Nizamettin Aşkın-İSTANBUL

HÜDA PAR Genel Merkezi “10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü” münasebetiyle bir panel düzenledi.

Zeytinburnu Kazlıçeşme Kültür Merkezi’nde düzenlenen ve moderatörlüğünü Av. Hasan Bozdaş’ın yaptığı panele konuşmacı olarak HÜDA PAR Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Hüseyin Yılmaz, MAZLUMDER Genel Başkanı Ramazan Beyhan, İnsan Hakları Cemiyeti Genel Başkanı Av. Mehmet Karadağ, ÖZGÜR-DER Genel Başkanı Rıdvan Kaya, Doğu Türkistan Maarif Cemiyeti ve Doğu Türkistan STK’lar Birliği Başkanı Hidayet Oğuzhan, Gazeteci-Yazar Faruk Köse, Av. Muhammed Sabır Fırat katıldı.

Programın açılış konuşmasını yapan HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Hüseyin Yılmaz, insan haklarına batının bakış açısıyla bakmadıklarını, hakların Allah’u Teâla tarafından insana verildiğini ve insanın şerefli bir varlık olarak yaratıldığını söyledi.

“İSLAM İLE BATININ İNSANA BAKIŞI ARASINDA CİDDİ FARK VARDIR”

Allah’u Teâla’nın insanı yeryüzüne kendi halifesi olarak gönderdiğini ve eşrefi mahlukat olduğunu hatırlatan Yılmaz, “Bizim için insan hakları Hazreti Adem (Aleyhisselam) ile başlar. İnsan haklarını son din olan İslam’da vahiy ile belirliyor. Son çerçevesini de Peygamber efendimiz (Sallalahu Aleyhi Vesellem) veda hutbesinde bir kez daha ana çerçevesini belirliyor. Bunu da tüm Müslümanlara miras olarak bırakıyor. İslam dünyasında 1500 yıl önce bunlar olurken batı 1948 yılında daha yeni yeni insanın değerinin farkına varıyor. Kadınlar ve siyahilerin insan olup olmadığını tartışan bir batı medeniyeti bugün bize insan haklarını pazarlıyor. Bizi insani değerlere riayet etmemekle suçluyor. Biz kendi kaynaklarımızı bilmediğimiz için insan haklarını batının istediği şekilde alıyoruz. Batının insan haklarına bakışı kendi çıkarlarını korumak, emperyalist güçlerin çıkarlarına hizmet eden noktadadır. Barış, demokrasi, özgürlük gibi kelimelerin arkasına sığınarak İslam coğrafyasını sömürmek için bahane olarak kullanıyorlar. Sözde Afganistan’ı özgürleştireceklerdi ama hali ortada. Irak’a demokrasi götüreceklerdi ama hali ortada. Libya’yı diktatörden kurtaracaklardı ama hali ortada. Suriye’nin,  Afrika’nın hali ortada. Bu açıdan İslam ile batının insana bakışı arasında ciddi fark vardır. Biri sözde bakıyor diğeri ise insana insan olduğu için değer veriyor.” diye konuştu.

İslam’ın insanın değerini ortaya koymak için 5 temel esas ortaya koyduğunu söyleyen Yılmaz, “Bu 5 temel hak din, mal, can, akıl ve nesil emniyetidir. Bunlar bütün hakların ana kaynağıdır. Diğer bütün hakların tümü bu 5 temel hak altında yerini alır. İslam bunu dinin esaslarından kabul etmiştir.” dedi.

Birleşmiş Milletlerin 10 Aralık 1948 yılında ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul ettiğini ve siyonistlerin aynı yıl Filistin’i işgal ettiğini vurgulayan Yılmaz, BM’nin insan hakları adına canı, malı, nesli koruması gerekirken maalesef sadece seyrettiğini söyledi.

Yılmaz, “Demek ki batı dünyası bu hakları kendisi için kullanıyor. Bunlar kendilerine demokratlar. Kendilerine, insan hakları savunucuları! Kendi ülkeleri için istedikleri hakları sömürdülkleri ülkeler için istemiyorlar. Bunu sömürülerine alet ediyorlar.” şeklinde konuştu.

