Yeni yargı paketi ile ilgili değerlendirmelerde bulunan uzmanlar, aileyi koruma kanunu, İstanbul Sözleşmesi ve affa yönelik konuları içerisinde barındıracak olan yargı paketinin olumlu ancak yetersiz olduğunu vurguladılar.

İlk yargı paketinin daha çok avukatları ilgilendirdiğini belirten avukat Abdurrahman Yıldırım, "Öncelikle Adalet Bakanlığının hazırlamış olduğu 'Strateji Belgesi'nde başlamak gerekiyor. Bu yargı stratejisine göre hazırlanan birinci yargı paketin 7188 Sayılı yasa olarak çıktı, yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Bu yasa daha çok avukatlara ilgilendiren ve KYK ile kısıtlanmış olan pasaportların iadesi ve avukatlara yeşil pasaport verilmesine ilişkin düzenleme var." dedi.

Vatandaşı doğrudan ilgilendiren tutukluk süresinin yargı paketinde yer aldığını söyleyen Yıldırım, "Tutukluluk süresinin kısaltmaya yönelik bir düzenleme var. Bu vatandaşı doğrudan ilgilendiriyor. Ayrıca suçların istinaf temyiz süresinin 5 yıldan daha aşağıya çekilmesine ilişkin yasal düzenleme var. Vatandaşın yargılanma hakkını olumlu etkileyen önemli bir gelişmedir. İkinci yargı paketinde daha çok ömür boyu nafaka düzenlemesi, çocuk teslimi ve cezaların infazı dair af niteliği anlamına gelebilecek bir yargı düzenlemesi bekleniyor. Affa ilişkin yargı düzenlemesi daha uzun zaman alacağı düşünülerek yargı paketinden çıkartılıp ayrı bir kanun teklifi olarak tasarlanması gündemdedir." ifadelerini kullandı.

"Nafaka ve çocuk teslimine ilişkin düzenlemenim mutlaka olması gerekir"

Ömür boyu nafaka, ortada kalan çocuklarla ilgili acil düzenlemenin gerektiğini vurgulayan Yıldırım, "Nafaka ve çocuk teslimine ilişkin yasal düzenleme son derece önemli ve olumludur. Özellikle çocukların adliye koridorlarında veya icra memurları ve polis marifetiyle yaşadıkları yerden alınmaları çocuk üzerine travmatik etki oluşturmaktadır. Bunun mutlak surette düzeltilmesi, çocuk tesliminde polisin ve icra memurunun kapı kapı dolaşarak çocuk araması değil, çocuğun daha iyi bir yasal düzenleme ile adliyedeki bir sosyal çalışmacının bulunduğu ortama getirilmesi ve kişisel görüşmesini burada gerçekleşmesi hem tarafları arasındaki husumetin derinleştirilmemesi hem de çocuğun ruhsal gelişimi açısından son derece önemlidir." şeklinde konuştu.

Ömür oyu nafakada tarafların ekonomik durumunun göz ardı edilmemesi ve sosyal devlet anlayışıyla hareket edilmesi gerektiğinin altını çizen Yıldırım, "Ömür boyu nafaka yönünden yapılan düzenlemede bizce son derece yerinde olacaktır. Mevcut düzenleme ile eşlerden biri diğer tarafa evleninceye veya vefat edinceye veya düzenli bir gelir elde edinceye kadar nafaka ödeme yükümlülüğündedir. Oysaki nafaka yükümlüsü olan kişinin de ekonomik ve sosyal durumu gözetildiğinde ömür boyu nafaka vermenin bir taraf için hak olduğu gibi öbür taraf için de bir eziyet ve türbe dönüşeceği gözden kaçırılmamalıdır. Bu nedenle yasal süreyle sınırlandırılan nafaka düzenlemesi son derece yerinde olacaktır. Burada üzerinde durulan önemli bir nokta da nafaka alacaklısının dezavantajlı gruplardan olmasıdır. Yani sürekli hasta yaşlı veya sakat olması durumunda nafaka kesildikten sonraki hayatını sürdürmesi zorlaşacağı düşünülmektedir. Bu noktada kişinin ihtiyaçlarının giderilmesi için nafaka yükümlüsünün ömür boyu nafakayla yükümlü olması değil, devletin sosyal devlet politikası gereği devreye girerek kişinin ihtiyaçlarını karşılanması gerektiği kanaatindeyiz." dedi.

