11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan, 14 Mart 2012’de Mecliste Kabul edilen, 1 Ağustos 2014 tarihinde de yürürlüğe giren, sözde "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olan İstanbul Sözleşmesi, toplumun en temel yapısı olan aileyi hedef almaya devam ediyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği, eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği, LGBT sapkınlarına tanınan sözde haklar, aileyi yıkan 6284 sayılı yasa ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının tepki çeken uygulamaları ve bu uygulamaların neden olduğu sorunların asıl sebebi "İstanbul Sözleşmesi" olarak karşımızda duruyor. İstanbul Sözleşmesi bağlamında bir proje olarak uygulanan ve bugün politikaya dönüştürülen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesi ile de aileler yok ediliyor, çocuklar ailelerinin elinden alınıyor.

Batılı değerlerin temel alındığı ve toplumsal dinamiklerin göz ardı edildiği İstanbul Sözleşmesi’ne imza atılmasının akabinde; aile kurumunun ciddi oranda zedelenmesi, kadın cinayetleri ve boşanma oranlarının artış göstermesi, eşcinsel sapkınların gayri ahlaki fiillerini dayatmak için manevra alanı kazanması dikkat çekiyor.

Toplumsal cinsiyete dair maddelerde din ayrımcılık kaynağı olarak gösteriliyor

İstanbul Sözleşmesi’nin merkezinde toplumsal cinsiyet kavramı bulunuyor. Giriş bölümünde, sözleşmenin "kadınlar ile erkekler arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkisinin bilincinde olarak" hazırlandığı belirtiliyor ve feminist ideolojinin dili kullanılıyor. Toplumsal tabanı dikkate almayan, eleştirilere duyarsız, tek taraflı bir metin olarak hazırlanan sözleşme, bu haliyle bir toplumu ayakta tutan değerleri önemsizleştiriyor, feministler gibi marjinal grupların beklentisini temel alıyor.

Toplumsal cinsiyete dair maddelerde din bir ayrımcılık kaynağı olarak sunuluyor. Madde 12/5'te, "Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde 'namus' gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir." ifadelerine yer veriliyor.

Onlara göre din, ataerkil iktidara meşruiyet sağlıyor, kadına ikincil bir rol veriyor. Geleneksel değerler, örf, adet ve kültür de bu bakış açısıyla hedef tahtasına oturtuluyor.

Din ve namus şiddetin kaynağıymış gibi sunuluyor

Namus ifadesi de "sözde" vurgusuyla verilerek bu şekilde hem kadın, hem de erkek için bağlayıcılığı bulunan namus kavramı basitleştiriliyor. Özellikle Batı'da "Müslüman ve terörist" kavramlarının bilinçli bir şekilde, sürekli birlikte kullanılması gibi "din ve namus" da şiddetle ilişkilendirilerek kullanılıyor ve sanki "din ile namus şiddetin kaynağıymış" gibi sunuluyor.

Sözleşmedeki şiddet kavramının içeriği "Kadına karşı şiddet, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem" şeklinde tanımlanıyor. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ifadesinin daha çok fiziksel şiddet veya cinsel saldırıları akla getirmesi gerekirken "ıstırap verebilecek olan" veya "psikolojik şiddetten" ne kastedildiği muğlak bırakılıyor.

Bir kişinin eşinin kıyafetlerine karışması şiddet olarak tanımlanıyor

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen "Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması"nda da duygusal şiddet ve istismara örnek olarak; bir kişinin eşinin kıyafetlerine karışması ya da facebook ve twitter hesabına karışması, duygusal şiddet olarak tanımlanıyor. Bunlar şiddet adı altında aile ilişkilerinin ve aile temelli toplumsal yapının değiştirilmeye çalışıldığını gösteriyor. Aile kurumundaki karşılıklı sorumluluklar yok sayılıyor, eşler sadece bireysellikleriyle ele alınıyor.

Sözleşmenin 3. Maddesi'nin f Bendi'nde 18 yaşın altındaki kız çocukları kadın olarak tanımlanıyor. Bu tanımlamayla neyin amaçlandığı; ne sözleşme metninde, ne de açıklayıcı metinde ifade edilmiyor.

