Mısırlı İnsan Hakları Savunucusu Hebatullah Hassan, 2013 yılında Abdulfettah Sisi tarafından Mısır'da gerçekleştirilen askeri darbe sürecinde yaşananlar hakkında İLKHA muhabirine açıklamalarda bulundu.

Hebatullah Hassan, Mısır'da insan haklarının darbe yönetimi tarafından hiçe sayıldığını, haklarını arayan herkesin düşman görülerek tutuklandığını ifade etti.

 

"Mısır'da insan haklarından söz eden herkes hükümete karşı komplo kurmakla suçlanıyor"

Hassan, "Mısır'da yaşanan insan hakları ihlallerini konu alan bir kuruluşta görevliyim. Yaklaşık bir yıldır Türkiye'deyim. Maalesef Mısır'da yaşanan güvenlik sorunları nedeniyle ülkemden ayrılmak zorunda kaldım. Ben de hukuk alanında orada verdiğimiz mücadeleden dolayı tutuklanması gerekenler listesine alındım. Zira Mısır'da insan haklarından söz eden, hak ve hukuk söylemlerinde bulunan herkes, hükümete karşı komplo kurmakla suçlanıyor ve arananlar listesine konuluyor." dedi.

"Birilerinin ülkede darbe yapma niyetinde olduğunu görüyorduk"

25 Ocak Devrimi'nde halkla beraber meydanlara indiğini, halkla birlikte özgürlüklerine, hak ve hukuklarına saygı gösterilmesini talep ettiklerini belirten Hassan, "İnsanlar baştan beri onurlu bir yaşam istiyorlardı. Devrim sonrası Mısır'da ilk defa demokratik bir seçim gerçekleştirildi. İnsanlar kendi tercihlerine göre birini seçtiler. İnsanlar seçim sonrası kendilerini temsil eden bir anayasanın yapılması için sandık başına gitti. Tabi bunlar Mısır halkının talep ettikleri şeylerdi. Öncelikle bir başkan seçmek ve sonra bir anayasa elde etmek. Halk, talep ettiği şeyleri 3 Temmuz 2013 öncesi elde etti. 3 Temmuz 2013 öncesi bir takım darbe girişimleri, ülkeyi kaosa sürükleme girişimleri yaşandı. Bu süreçte ülkede bir darbeye doğru gidildiğini ve birilerinin ülkede darbe yapma niyetinde olduğunu görüyorduk. Mısır'da derin devlet ve dış destekli çeteler tarafından darbeye zemin hazırlanıyordu." diye konuştu.

"Protesto gösterilerinden sonra Rabia ve Nahda meydanlarında katliam yaşandı"

Hassan, "Mısır halkının tüm haklarının iade edilmesi için düzenlenen gösteriler ve faaliyetlere iştirak ediyorduk. Biz hukukçular ve insan hakları savunucuları olarak bu tür faaliyetlerden geri durmuyorduk. Yaşanan hak ihlallerini medya kanalıyla dünyaya yayma gayreti içerisindeydik. 3 Temmuz 2013 tarihinden sonra yaşananlar ve Mısır'ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'ye yapılan darbe sonrasına kadar da hukukçular olarak varlığımızı sürdürmeye devam ettik. Maalesef bu darbe çok şiddetli bir şekilde gerçekleşti. Yüzbinlerce Mısırlı ya şehid edildi veya zindanlara atıldı. Halk tarafından geniş çapta gerçekleştirilen bu protesto gösterilerinden sonra 14 Ağustos'ta Rabia el Adeviyye ve Nahda meydanı katliamları yaşandı." ifadelerini kullandı. 

Mısır'ın Giza kentinde bulunan Nahda Meydanı'nda bizzat bulunduğunu belirten Hassan, gösterilerin sadece Rabia ve Nahda meydanlarında olmadığını aksine Mısır'ın birçok kentinde gerçekleştiğini söyledi.

