15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ihraç edilen kamu çalışanlarının oluşturduğu KHK Platformundan bir heyet HÜDA PAR'ı ziyaret ederek yaşadıkları mağduriyetleri anlattı.
HÜDA PAR Diyarbakır İl Başkanlığında gerçekleşen ziyarette heyet, HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcıları Mehmet Hüseyin Yılmaz, Vedat Turgut ve İl Başkanı Osman Aktaş ile görüştü.
Gelen heyet adına konuşan Mehmet Şerif Aslan, platformun çalışmalarını anlattı.
Kanun Hükmünde Kararnameyle kamu hizmetinden ihraç edilen 500 bin kişinin olduğunu ifade eden Aslan, 18 bini kadın, 860'ı bebek toplam 50 bin KHK'lının cezaevinde olduğunu belirtti.
Diyarbakır'da 3 bin 500 kişinin kamu hizmetinden ihraç edildiğini dile getiren Aslan, yaşadıkları mağduriyetleri anlattı.
Yaşadıkları mağduriyetlerin takipçisi olacaklarını ifade eden HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Hüseyin Yılmaz, FETÖ'ye karşı mücadelede ceremenin sadece tabana çektirildiğini belirtti.
FETÖ'nün kamu kurum ve kuruluşlarında bu denli güçlenmesinin sorumlusunun hükümetin kendisi olduğunu dile getiren Yılmaz, hükümet yetkililerinin 'Allah bizi affetsin' demekle işin içinden sıyrılma yolunun tabana da yaşatılması gerektiğini söyledi.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından kamu kurum ve kuruluşlarının ulusalcı ve milliyetçilere teslim edildiğine dikkat çeken Yılmaz, "FETÖ'yü bu hale getiren palazlandıran iktidarın kendisidir. Bugün nasıl kamu kurum ve kuruluşlarını, bürokrasiyi ulusalcılara ve milliyetçilere teslim etmişse o zaman da Gülen grubuna teslim edilmişti. Çünkü hükümetin kendi kadrosu yok. Meşrulaştırılan Gülen grubu iktidardan aldıkları bu gücü kullanarak birçok kişiyi yapılarına katılma veya destek verme zorunda bıraktılar. Sayın Erdoğan'ın söylemiş olduğu tavanı ihanet, ortası ticaret, tabanı ibadet' söylemi olmuştu. Bu doğru bir tespitti. FETÖ ile mücadele bu tespite göre yapılmalıydı. Maalesef tersi yapıldı. İhanet tabakasının çoğu yurtdışına kaçtı. Çünkü işin buraya geleceğini biliyordu. Ticaret tabakası, yolunu bulup bir şekilde kendisini kurtardı. Bazılarının damadı, yakınları, çocukları vb. gibi. Cezaevlerindekilerin çoğunluğu ibadet tabakasına yer alan kişiler. KHK ile ihraçlarda da mağdur edilen birçok kişi ibadet tabakasından veya alakası olmayanlardan. Mağduriyetlere engel olmak değerlendirme yaparken yapılan faaliyetlerin örgüt boyutu ile ibadet boyutunu birbirinden ayırmalı. Kişi bir yapıyı İslami bir cemaat olarak bildiği için oraya gitmişse, İslami faaliyetlerde bulunmuşsa, böyle birisini, bu işin illegal boyutunu bilip örgütsel çalışmalar yapanlarla aynı kefeye koymak ve cezalandırmak doğru değildir. Bu açıdan bakarsak, madem Allah beni affetsin diye işin içinden çıkılabiliyorsa, o zaman bu yapıyı cemaat olarak bildiği için, içinde yer alan bu insanları da Allah affetsin demek gerekmez mi? Ellerindeki her türlü istihbari bilgiye rağmen iktidarın başındakiler bu grupla ilgili yanlış yapabiliyorsa, bu yapıyı cemaat olarak bilen vatandaşlar da yanlış yapamaz mı?" diye sordu.
Yargının tutumunu eleştiren Yılmaz, "Türkiye'de yargı hiçbir zaman bağımsız ve tarafsız olmamıştır. Devletin tehdit ve tehlike algısına göre konum almıştır. Yargı her zaman resmi ideolojinin ve güçlü olanın yanında yer almıştır. 28 Şubat süreci, 2000 yılları ve sonrasında da bu böyleydi. Sayın Erdoğan'a şiir okuduğu için ceza veren yargının yaklaşımı neyse, bugün KHK ile atılan kişiye hiçbir delil olmamasına rağmen ceza veren yargının da yaklaşımı aynıdır. Her ne saikle olursa olsun gerek yargının ve gerekse idarenin verdiği yanlış kararla işinden ve özgürlüğünden edilenlerin durumlarının yeniden gözden geçirilmesi, olası mağduriyetlerin giderilmesi gerekir." ifadelerini kullandı. (İLKHA)
]]>