“HAK VE ADALET ÇITASINI EN YÜKSEĞE KOYANLAR PEYGAMBERLERDİR”

BM ve daimi temsilcilerin dünyadaki bütün katliamları besleyip koruduğunu belirten MAZLUMDER Genel Başkanı Ramazan Beyhan, “Bir yerde zulüm varsa ve bunu dile getirdiğinizde bu 5 daimi üyeden birisini etkileseniz bile diğerleri veto ediyorlar. Böylece adeta kendi aralarında anlaşmış gibi zulüm devam ediyor. Bu hakların sahibinin Allah (Celle Celalüh) olduğuna inanıyorum. Hakların O’nun verdiğine ve hesabını soracağına inanıyorum. Bu haksızlıklar, zulümler hiçbir zaman kendi haline kalmaz. Zalimlerin yaptıklarından Allah’ın (Celle Celalüh) gafil olduğunu sanmayın. Onun için kendi köklerimize, kendi medeniyetimize bağlı, vahyin ve Hazreti Peygamber (Sallalahu Aleyhi Vesellem)’in rehberliğinde insan haklarını yeniden oluşturmalıyız. Kendi okumalarımdan, tecrübelerimden şunu anlıyorum ki, hakikaten hak ve adalet çıtasını en yükseğe koyanlar peygamberlerdir. Bunun için durmadan mücadele edenler onlardır. İnsanlığın huzuru ve barışı için gece gündüz demeden bir işten başka bir işe koşmuşlardır.” ifadelerini kullandı.

BATI MENFAATLERİNE GÖRE TAVIR ALIYOR

Beyhan, “Bugün dünyada İslamcılık, İslamafobi dediğimiz hak ihlalleri maalesef sürüyor. Birçok İslam ülkesinde bu haksızlıkların sürdüğünü görüyoruz. Mısır’da Rabia meydanında tanklarla, tüfeklerle saldırı yapılıyor, binlerce insan katlediliyor. Bu insan hakları beyannamesinin hocalığını yapan batılı ülkeler buna darbe diyemeyeceklerini, böyle derlerse farklı bir tavır takınmaları gerektiğini bunun da menfaatlerine uygun olmadığını rahatlıkla söylüyorlar. Allah’u Teâla zaten bizi bunlara karşı uyarıyor.” dedi.

“ADALETİN DEVLETTEN BAŞLAYARAK EN KÜÇÜK BİRİMLERE KADAR SİRAYET ETMESİ GEREKİYOR”

Nahl suresinin 90 ile 100’üncü ayetleri arasında adaletin nasıl olması gerektiği ile ilgili bilgi verildiğini ve bu ayetleri tekrar tekrar okuyup üzerinde düşünmek gerektiğini ifade eden Beyhan, şunları kaydetti: “Türkiye’nin sınırları içerisinde yüz binlerce diyanet görevlisi, ‘Allah adaleti, iyiliği, ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emrediyor. Sizi fuhşiyattan haksızlıktan da men ediyor’ ayetini okuyorlar. Ayette verilen sözlere, yapılan anlaşmalara dikkat edilmesi gerektiği belirtiliyor. Ahitlere bağlı kalıp adaleti tesis ettiğiniz zaman toplumun bağlarını kuvvetlendirmiş olursunuz. Adaletin devletten başlayarak en küçük birimlere kadar sirayet etmesi gerekiyor.”

“6 ANA SEBEPTEN DOLAYI ÜLKEMİZDE ANAYASAL ANLAMDA BİR İNSAN HAKLARI SORUNUMUZ VAR”

Ülkemizdeki insan hakları sorunu 6 madde olarak özetleyen Gazeteci-Yazar Faruk Köse ise şu ifadelere yer verdi: “Ülkemizdeki insan haklarının anayasadan kaynaklanmasının sebeplerinden birisi anayasanın bir ideoloji yasası olmasındandır. Bir diğeri devltein insan haklarına dayalı değil sadece bu haklara saygılı bir sistem getirmiş olmasındandır. Üçüncüsü, insan haklarına dayalı anayasa hükümlerinde hak ve özgürlüklerin nasıl kullanılacağı, hangi hudutlara kadar insanların hak ve özgürlüklerinin ilerleyebileceği değil tam tersine nasıl sınırlandırılabileceği, nasıl ihmal ya da ihlal edilebileceği ayrıntılarıyla düzenlenmiş olmasıdır. Bir diğeri devletin insana, toplumun ise bireyi öncelemiş olmasıdır. Devlet nezdinde insanın kamu yararına genel ifadesi kullanılarak ifade edilen durumlarda da bireyin herhangi bir hakkının söz konusu olamayacağı gibi bir mekanizmanın kurulmasıdır. Bir diğer husus ta temel hak ve özgürlüklerin bir ödev olarak tanımlanmış olmasıdır. Ayrıca anayasada insan hakları bağlamında devletin görevinin insan haklarını sağlamak değil bunun için çalışmak olarak nitelendirilmiş olmasıdır. Bu 6 ana sebepten dolayı ülkemizde anayasal anlamda bir insan hakları sorunumuz var.”