"Nahda Meydanı 45 gün boyunca askerler tarafından muhasara altına alındı"

Meydana yapılan saldırılar ve meydana yönelik provokasyonları yayınlamakla uğraştığını belirten Hassan, "Tahrik edici saldırılar sadece asker tarafından değil burada 'baltacılar' tarafından da yapılıyordu. Kaos ortamı oluşturma girişimleri yapılıyordu. Baltacılar, Mısır askerleri tarafından destekleniyor ve meydanlarda bulunan halka eziyet ediyorlardı. Nahda Meydanı'nda yaklaşık 45 gün boyunca kaldık. Evet, Ramazan ayıydı. Mısırlılar uyumlu bir şekilde hareket etmeye, şiddetten her an uzak durmaya çalışıyorlardı. Darbeci Sisi, meydanlarda bulunan insanları dağıtmak ve sonrasında ise kendisine yeniden seçim düzenleme meşruluğu kazandırmak için ortamı sakinleştirmeye çalışıyordu. Meydandaki halk, çevresiyle uyumlu hareket ediyordu. Meydana sürekli olarak saldırılar düzenleniyordu. İnsanlar bu saldırılar esnasında yaralanıyordu. Her gün yaralıların sayısı artıyordu. Nahda Meydanı'nda, bir meydan hastanesi kurulmuştu ve yaralılar buraya getirilerek tedavi altına alınıyordu. Ama binlercesi şehit oldu. Nahda meydanının etrafında Mısır askerleri konuşlanmış ve keskin nişancı atışlarıyla halk bir bir şehit ediliyordu. İnsanlar tüm bu saldırılara rağmen kendi verdikleri kararın ortadan kaldırılması ve hiçe sayılmasını kabul etmiyorlardı." dedi.

Nahda ve Adeviyye meydanlarında katliam yaşandı

Yaşanan saldırı sonucu birçok kişinin şehid olduğunu ancak buna rağmen Batı medyasının olanları görmezden geldiğini vurgulayan Hassan, şahit olduklarını şu şekilde aktardı:

Sisi, meydanda bulunan halkın elinde silah olduğu yalanını yayıyordu. Sisi, insanların meydandan ayrılmayacağını anlayınca, yalan yanlış iddialarla meydandaki halka ve sivillere saldırmak için meşruluk kazanmak istiyordu. Ağustos ayının 14'ünde Nahda ve Adeviyye'ye saldırarak burada bir katliam gerçekleştirdi. Bu katliamın yaşandığı anda ben de meydandaydım. Meydanın etrafı zırhlı araçlarla, helikopter ve tanklarla çepeçevre sarıldı. Sisi, protestoları düzenleyen ve katılan herkesi katliama tabi tutarak yok etmek istiyordu. O gün kullanılan gazların ne olduğunu hala öğrenemedik. Öyle bir şeydi ki insanın vücudunda tutulmalara neden oluyor, nefesi kesiyordu. Birçok insan bu gazın etkisini aylarca hissetti. İnsanlar canlı canlı yakıldı.

"Sığındığımız binadan esir kafileleri gibi çıktık"

Sözlerinin devamında, "Buradaki meydan hastanesine giden araçlara içindeki yaralılarla birlikte saldırı yapılıyordu." diyen Hassan, "Meydanda bulunan basın mensuplarının olduğu bölgeye saldırı düzenliyorlardı. Meydanda bulunanların onlarcası tutuklandı, birçok kişi katledildi. Geride kalanlar mühendislik fakültesine sığındılar. Sisi'nin askerleri burayı muhasara altına aldı. Bu binaya sığınanlar akşama kadar muhasara altında kaldı. 12 saat boyunca Mühendislik fakültesinden çıkamadılar. Burada muhasara altındaydık. Bina ateş altına alındı. İçeride bulunan birçok kadın, çocuk ve yaşlı açılan ateş sonucu yaralandı. Basın, parlamenterler ve kamuoyunun baskısıyla binadaki insanların çıkmasına izin verildi. Binadan çıkarken esir kafileleri gibi çıktık. Binadan çıkıp meydana doğru ilerleyenlere baltacı gruplar ve bazı güvenlik güçleri tarafından saldırılar oldu. Meydanda yaşananları kameralara çektik. Kayıtlarımızın bulunduğu birçok kamerayı kırarak kullanılamaz hale getirdiler. Mühendislik fakültesinde kaldığımız 12 saat içerisinde yüzlerce kişi öldü. Yaralıları tedavi etmek için yollar arıyorduk ama bulamıyorduk. Yaralılar acıdan çığlık atıyordu. Bu manzarayı orada bulunan basın mensupları ve haber ajansları yoluyla aktarmaya çalışıyorduk. En azından yaralılarımızı tedavi etmek için müsaade edilmesini istiyorduk. Ancak bu taleplerimiz kabul edilmiyordu. Uluslararası savaş hukukuna göre yaralılar için tedavi imkânı sunulması gerekir. Maalesef taleplerimiz reddediliyordu. Hatta bina içerisinde yaralı olup tedavi edilmediği için ölenler oldu. Bazı yaralılar, akşam çıkış izni verilenlerle birlikte dışarı çıktılar. Arkadaşları onları omuzlamış, çıkmalarına yardım ediyordu. Bunlara binanın dışında saldırılar yapılarak ellerindeki kameralar kırıldı. Saldırının ikinci günü morglara gittiğimizde her taraf şehid cenazeleriyle dolmuştu. Adeviyye ve Nahda meydanlarından getirilen cesetlerle morglar dolup taşmıştı. Hatta caddelere boydan boya cesetler diziliyordu. Çünkü artık morglarda yer kalmamıştı.  Ağustos ayının 15 ve 16'sında insanlar, öldürülen insanların haklarını ve hür iradeleriyle seçim sandıklarında tercih ettikleri haklarını talep etmek için büyük bir kalabalıkla meydanlara indiler. Fakat Ağustos'un 17 ve 18'inde başka katliamlar yaşandı." dedi.