"Kişinin tek taraflı beyanıyla eşlerden biri evden uzaklaştırılabiliyor"

6284 Sayılı Kanunun yeniden gözden geçirilerek yuvaların dağılmaması için bir düzenlemenin yapılmasını gerektiğini belirten Yıldırım, "Paket içerisinde yer alan ve çokça tartışılan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi'ne dair yasa var. Bu yasa 2012 yılında ihtiyaçtan alelacele çıkarılmış bir yasadır. Aceleyle çıkarıldığı için birçok husus gözden kaçırılmıştır. Kişinin tek taraflı beyanıyla eşlerden biri evden uzaklaştırılabiliyor. Bu kişiler arasındaki husumetin derinleşmesine, anlaşma ile sonuçlanabilecek olan aile içi kavgaların daha derinleşip boşanma ile sonuçlanmasına da sebebiyet vermektedir. Kişinin beyanıyla beraber karşı tarafın hukuksal durumu, fiili durumu, hava toplumsal durumu özellikle İş durumunun da gözetilmesi lazımdır. Mahkemeler bu konuda karar verirken yasaklanan kişinin iş ve aile çevresinde yasaklandığı yerle olan mesafesini ve ilişkisini gözetmediklerinden birçok kişi kendi işine ya da evine giderken yasağı bilmeden ihlal etmiş olmaktadır. Bu ciddi bir problemdir. Bunun mutlaka göden geçirilmesi lazımdır.  Bu hususta yapılan itirazları Aile Mahkemeleri ne kadar Asli Hukuk Mahkemelerine gönderse de ciddi bir inceleme yapılmaksızın dosya üzerinden talepler reddedilmektedir." ifadelerini kullandı.

"Cinsiyetsiz eğitim son derece zararlıdır"

İstanbul Sözleşmesi tercüme edilirken toplumsal hassasiyetleri dikkate alınarak toplumun birçok kusurlu tarafı toplumdan gizlendiğini ve üzerinde durulması gereken çok önemli üç nokta olduğunu belirten Yıldırım, "Bunlardan biri cinsiyetsiz eğitim, biri cinsel yönelim diğeri de aile birlikteliği kavramlarıdır." şeklinde konuştu.

"Cinsiyetsiz eğitim son derece zararlıdır." diyen Yıldırım daha sonra şunları kaydetti:

Bireylerin cinsel kimlikleri dikkate alınmaksızın bir eğitim sürecine tabi tutulmalarını gerektiren bir uygulamadır. Bu son derece yanlıştır. Çünkü kadın olsun, erkek olsun kendi bedensel farklılıklarının farkına vararak bir süreç geçirmeleri onların cinsel, bireysel gelişimlerini olumlu etkileyeceklerdir. Bu farklılıklar göz ardı edilerek verilecek bir eğitimdeyse kişiler ergenlik çağına vardıkları halde cinsel kimliklerini gereği gibi taşımama gibi bir sorunla karşı karşıya kalacaklardır. İkincisiyse cinsel yönelim dediğimiz toplumumuzca kabul edilmeyen sapkın olarak nitelendirilebilen cinsel eğilimleri artırdığı veya özendirdiği gözlemlenmektedir. Kişilerin karşı cinse yönelmeleri meşru ve beklenendir. Bu konuda da sözleşme son derce sorunludur. Üçüncü noktaysa özellikle ailenin korunması noktasında sözleşme birlikteliğe vurgu yaparken tercümesinde ısrarla aile vurgusu yapılmıştır. Oysa sözleşmeden kast edilen aile değildir. Burada eş cinsel birliktelikler bir evlilik gibi algılanmasına ve yasal statü sağlanmasına zemin hazırlamaktadır. Bu son derece tehlikeli bir süreçtir. Bu durumun göz ardı edilmeden İstanbul Sözleşmesi'nde ya gerekli düzenlemelerin yapılması veya bunun ivedilikle bu sözleşmeden çekilmesi gerekiyor. Aksi takdirde İstanbul Sözleşmesi bizim toplumumuz açısında onarılması imkânsız yaralara neden olacaktır.