1’inci ve 2’inci dünya savaşlarından sonra milyonlarca insanın katledilmesiyle insani değerlerin yok edildiğini söyleyen İnsan Hakları Cemiyeti Genel Başkanı Av. Mehmet Karadağ, batıda bir değerler sisteminin kalmadığını, bunun da kökeninin Rönesans ve Reform hareketleriyele dinin toplumdan dışlanmasına dayandığını ifade etti.

“BİR MÜSLÜMANIN BAKIŞ AÇISI VAHİY İLE ŞEKİLLENİR”

Karadağ, “Din olmayınca değerler de olmaz. Batı da bu boşluğu doldurmak için bazı değerleri yerleştirmeye çalıştı. İnsan hakları bu şekilde ortaya çıktı. Müslümanlar olarak bu meseleye nasıl baktığımızı iyi değerlendirmeliyiz. Batıda insanın heva ve hevesi deyim yerindeyse putlaştırıldı. İnsan neyi isterse, nasıl bir hayat tarzı benimserse serbesttir. Günümüzde ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ adı altında ve tasvip etmediğimiz bazı isimler altında yapılanlar insan haklarıymış gibi sunulmaya çalışılıyor. Bizde böyle değildir. Bir Müslümanın bakış açısı vahiy ile şekillenir. Bizler insanın heva ve hevesini putlaştıramayız. Vahyin olduğu yerde bir sınır çizmek gerekiyor. Bizim temel yaklaşımımız budur.” dedi.

“1982 ANAYASASI TAMAMIYLA DEVLETİ KUTSAYAN BİR FELSEFEYE SAHİPTİR”

İnsan hakları ile ilgili olumsuzlukların birçoğunun temelinde 28 Şubat sürecinin yattığını vurgulayan Karadağ, “Eğer bir anayasa yönetime, güce, devlete daha fazla yetki tanıyorsa ona devletçi anayasa, otoriter anayasa diyoruz. Vatandaşlara daha fazla hak ve hürriyet tanıyorsa ona da özgürlükçü anayasa diyorlar. 1982 anayasası tamamıyla devleti kutsayan bir felsefeye sahiptir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bütün anayasalar maalesef insanı öncelememiştir. Hak ve hürriyetler devletin sınırlamasıyla kullanılabilecek değerler olarak görülmüştür. 28 Şubat’ı da bu çerçevede değerlendirdiğimizde hedef tamamen İslami kesimdi.” şeklinde konuştu.

Türkiye’nin hukuk devleti olma iddiasında olduğunu ancak bunun gerçekleştirilemediğini söyleyen ÖZGÜR-DER Genel Başkanı Rıdvan Kaya, sistemin tüm uygulamalarıyla birlikte adaletin tesisi için değil sistemin muhafaza edilmesi için çalıştığını ifade etti.

“15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİYLE BİRLİKTE YENİ BİR DURUM ORTAYA ÇIKTI”