"Öz kardeşim Abdurrahman Muhammed Hasan şehid edildi"

"Ben Nahda meydanında uğradığım yoğun gazdan dolayı 2 aydan fazla süre tedavi oldum." diyen Hassan, "Çünkü tamamen farklı bir gaz kullanıldı. Ben bu kullandıkları gazın uluslararası çapta yasak olan bir silah olduğunu düşünüyorum. Çünkü birçok arkadaşım ve çevremizdekiler aylarca onun etkisinde kaldı. Şehidlerin ve yaralıların en çok olduğu yer Rabia el Adeviyye meydanıydı. Öz kardeşim Abdurrahman Muhammed Hasan, Adeviyye meydanında boynundan vurularak şehid edildi." ifadelerini kullandı.

"Muhalifler şiddet ve kargaşa yanlısı olarak yaftalanarak susturuldu"

Darbeci Sisi'nin darbe yaptıktan sonra kendi hükümetini daha da güçlendirmek ve kendini meşrulaştırmak için birtakım girişimlerde bulunduğunu, yeni bir anayasa ve yeni bir başkanlıktan söz etmeye başladığını, bunun propagandasını yaptığını söyleyen Hassan, "Tüm Mısırlılar biliyordu ki bu uygulamalar ve Sisi'nin kendini meşrulaştırma çabaları hiçbir şekilde meşru çerçevede işlemiyordu. Sisi'nin yapmaya çalıştığı şeyler, Mısır halkının 25 Ocak Devrimi'nden sonra elde ettiği hakların tamamen zıddınaydı. Göstermelik bir seçim yapıldı. Muhammed Mursi'nin seçildiği cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halkın seçimlere katılım oranı yüzde 45'leri aşıyordu. Ama Sisi'nin seçildiği seçimlerdeyse yüzde 5'lik bir katılım vardı. Bu seçimler baskı altında yapıldı. Her yerde asker ve güvenlik güçleri vardı. Her yeri tutmuşlardı. Tüm bu yaşananlar gerçekleştirilen seçimin hukuki ve demokratik olmadığını, insanların hür iradeleriyle oy kullanmadığını gösteriyordu. Bu seçimler hiçbir şekilde şeffaf ve dürüst değildi. Sadece rutin olarak gerçekleştirilmiş ve resmi olarak 'Burada bir cumhurbaşkanı var.' mesajını vermek için yapıldı. İnsanlar 2013 yılından 2016 yılına kadar meydanlarda Sisi'yi protesto etmeye devam etti. Fakat rejim ile güvenlik güçlerinin aşırı baskı ve yıldırma politikası neticesinde insanlar susturuldu. Herhangi bir yolla muhalif görüş belirten herkes şiddet ve kargaşa yanlısı olarak yaftalanarak susturuldu." diye konuştu.

"Önceden sadece erkekler tutuklanırken şimdi kadın ve çocuklar da tutuklanıyor"

Rejimin, baskı politikalarını uygularken sınıf ayırımı yapmadığını vurgulayan Hassan, Sisi cuntasının sadece direnişin sembolü haline gelen İhvan-ı Müslimin ile sorunlarının olmadığını, muhalif olan herkesle sorunlu olduklarını ifade etti.

