İstanbul / AA / Mehmet Rakipoğlu / Analiz
Suudi Arabistan’a ait petrol şirketi Aramco tesislerine yönelik 14 Eylül'deki Husi saldırısı Riyad yönetiminin stratejik yönelimleri ve bölgenin jeopolitiği üzerinde önemli etkilere neden oldu.
Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın karar alma süreçlerinde belirleyici olduğu bir dış politika çizgisi izleyen Suudi Arabistan, özellikle 2010 sonrası agresif ve iddialı bir dış politika kodu ile hareket etmekteydi. İran’ın ABD'nin ağır yaptırımlarına rağmen bölgesel nüfuzunu koruması, Mısır’da darbe ile iktidardan uzaklaştırılmış ve yerel, bölgesel ve küresel ölçeklerde marjinalize edilmeye çalışılsa da Müslüman Kardeşler’in varlığını sürdürüyor olması ve muhaliflerin çeşitli yöntemlerle sindirilmeye çalışıldığı Suudi Arabistan’ın hem içeride hem de uluslararası kamuyounda yoğun olarak eleştiriliyor olması, Riyad'ın ve peşine takılan aktörlerin yeni stratejiler izlemesine sebebiyet verdi. Bu çerçevede 5 Haziran 2017’de Katar’a yönelik başlatılan ambargonun sona erebileceğine dair de güçlü işaretler ortaya çıkmaya başladı.
Somut değişimler
Mısır’ın Aljazeera muhabirini serbest bırakması, Katar’ın Suudi Arabistan’da gerçekleştirilen bir zirveye çağırılması ve BAE’nin Nisan 2019’dan beri deniz sularında alıkoyduğu Katar’a ait gemileri serbest bırakması gibi gelişmeler Körfez krizinin sona ermesi bağlamındaki ilk işaretlerdi. İkinci işaret ise Eylül ayında Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi ülkelerin kıdemli görevlilerin katıldığı resmi bir toplantıda Suudi Arabistan temsilcisinin Katarlı mevkidaşına tartışılan konularla ilgili kişisel görüşlerini nazikçe sorması oldu. Toplantıdan sonra ve Körfez ülkelerinin temsilcileri salondan ayrılırken, Suudi yetkili Katarlı mevkidaşına Katar Emiri’ne saygılarını iletmesini rica etmişti. Üçüncü olarak Katar, Suudi Arabistan’ın resmi davetiyle KİK Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanlığı Yüksek Askeri Komitesi dördüncü olağanüstü toplantısına katılmıştır. 3 Ekim’de Suudi Arabistan Silahlı Kuvvetleri’nin talebi üzerine gerçekleşen bu toplantı öncesi Suudi tarafının Katar’a gönderdiği davet mektubunun tonu oldukça yumuşaktı. Dördüncü işaret ise krizde arabulucu rolü üstlenen Kuveyt’ten geldi. Kuveyt resmi makamları yakın dönemde Körfez krizinde istenen çözüme ulaşılacağını bu çerçevede Doha'nın "diyaloğa hazır olduğunu" açıklaması, gözlemciler tarafından krizin bitmesine yakın olduğu şeklinde yorumlandı.
Krizin sonlanacağına dair somut beşinci işaretse Batılı bazı medya kaynaklarına göre ambargoya rağmen Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman el-Sani'nin Suudi Arabistan’a ziyaret gerçekleştirmesi oldu.
Son olarak en somut adım ise Katar’da düzenlenen 24. Körfez Ulusları Kupası’na Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn'in katılması. Bu adım krizin sonlanmasına yönelik en somut adım olarak görülüyor. Abu Dabi yönetimine yakınlığı ile bilinen Abdulhalik Abdullah kararı, “Futbol turnavasına katılmak politik bir karardır” şeklinde yorumlarken, bu kararı daha büyük şeyler için bir hazırlık mahiyetinde gördüğünü de dile getirdi.
Benzer şekilde Suudi Arabistan tarafından da krizin sonlandırılmasına yönelik açıklamalar gelmekte. Bir Suudi yetkili gazetecilere Katar’ın komşularıyla ilişkilerini onarmak için olumlu adımlar attığını söylemiştir. Bu anlamda ilişkilerin onarılması adına söylemden öteye geçilmiştir.