Sapkınlıklar meşrulaştırılıyor

Sözleşmenin Temel Haklar, Eşitlik ve Ayrım Gözetmeme Maddesi'nin 3. Bendi'nde; cinsel yönelim ve cinsel kimliğe yönelik ayrım yapılmaması adına, sapkınlıklar meşrulaştırılıyor. Sapkın örgütler de bu sözleşmeye dayanarak, statülerinin anayasal güvence altına alınmasını istiyor. Örgütlenme özgürlüğü, fon kaynaklarına ulaşımda ayrımcılık yapılmaması, okul müfredatına cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliğiyle ilgili bilgilerin dâhil edilerek öğrencilerin kendi cinsel yönelimleri ve toplumsal cinsiyet kimliklerine uygun biçimde yaşamalarının mümkün kılınması gibi ahlaksızlıklar talep ediliyor.

Sözleşme, kadına yönelik şiddeti sadece toplumsal cinsiyet perspektifi üzerinden açıklıyor. Çocuklukta kötü muameleye maruz kalma, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı,  psikiyatrik bozukluklar, kumar gibi şiddeti önemli oranda artırdığı bilimsel olarak tespit edilen hiçbir risk faktörüne değinilmiyor. Yapılan pek çok çalışmada aile içi şiddeti artıran olaylar arasında alkol, uyuşturucu madde kullanımı ve ekonomik yetersizlik ilk üç sırada yer almasına rağmen, şiddet sadece toplumsal cinsiyet eşitsizliğine indirgeniyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği tek reçete olarak sunuluyor

Toplumsal cinsiyet eşitliğini şiddetin önlenmesi için tek reçete olarak sunan bu sözleşme, toplumsal cinsiyet eşitliği indeksinde güya üst sıralarda olan ülkelerdeki kadına yönelik şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının niçin bu kadar yüksek düzeylerde olduğunu açıklayamıyor. Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Finlandiya’da her yıl 50 bin kadın, Danimarka’da ise yaklaşık 25 bin kadın cinsel şiddet ve tecavüze maruz kalıyor.

İstatistikler şiddetin azalmadığını gösteriyor

Benzer şekilde toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikaların uygulanmaya başlamasından sonraki süreçte Türkiye'de de istatistikler şiddetin azalmadığını gösteriyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2008 ile 2017 yılları arasında toplamda 2 bin 337 kadın şiddet görerek hayatını kaybederken sadece 2018 yılında 440 kadın cinayete kurban gitti. Kadın cinayetleri her yıl bir önceki yılı katlarken 2012 yılında Türkiye’de onaylanan İstanbul Sözleşmesi’nin de çare olmadığı görülüyor.

2008 yılında 80 olan kadın cinayetinin 2018’e gelindiğinde 440’a kadar çıktığı görülüyor. İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de onaylandığı yıl olan 2012’de 201 kadın cinayete kurban giderken, bu rakamın yıllara göre; 2013’te 237, 2014’te 294, 2015’te 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2018’de ise 440 olduğu görülüyor. Rakamlara göre İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti ve cinayetleri önleyemezken, sözleşmenin yürürlükte olduğu yıllarda cinayetlerin daha fazla olduğunu da gösteriyor.

Sözleşme eşler arasında arabuluculuğu yasaklıyor

Sözleşmenin 48. maddesi arabuluculuğu yasaklıyor. "Taraflar işbu sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır." deniliyor. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere, sözleşmede aileyi koruyabilecek tedbirlere yer verilmiyor, toptancı bir yaklaşımla arabuluculuğun faydalı olabileceği durumlar dışlanıyor.

Sözleşme hakkında, Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz

İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuktaki yeri şu şekilde değerlendiriliyor: "Anayasa Madde 90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi kanun hükmündedir. Sözleşme hakkında, Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, İstanbul Sözleşmesi hükümleri esas alınır. Anayasa’nın 11. Maddesi uyarınca, İstanbul Sözleşmesi hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır."

Yapılan alıntıda da belirtildiği gibi, sözleşme hukuk hiyerarşisinin en üstünde yer alarak Anayasa ya da iç kanunla çelişmesi durumunda ulusal hukuki itiraz kanallarını kapatıyor.

Dönemin Başbakanı Erdoğan'ı yanılttılar mı?

11 Kasım 2011’de KEFEK (Türkiye Büyük Millet Meclisi Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu) heyeti, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır başkanlığında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne bir rapor sunuyor. Bu sözleşmenin şerh konulmadan Meclis’ten geçmesi lazım diyorlar ve Erdoğan’ı ikna ediyorlar.

Gerekçede bu sözleşmenin hazırlanmasında "Türkiye’nin öncü bir rol üstlendiği", "Türkiye’nin imzasının ayrıca sembolik değer taşıdığı", "Bu sözleşmenin ülkemizin saygınlığını artırdığı" gibi gerçeklerle uyuşmayan argümanlar öne sürülüyor.

