmış ve aileleri de teker teker Meclis’e çağırıp dinlemişti. Ayrıca HERON görüntülerini inceleyip ‘Görüntüler nasıl aktarıldı, üst birlikler neler sordu, bu arada neler tartışıldı?’ gibi sorulara cevap aradı. Araştırma sırasında Genelkurmay’dan istenen bilgiler gelmedi. Gönderilen 7 sayfalık rapor komisyonun sorularına cevap vermiyordu. Raporun 6 sayfasında bugüne kadar yaşanan terör olayları anlatılıyor, 7’nci sayfasında Uludere konusuna değiniliyor; fakat olayın niteliğine yönelik hiçbir şey söylemiyordu. Komisyon Başkanı Ayhan Sefer Üstün, bunun üzerine, gizlilik kararının gerekçe gösterildiğini belirtmiş ve “Her kurumun kendi soruşturma ve inceleme yetkisi vardır. Sayın Savcının soruşturma yapma yetkisi ve gizlilik kararı almış olması komisyonumuzun görev ve yetkilerini ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla istediğimiz bilgilerin verilmesini bekliyoruz.” demişti.
Diğer yandan soruşturmayı yürüten savcılığın da mesafe katedemediği söyleniyor. İddialara göre, bugüne kadar askerî kurumlarla yüzlerce yazışma yapıldı ancak istenen cevaplar, bilgi ve belgeler bir türlü alınamadı. Mesela Genelkurmay Başkanlığı’nın gönderdiği görüntüleri, bilirkişiye inceletmek isteyen savcının ASELSAN’a onlarca kez yazı yazdığı; ancak sonuç alamadığı öne sürülüyor. Görüntülerin ne anlama geldiğini ortaya koyacak uzman kişiler bulamadığı için de bu konuda henüz sağlıklı bir değerlendirme yapılamadı.
Türkiye, Uludere ile yüzleşmeyi âdet olduğu üzere onlarca yıl sonraya havale mi edecek? Bu çağda bunun mümkün olmadığını devlete birilerinin anlatması gerekiyor. Uludere, sesinin karşılık bulmasını bekliyor.
Başbakan: Sorumlular bulunacak
Uludere faciasında hükümet, bombardımanın bir plan dâhilinde değil hata sonucu gerçekleştiği üzerinde duruyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, ilk günden itibaren olayın ihmal ve hatadan kaynaklandığını belirterek sorumluların ortaya çıkarılacağını söyledi. Özür taleplerini ise karşılıksız bıraktı. 24 Mayıs’taki bir basın toplantısında, eşi Emine Erdoğan ve bazı bakanların Ortasu’ya gittiğini hatırlatarak “Attığımız adımlarla zaten özür dilenmiştir.” dedi. Konunun hükümeti yıpratmak için terör örgütü tarafından gündemde tutulduğunu söyleyerek üzerinde durulmamasını istedi. 26 Mayıs’ta partisinin kadın kolları temsilcilerine hitap ederken de kürtaj tartışmalarına değinip “Her kürtaj bir Uludere’dir!” yorumunu yaptı. Dosyanın karartılmasının söz konusu olmadığını vurgulayarak konuyla ilgili son kez konuştuğunu belirtti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise aynı günlerde gazetecilere şu değerlendirmeyi yaptı: “Özrün de ötesinde çok derin acılar duyduğumuz bir mevzu bu. İhmal mi vardır, imkân noksanlığı mı vardır, onunla ilgili gayet ciddi bir soruşturma devam etmektedir. Herhangi bir karartma kesinlikle söz konusu değildir. Askerî makamlarımız, her türlü dokümanı, bilgiyi, kaydı ilgili yargı makamlarına vermiştir.” (Ufkumuz)