"Mevcut haliyle karmaşa, birçok istisnalar barındıran bir infaz rejimimiz var"

Ceza infaz kanunun sadeleştirilmesi gerektiğine değinen Yıldırım, "Cezaların infazı yasasına yönelik yapılacak olan değişiklik var. Mevcut haliyle karmaşa, birçok istisnalar barındıran bir infaz rejimimiz var. Bunun daha sadeleştirilmesi verilen cezanın bir cezalandırma değil, kişiyi sosyalleştirme ve eğitme göz ardı edilmeksizin ceza infazında bir esneme, denetimli serbestlik sürelerinin cezaya göre esnetilmesi ve uzatılması, ayrıca ceza infazının daha insani ve iyi koşullarda gerçekleştirilmesine yönelik bir düzenlemenin her zaman iyi olacağını düşünüyorum." dedi.

"Devlet kendine karşı işlenen suçları affedebilir"

Devletin af çıkarırken dikkat etmesi gereken hususların olduğuna vurgu yapan Avukat Muhammed Cihan Güvenç, devletin kendine karşı işlenmiş suçlara karşı af yetkisinin olduğunu söyledi.

Güvenç, "Yani ben bana karşı işlenmiş bir sucu affedebilirim ama bir başka şahsa karşı affedilmiş sucu affedemem buna da yetkim yok. Cenab-ı Allah dahi kul hakkını affetmiyor. Bu cepheden bakarsak devletin kişilere karşı işleniş suçları affetme yetkisi yoktur, bu yanlıştır. Böyle bir durumda suç mağduru plan kişilerinde mağduriyetlerinin giderilmesi yükümlülüğü de devletin üzerine düşer. Zarar verini affediyorsa, zarar görenin de mağduriyetini gidermek durumunda kalır. Dolayısıyla şu an gelecek olan genel affın doğru olmayacağı kanaatindeyim. Kamuoyu da çok iyi biliyor ki bu af FETÖ'den mağduriyet yaşayanlara yönelik getirilecek olan bir aftır. Biz olaya bu cepheden bakıyoruz. Af sonrasında suça karışmış kişilerin cezaevinden çıktıktan sonra suça karşı daha meyilli olduklarını görüyoruz. Bunu kamuoyundan, basından öğreniyoruz." ifadelerini kullandı.

"Evlenme vakalarından fazla nerdeyse boşanma vakaları var"

6284 Sayılı Kanun'u değerlendiren Güvenç, "Adıyaman'da bir aile mahkememiz var oldukça yoğun bir şekilde çalışıyor. Gaziantep'te 10 aile mahkemesi var. Bu çok ciddi bir durumdur. Şu anda evlenme vakalarından fazla nerdeyse boşanma vakaları var. Devletin, hükümetin, siyasi iradenin bu durumu irdelemesi gerekir. Boşanma neticesinde mağdur olan çocuklar var. Boşanma vakaları sonucu ortada kalan çocuklarda bir takım kişilik bozuklukları meydana geliyor. Boşanmaların büyük kısmı ekonomik nedenlerden kaynaklanmaktadır. Eşin eve ekmek götürememesi husumetlere ve neticesinde boşanmalara neden oluyor. Bu durum devlete çocukların geleceğiyle ilgili ciddi bir yük getiriyor. Ortada kalan çocukların devlete çok ciddi bir yükü var. Bir çocuğun devlete aylık maliyeti bundan 7 sene önce yaklaşık 5 bin liraydı." dedi.

"Çocuğun yetişeği en iyi yer aile ortamıdır"

Boşanmaların ortada kalan çocuklarda ruhsal sorunlara neden olduğunu ifade eden Güvenç, "Bunun yanında çocukların yetişmesi açısından da ciddi bir sorun ortaya çıkıyor. Çünkü çocuğun yetişeği en iyi yer aile ortamıdır. Politikalarınızla çocuğun aile ortamına devamını temin etmeseniz çocuk sizin başınıza sıkıntı olarak döner. Ve gelecek nesillerin sağlam bir psikolojiyle yetişmemesi anlamına gelir. Genellikle boşanmış olan ailelerin çocukları suça meyilli oluyor. Bu da çocuğun sorun ve sıkıntılarıyla devlete dönmesi demektir. Bizler daha fazla mahkemeler açarak, daha fazla cezaevleri açarak bunun önüne geçemeyiz. Biz insanlara ekmek kazanacakları kapılar açmak durumundayız. Bunlar hep birbiriyle ilinti şeylerdir. Umarız ki siyasi irade bu konuda gerekli çalışmaları yapar. Kendi şahsi menfaatlerinden ziyade toplumun menfaati üzerinde durularda biz bugün bu tür sıkıntılarla uğraşıyor olmayız." şeklinde konuştu. (Cemil Özdaş -İLKHA)

]]>