Söz konusu Meclis Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu raporunda Başkan olarak Azize Sibel Gönül, Başkan Vekili olarak Binnaz Toprak, Öznur Çalık, üye olarak ise Tülay Kaynarca/sözcü, Mesut Dedeoğlu/Katip, Fatma Salman Kotan, Canan Candemir Çelik, Sabahat Akkiray, Gönül Bekin Şahkulubey, Safiye Seymenoğlu, Gökçen Özdoğan Enç, Kemaleddin Aydın, Sedef Küçük, Dilek Yüksel, Alev Dedegil, Nurcan Dalbudak, Mehmet Kerim Yıldız’ın imzaları bulunuyor.

Dışişleri Komisyonu: Sözleşmeye çekince koymadan imzalanması önemli

Bu sözleşme ile ilgili Dışişleri Komisyonu da 24 Kasım 2011’de bir rapor sunuyor. Raporda, "Sözleşmeye çekince koymadan imzalanmasının önemli olduğuna" vurgu yapılıyor.

Dışişleri Komisyonu'nda ise imzacılar şu şekilde: Başkan Volkan Bozkır, Kâtip Gönül Bekin Şahkulubey/Sözcü, Ömer Faruk Loğoğlu, Ali Rıza Alaboyun, Emrullah İşler, Mehmet Ali Ediboğlu, Sinan Ogan, Faik Tunay, Mehmet Muş, Osman Oktay Ekşi, Osman T. Korutürk, Rıfat Sait, Abdullah Çalışkan, İdris Bal, Hasan Karal (Sözcü), Burhan Kayatürk ve Nazmi Gür.

CHP: Kadın dernekleri bu sözleşmenin onaylanmasını istiyor

Kanun Tasarısı ilk olarak 24 Kasım 2011 Perşembe günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülüyor. Başkan vekilinin Sadık Yakut, kâtip üyelerin Mine Lök Beyaz (Diyarbakır) ve Tanju Özcan (Bolu) olduğu oturum 22.50'de açılıyor.

Kanun tasarısı hakkındaki ilk sözü CHP grubu adına Ayşe Gülsün Bilgehan (Ankara) alıyor. Bilgehan konuşmasında, "Gecenin bu saatinde çok önemli bir uluslararası sözleşmeyi hep birlikte onaylayacağız. Bu sözleşmenin bugün bu saatte gelmesinin anlamını biliyorum çünkü yarın 25 Kasım, birçok sivil toplum kuruluşu ve özellikle kadın dernekleri bu sözleşmenin 25 Kasımdan önce onaylanmasını istediler. Bu çok önemli bir sözleşme, çok önemli bir yük getirecek, sorumluluk veriyor Türkiye'ye yani Türkiye'yle birlikte bütün ülkelere bir sorumluluk veriyor. Bu anlaşmanın önemi; ilk defa bu kadar geniş kapsamlı bir uluslararası sözleşme kadına yönelik şiddetle ilgili bir karar alıyor ve ilk defa devlet bundan sorumlu tutuluyor, yükümlülükleri var, tazminat ödemesi gerekiyor ve mağdurlara destek olması gerekiyor. Türkiye'nin de bunu kabul etmesi bence Avrupa Konseyinde çok olumlu bir intiba bırakacaktır. Dediğim gibi, aslında Türkiye onayladıktan sonra dokuz ülkenin daha onaylaması gerekiyor yürürlüğe girmesi için ama ilk ülkenin bizim ülkemiz olması çok anlamlı. Bu yüzden, ben çok büyük bir memnuniyetle Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun bu sözleşmenin kabulü yönünde oy kullanacağını belirtiyorum ve hepinize iyi akşamlar diliyorum." ifadelerini kullanıyor.

BDP, AK Parti ve CHP sıralarından alkış aldı

BDP grubu adına ise Pervin Buldan (Iğdır) söz alıyor. Konuşmasına "Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazen bu parlamentoda aslında gülmek de yakışıyor bize, her zaman kavga etmek gerekmiyor." sözleriyle başlayan Buldan, "Bu gece yarısı böylesi önemli bir konuyu kanunlaştırdığımız için özellikle emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum. Başta bakanımız Sayın Fatma Şahin olmak üzere ve parlamentoda bulunan siyasi partilerin gruplarına bir kez daha teşekkür ediyorum. Ben, evet oyu kullanacağımızı ifade etmek istiyorum." diyor ve kendi grubunun yanı sıra AK Parti ve CHP sıralarından da alkış alıyor.

"Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteklediğimizi ifade ediyorum"

MHP grubu adına söz alan Mehmet Şandır'da (Mersin) konuşmasına, Türkiye Büyük Millet Meclisinin böyle ortak öznelerde, uzlaşma örnekleri ortaya koyduğunu belirterek başlıyor. Şandır, "Bu kanuna Milliyetçi Hareket Partisi olarak tabii ki biz de destek veriyoruz ama bu uluslararası sözleşmenin iç hukuktaki yansımaları da hızla tamamlanmalı. Buna dayalı olarak bir kanun çıkarılması gerekiyor, o kanun getirilmeli. Buna dayalı olarak uluslararası kurulacak olan izleme komisyonu Türkiye ayağı kurulmalı. Yani bu iş böyle rutin bir şekil şartı noktasında kalmamalı diye temenni ediyorum ve bu kanunu Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteklediğimizi ifade ediyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum." ifadelerini kullanıyor.

Canikli: İstanbul Sözleşmesi'ni yasalaştıran ilk ülke olma onuru bize ait olacak

TBMM Genel Kurulunda, İstanbul Sözleşmesi Kanun tasarısı hakkındaki son sözü ise AK Parti adına Nurettin Canikli alıyor. Canikli, "Türkiye bu sözleşmenin hazırlanmasında ve sonuçlandırılmasında öncülük eden ülkelerden bir tanesi, on üç ülkeden bir tanesi. Türkiye'de imzalandı, mayıs ayında imzalandı sözleşme. Ve daha önemlisi belki, parlamentosundan geçiren, yasalaştıran ilk ülke olma onuru da inşallah bize ait olacak biraz sonra; hepimize ait olacak, bütün milletvekillerimize, bütün gruplarımıza ve Türkiye'ye ait olacak. Bu gurur gerçekten çok tarihî bir anın da aynı zamanda yansımasını ifade ediyor. Esasında bu sözleşmeyle Türkiye önemli bir yükün altına giriyor. Benzer bir sözleşme 1985 yılında daha önce imzalandı ancak onun önemli bir ayağı eksikti; denetim mekanizması, müeyyide gücü olmayan bir anlaşmaydı ve çok fazla etkin olamadı, hayata geçirilemedi. Bunun ondan farkı şu; bir denetim mekanizması oluşturuluyor ve Türkiye ve imzalayan ülkeler bununla taahhüt altına giriyorlar ve o komite tarafından gelişmeler izlenecek, takip edilecek. Çok ciddi yaptırımlar söz konusu. Bu anlamda bu önemli. Yani sizin önerinizle de bağlantılı. Emeği geçen tüm arkadaşlara, o anlaşmanın imzalanmasında orada bulunan, katkı sağlayan tüm arkadaşlara, iktidarı, muhalefetiyle, milletvekili arkadaşlarımıza, hükûmetimize, bakanımıza tekrar şükranlarımızı arz ediyorum ve ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum." şeklinde konuşuyor.

İstanbul Sözleşmesi Meclis'ten 26 dakikada müzakeresiz geçiyor

Meclis Başkan Vekili Sadık Yakut, yapılan bu konuşmaların ardından 80 maddeden sadece ilk üç maddeyi okutup İstanbul Sözleşmesi'ni toplu oylamaya sunuyor.

Elektronik ortamda yapılan oylamada, aile yapısını yıkan İstanbul Sözleşmesi'ne 246 milletvekili "evet" oyu veriyor. Sadece bir milletvekilinin çekimser kaldığı oylamadan "hayır" oyu çıkmıyor. Aileyi yıkan İstanbul Sözleşmesi bu şekilde Meclis'ten 26 dakikada müzakeresiz geçiyor.

Bu sözleşmenin geçmesinde 4 partinin de vebali var. Her konuda ihtilaf eden AK Parti-CHP-MHP-HDP bu sözleşmesin Meclis'ten geçmesi için fikir birliği yapıyor. Sözleşme, şerhsiz ve toplumun önünde tartışmaya açılmadan onaylanmış oluyor.

İstanbul Sözleşmesi oldu-bittiye getirildi

İstanbul Sözleşmesi, kamuoyunda tartışmaya açılmadı. Başbakanlık, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı halkı aydınlatmadı. Meclis’te milletvekillerinden bir itiraz duyulmadı. Sözleşme adeta oldu-bittiye getirildi. Bu vahim proje İstanbul Sözleşmesi adıyla 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi.