Örneğin Suudi Arabistan devlet aygıtının bir kolu olarak görülen ve Veliaht Prens bin Selman’ın politikalarını meşrulaştırma gayretinde olan Ukaz gazetesinin yayın politikasında radikal değişiklikler gözlemleniyor. 2017 Haziran’dan bu yana Katar’ı terör örgütlerini desteklemekle ve İran'la iş birliği gerekçesiyle suçlayan ve mesnetsiz iddialarda bulunan Ukaz gazetesi, krizdeki yumuşamanın başlamasıyla beraber yayınlarını değiştirmeye başlamıştır. Bu anlamda gazete Katar’ı terör ile bağdaştırmaktan vazgeçip, rotasını uzun süredir yaptığı gibi Türkiye ve İran’a çevirmiştir. Gazete, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsında yaptığı haberlerin yanı sıra Suriye bağlamında Türkiye ve İran düşmanlığını sıklıkla işlemektedir.
Körfez ülkelerinin Katar'daki turnuvaya katılmasının ardından da Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz, ambargo devam etmesine rağmen Katar Emiri Şeyh Temim el-Sani’yi Riyad’da 10 Aralık’ta gerçekleşecek olan KİK zirvesine davet etti. Bu anlamda bölgeyi iyi bilen birçok isim, 10 Aralık tarihinden önce Katar’a yönelik uygulanan ambargonun kaldırılacağını ve krizin sona ereceğini iddia ediyor.
Yumuşamanın zamanlaması
Katar krizinin yumuşama aşamasına gelmesinin ardında, gerek Körfez'e İran kaynaklı tehdidin yoğunlaşması gerekse Katar’ın diplomatik başarısı bulunuyor. Öyle ki Yemen'de İran destekli Husilerin Suudi Arabistan ve Körfez güvenliğine doğrudan oluşturduğu tehdidin her geçen gün artması, Körfez’de bölgesel birliğin sağlanması gerektiğini ortaya koydu. Bu çerçevede kriz boyunca ambargo uygulayan ülkelerin ağır taleplerine boyun eğmeyen Katar, diplomatik alanda da birçok girişimde bulundu. Katar son olarak Umman Körfezi’nde petrol tankerlerine yönelik saldırılar sonrası Mekke’de düzenlenen olağanüstü Körfez İşbirliği Konseyi zirvesine katıldı. Katar Başbakanı Abdullah bin Nasser bin Halife el-Sani’nin Suudi Arabistan’a yapmış olduğu bu ziyaret ambargonun başlamasından günümüze Katar tarafından Suudi Arabistan’a yapılan en üst düzey ziyaret olarak kayda geçti. Krizin yatışmasına yönelik bu adımların Yemen’deki savaş, İran ile gerilim ve Trump yönetiminin bölge politikasıyla da doğrudan irtibatlı olduğu söylenebilir. Bölgesel gelişmelerin birçoğunun krizin sonlandırılması yönünde yapıcı bir diyalogu gerekli kılsa da 14 Eylül’deki Suudi Aramco petrol işleme tesislerine yönelik saldırıların Riyad açısından bir dönüm noktası teşkil ettiği söylenebilir. Nitekim saldırılar, Riyad yönetiminin birçok açıdan dış politikasını gözden geçirmesine yol açtı.
Aramco saldırısının düşündürdükleri
Petro-dolar üzerine inşa edilmiş bir ekonomiye sahip olan Suudi Arabistan bir süredir ekonomik darboğazda. Gelirlerin çeşitlendirilmesi, rantiyer devlet algısının yıkılma isteği, turizmin canlandırılması, ülkenin modernleşmesi, kadınların işgücüne entegrasyonu ve daha birçok yeniliği içeren 2030 vizyonu ile yapısal reformlar uygulaması beklenen Suudi Arabistan'ın ekonomisi, Aramco saldırıları ile ciddi bir darbe aldı. Yol açtığı maddi kayıpların yanı sıra bu saldırılar, Suudi Arabistan’ın imajına da büyük darbe vurdu. Benzer şekilde Aramco’nun halka arzı meselesinin tartışıldığı günlerde yapılan bu saldırı, uluslararası yatırımcıların Aramco ve Suudi petrolüne yönelik bakışını da doğrudan etkiledi.