Hassan, "Son günlerde rejim, hakkını isteyen herkesle sorun yaşıyor ve herkesi kendine düşman belliyor. Hatta rejim kendisine darbe esnasında destek verenlerle bile sorun yaşamaya başladı. Onlardan bazıları şu an zindanda. Sisi'yi cumhurbaşkanlığı ve anayasa değişikliği seçimlerinde destekleyip stant açan partilerin başkanları şu an zindana atılmış durumda. Onlara hiçbir partisel faaliyet veya bir konferans düzenleme imkânı verilmiyor. Zaten hiçbir kanun uygulanmıyor. Önceden tutuklamalar sadece erkeklere yönelikti. Şimdi kadınlar ve çocuklar esir ediliyor. Hakkını savunup hak iddia eden herkes susturularak zindana atılıyor. Bazen aile fertlerinin hepsi bir anda esir ediliyor. 2018 yılından beri çok sayıda çocuk, zorla esir edilmiş ve hala esir olarak tutuluyorlar. 14 aydır beraberlerinde 3 aylık bebekle birlikte bir aile esir tutuluyor. Aileden hiç haber alınamıyor. Önceden kadınların esir edilme sayısı azdı ama şimdi bu sayılarda ciddi bir artış var. Bugün zindandaki esir sayısı geçmiş yıllara oranla çok fazla. Yaşı 60-70 olan yaşlı kadınlar şu an zindanlara atılmış. Zindanlar insani yaşam için hiç elverişli değil." ifadelerini kullandı.

"Sadece bir haftada 15 intihar olayı yaşandı"

Ülkenin ekonomisinin çok kötü durumda olduğunu hatta bazı vatandaşların yiyecek, içecek dahi bulamadığını hatırlatan Hassan, "İnsanlar hayatın en önemli bir parçası olan güvenli bir evde yaşamaktan bile mahrum bırakılmışlar. Maddi sıkıntılar neticesinde güven kalmamış. Mısır'ın toplum seviyesine bakıldığında orta seviye yok. Üst tabaka var, o da Mısır'ın tüm zenginliklerine sahip. Bir de alt tabaka, bunlar da yiyecek bir lokma ekmeği bile zor buluyor. Maalesef ekonomik olarak Mısır'ın durumu çok kötü. Son zamanlarda intihar olayları artmış durumda. Sadece bir haftada 15 tane intihar olayı yaşanıyor. Gençlerin ve vatandaşların psikolojisi çökmüş durumda. Tüm bunların nedeni de maddi sıkıntılar ve insanlarda işlerin iyi gideceği ve kazanacaklarına dair bir umudun olmamasıdır. Hatta üniversitelerde başarılı olmak bile insana bir şey kazandırmıyor." diye konuştu.

"Mısır halkının yaşadıklarını her yerde anlatıyorum"

Hassan, son olarak şu ifadelere yer verdi: "Burada geçici olarak ikamet ediyorum. Ailemle beraberim. Mısırdaki kardeşlerimin uğradığı haksızlıklara ve zulümlere ses olmak istiyorum. Türkiye'de olsun veya Avrupa ülkeleri olsun oradaki insan hakları kuruluşlarıyla iletişime geçerek bu haksızlıkları ve yaşanan zulümleri anlatıyorum. Onlarla ortak bir şekilde hareket ederek bu haksızlıkları anlatıyoruz. Mısır halkının meselesini her yerde anlatıyorum. Esirlerin dramını, tasfiye edilenleri ve genel anlamda Mısır halkının sorunlarını anlatıyorum. Şu an ki rolüm bu şekilde. Ailem burada ama kardeşlerim, diğer akrabalarım hala Mısır'da. Kız kardeşim maalesef güvenlik tarafından takibe maruz aldı. İnsanlar sadece siyasi görüşünden dolayı baskı ve esarete maruz bırakılmıyorlar. Bilakis resmi bir dairede, iş yerinde veya günlük hayatta uğradığı bir haksızlığa tepki gösterdiği, hakkını aradığı için de baskıya ve esarete maruz kalabiliyor. Çünkü hükümet dairelerine yolsuzluk had safhada." (Nizamettin Aşkın, Zeyd Varol- İLKHA)