İstanbul Sözleşmesiyle sözde kadını korumak isteyenler, onu ailesine yabancı, hemcinslerine rakip, kocasına düşman etti. Sözleşme, eşcinsel sapkınlar için en büyük yasal dayanakların başında yer aldı. İstanbul Sözleşmesi’nde geçen "cinsel yönelim" her türlü sapıklığa açık kapı bıraktı ve devleti bu sapıkları korumakla görevlendirdi.

6284 Sayılı Kanun İstanbul Sözleşmesine dayanılarak çıkarıldı

İstanbul Sözleşmesine dayanılarak çıkarılan 6284 sayılı kanun ise uygulamada tam bir aile düşmanlığı sergiledi. Erkek, kadının tek bir beyanı ile herhangi bir somut delil aranmaksızın evden uzaklaştırıldı. Yargıtay, 6284 sayılı Kanun ile İstanbul Sözleşmesi'nin kadına tanıdığı orantısız ayrıcalık ile "kadının beyanı esastır" diyerek "ispat, somut ve kesin delil" olmaksızın aile mahkemelerini erkeklere karşı adeta birer sopa olarak kullandı. Böylece erkek yasal olarak evliliğe bin pişman edilerek, ömür boyu nafaka yükümlülüğüyle cezalandırıldı.

Sözleşme ile birlikte yapılan bazı düzenlemeler, erkeğin evden uzaklaştırılması, çocuklarını görememesi ve süresiz nafakalara maruz kalmasını öngörüyor. Bu düzenlemeler ise aile kurumunun parçalanmasına neden oluyor. Evden uzun süre uzaklaştırılan ya da çocuklarını görmesine müsaade edilmeyen erkeğin bir daha eve dönmek istemediği ve bu sebeple yuvanın yıkılmasına neden olduğu belirtiliyor.

Sapkınlıklar devlet eliyle finanse ediliyor

İstanbul Sözleşmesi, isim olarak her ne kadar "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi" şeklinde görücüye çıkarılıyor ise de çalışmaların tamamının "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" ve Feminizm üzerine bina ediliyor olması, toplumsal tehlikeyi beraberinde getiriyor.

Daha önce toplumun hayal bile edemediği sapkınlıkların meşrulaştırılmasına dönük gayri ahlaki davranış ve söylemler, bu alanda gürültü çıkaran ve Avrupa Birliği tarafından fonlanan marjinal dernekler üzerinden yürütülüyor. Bugün bu tür derneklerin önünün açılması, her türlü kolaylığın sağlanması ve projelerinin devlet eliyle finanse edilmesi tepkilere neden oluyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerinin raporlanarak periyodik aralıklarla Avrupa Konseyi’ne sunulacak olması, devlet kurumlarına bu alanda çalışma yapma zorunluluğu getiriyor. Bu nedenle ilgili bakanlık nezdinde tüm illerde koordinasyon, izleme, değerlendirme merkezleri oluşturulmuş, ilgili STK’larla işbirliği yapılarak toplumun tamamına yayılacak şekilde tüm illerde "İl Eylem Planları" hazırlanmıştır. Emniyet, jandarma, müftülükler, eğitim kurumları, belediyeler, kadın dernekleri, barolar ve ilgili tüm birimler bu çalışmalara dâhil edilmiştir.

Kurumlar, yaptıkları faaliyetleri her ay düzenli olarak valiliklere bildirmek zorunda

Bu çalışmalar yetişkinleri aşıp cinsellik konularından habersiz olan anaokulu ve ilkokul öğrencilerine kadar sirayet etmiş durumda. Hatta sözleşmedeki yükümlülüklerin eğitim müfredatlarının içerisine serpiştirilmesi zorunlu hale getirilmiş. Çalışmalarla ilgili kurumların, bu alanda yaptıkları faaliyetlerini her ay düzenli olarak valiliklere bildirme zorunluluğu bulunuyor.

Gelinen noktada devlet, halkın inancına, kültürüne, toplumsal değerler ile hassasiyetlerine taban tabana zıt olan  bu sözleşmeye koyduğu imzayı derhal geri çekmelidir. Aile kurumunu hedef alıp toplumsal cinsiyet değişimini körükleyici davranışları yaygınlaştırmayı, topluma kanıksatmayı hedef alan bu sözleşme, hiçbir boyutuyla toplumun yararına değildir. Kadını en mümtaz noktaya çıkaran inancımız ve müktesebatımız, bu yöndeki sıkıntıları çözmeye kâfidir. Hükümet, Batı tipi bencil fertlerden müteşekkil toplum yerine, kendi kültürüyle barışık bir toplumsal yapıyı inşa etmeye öncelik vermelidir. (İLKHA)