Kaya, “Bunun çok güçlü bir arka planı var. Tek partili dönemin uygulamalarını biliyoruz. İskilipli Atıf hocalardan, Şeyh Said’lerden, yaşanan büyük zulümlere, Kur’an-ı Kerim okunmasının yasak olduğu, ezanın yasak olduğu süreçlerden darbelere kadar devam etti. Bu zulümleri bu ülkede hemen her kesim yaşadı. Müslümanlar öncelikli hedefti ve yoğun olarak 28 Şubat’ta da bu zulüm katmerli bir şekilde önümüze konuldu. Bu süreç Ak Parti döneminde büyük oranda giderildi ancak 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte yeni bir durum ortaya çıktı. Sanki tren tekrar raydan çıktı. Uzun yıllar tartışılan ve geçmişte kaldığı düşünülen bir takım tartışmaların yeniden gündeme geldiğine şahitlik ettik. Gözaltı süreleri tartışması, güvenlik soruşturmaları, işkence iddiaları, kayıplar. Bizler Müslümanlar olarak maalesef gözümüzü kapatıyoruz ama onlarca kayıp iddiası var. Bununla alakalı olarak sorumluluk sahibi insanlar bırakın inkar etmeyi konu ile ilgili açıklama gereği dahi duymuyorlar.

“DOĞU TÜRKİSTAN’DA İNSAN HAKLARI LÜKS SADECE YAŞAMAK İSTİYORUZ”

Doğu Türkistan’da insan hakları diye bir şeyin olmadığını oradaki Müslümanların sadece yaşamak istediklerini söyleyen Doğu Türkistan STK’lar birliği Başkanı Hidayet Oğuzhan, “Sene boyunca Doğu Türkistan’da şiddetli bir zulüm var diye anlatıyoruz ama kimse kulak asmıyor. Sanki biletsiz trene binmişiz gibi her zaman dışlanıyoruz. Sesimiz hiçbir yerde karşılık bulmuyor. Dünyada yalnız kalmışız. Ne insanlık ne Müslümanlık kimse hakkıyla bizim yanımızda durmadı. Bugün 17 yerde Doğu Türkistan konuşuldu. Bizim için sevinç vesilesidir. Doğu Türkistan meselesinin ümmetin bir meselesi olduğunu, kanayan yaramız olduğunu söylüyorlar. Ancak bunu fiili olarak görmüyoruz. İslam alemi sınıfta kaldı. O kadar yürüyüşler, protestolar var ama şuanda 5 milyon insan kamplarda tutsak. Çinliler evlerimizde, yataklarımızda, bacılarımızla, annelerimizle, kızlarımızla birlikte yatıyorlar. Tarihinde ilk defa bu millet domuz eti yedi. İlk kez dinlerinden vazgeçtiklerini söylediler. Dünyanın her yerinde İslam aleminde çeşitli sıkıntılar var. İnsan hakları ihlalleri, savaşlar, mülteciler, bütün sıkıntılar İslam aleminde yaşanıyor. Bunların hepsi yanı başımızda oluyor. Ancak 1948 yılında insan hakları diye bize verilen haklardan tamamen mahrum kalmışız. 70 yıldır Filistin’de, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da olanlara bakın. Doğu Türkistan’da insan hakları diye bir şey varmış deseniz o nedir diyecekler. Çünkü onlar böyle bir şey görmediler. Sadece yaşamak istiyorlar. Hak onlar için lüks. Biz bu lükse sahip değiliz. Sadece yaşamak istiyorlar.”

İslam’ın asli kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve sünneti seniyyenin hiçbir kayda bağlı kalmaksızın insanın sadece insan olmasından dolayı saygı ve dokunulmaz bir takım haklara sahip olduğunu hatırlatan Av. Muhammed Sabır Fırat,  İslam’ın bu hakları korumayı da kendine görev edindiğini söyledi.

“HAZRETİ PEYGAMBER DEVLET İDARE EDERKEN İDEAL BİR HUKUKÇU GİBİ HAREKET ETMİŞTİR”

Fırat, “Hazreti Peygamber (Salalahu Aleyhi Vesellem) veda hutbesinde adeta beyanname hükmündeki kanlarınız, mallarınız birbirine haramdır. Dininizi şeytandan koruyunuz ve kadınlar yataklarınızı yabancılara çiğnetmesin buyruklarıyla da geçen bu 5 temel hakka (din, can, mal, akıl, nesil) işaret etmektedir. Hazreti peygamber (Salalahu Aleyhi Vesellem) devlet idare ederken ideal bir hukukçu gibi hareket etmiştir. Allah’ın (Celle Celalüh) belirlediği hakları mükemmel şekilde uygulaması ve bu uygulamalarından herkesten önce kendisini sorumlu kılması tüm insanlar için örnektir.” dedi. (İLKHA)