Aramco’ya yönelik drone ve füze saldırısı, kaynağına ilişkin tartışmalar devam etse de Trump yönetiminin Körfez’in güvenliğini sağlayamadığını açıkça ortaya koydu. ABD’den yüz milyarlarca dolara satın alınan modern silahların ve füze savunma sistemlerinin saldırıları engelleyememiş olması Riyad'ın Trump’ı ve ABD ile ittifakını sorgulamasına yol açtı. Dolayısıyla saldırıların en az iki sonucu olduğu söylenebilir: İlki Suudilerin Rusya ve Çin gibi Batı dışı alternatif güvenlik tedarikçileriyle yakınlaşması, ikincisi olarak da ittifak ağlarını güçlendirmeye çalışması. Bu çerçevede Suudi Arabistan ve ambargo uygulayan aktörlerin Katar krizini sonlandırarak İran karşısında tek bir Körfez bloku oluşturmak istedikleri söylenebilir. Haziran ayında İran'ın ABD’ye ait bir İHA’yı vurması, Aramco saldırıları ve Körfez bölgesinde petrol tankerlerinin alıkonulması gibi gelişmeler, ABD'nin Körfez’deki güvenlik şemsiyesinin yetersiz kaldığını ortaya çıkardı ve bu durum Suudi Arabistan’ın dış politika gündemini ve ulusal güvenlik stratejisini gözden geçirmesini zorunlu kıldı. Bu çerçevede ilk olarak Ekim ayının sonlarına doğru Yemen’deki savaşa yönelik radikal değişimler gözlemlendi. Kasım ayında Yemen Cumhurbaşkanı Abdurrabu Mansur el-Hadi ile ayrılıkçı Güney Geçiş Konseyi (GGK) arasında Suudi Arabistan gözetiminde Riyad anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile Suudi Arabistan ülkenin bölünmemesi üzerine inşa ettiği politikasından vazgeçmiş oldu.
İkinci olarak Suudi Arabistan İran ile ilişkilerini gözden geçiriyor. New York Times’ta 4 Ekim’de yayımlanan bir yazıda, Suudi Arabistan ile İran'ın, aralarındaki gerginliği azaltmayı amaçlayan müzakerelerin gerçekleşmesi için adımlar attığı öne sürülmüştü. Benzer bir durum Suudi Arabistan’ın bölgesel müttefiki BAE için de geçerli. BAE, Temmuz ayında Basra Körfezi’nde işbirliği imkanlarının görüşüldüğü Ortak Sahil Güvenlik toplantısına katıldı. 6 yıl aradan sonra yapılan toplantıda işbirliği imkanları, iki ülkenin vatandaşlarının deniz sınırlarından geçişleri, yasa dışı geçişler ve karşılıklı istihbarat paylaşımını kolaylaştırma konuları görüşüldü. Benzer şekilde Ekim ayında BAE dışişlerinden sorumlu devlet bakanı Enver Gargaş, İran ile gerginliğin hiç kimseye faydası olmadığını, kolektif diplomasi ile tansiyonun düşürülmesi gerektiğini ifade etti. Dolayısıyla İran’ın nüfuzunu kırmakta başarılı olamayan, ABD'nin güvenlik teminatından da beklediğini bulamayan Suudi Arabistan ile BAE, Tahran ile diyalog seçeneğini tercih etti. Benzer şekilde İran’ın ABD yaptırımları sonrası girdiği sosyo-ekonomik türbülans Tahran’ı Körfez ile yumuşamaya itebilir.
Sonuç olarak ambargo uygulayan ülkelerin krizi sonlandırmak için Doha yönetimi ile diyalog kurmaları ve bu yönde adımlar atmaları, mevcut koşullarda en makul adım olarak görünüyor. Nitekim bölgesel güvenlik tehditlerine karşı Körfez İşbirliği Konseyi'nin birlik içinde ve işler halde tutmak kritik önem taşıyor. Buna mukabil tarafların tam bir mutabakata varmasının önünde, İran'a karşı ortak bir politika geliştirmenin zorluğu ve Katar’ın ambargo uygulayan ülkelere güvenmemesi gibi engeller bulunduğu da hesaba katılmalı. Körfez'deki krizin çözümü yolunda Aralık ayının ortasında BAE’de yapılması planlanan KİK zirvesi bir dönüm noktası olabilir.
***Kaynak: Bu analiz “AA”dan alıntıdır. Tüm “alıntı analizler” gibi yazıdaki ifadeler ve görüşler sahibine aittir.