aşkent Akyab`daki otelin önüne toplanan Budist gençler akıllara gelebilecek her türlü müzik yayını ve sarhoş insan tiplemesini uygulamalı olarak sergiliyor. Tek gaye kamplara yardım için gelenleri bıktırmak. Sabaha doğru gürültülerin arasından tanıdık bir ses kulaklarımı okşuyor. Odaklanıyorum uzak mahallelerden birinden ezan sesi geliyor. Sabah erkenden bizim cezaevi minibüsü kapıya yanaşıyor. Rehbere o mahalleyi soruyorum.

Kaşları çatılıyor, sesi kısılıyor bana doğru hafifçe eğilip elini ağzıyla kulağım arasına set yapıp, “Orası Ambela...Yaklaşık 4 aydır Budist gençlerin ablukasında. 70 bin Müslümanın olduğu bir yer. BM dahi giremiyor. Sakın aklından bile geçirme! Önünden geçmen dahi öldürülmen için bir sebep “ diyor. Ne sen sordun ne de ben söyledim misali önüne dönüyor. Kamplara doğru hareket etmesi için şoföre işaret ediyor.

Araçta İHH İnsani Yardım Vakfı Dış İlişkiler Koordinatörü Vahdettin Kaygan, AİD Uluslararası Doktorlar Birliği`nden Dr. Murat Kadir Topçu ve Dr. Aşir Keçelioğlu da var. Yol boyunca İHH`nın 19 yıldır bölgede aktif olarak sürdürdüğü çalışmalardan ve Arakan`a yönelik detaylı raporlardan bahseden Vahdettin, “Aman abiler kamplarda çok dikkatli olun. Devlet görevlileri olabilir. Belki bize bir şey olmaz ama temas ettiğimiz insanlar zarar görebilir” diyerek uyarılarda bulunuyor.


Araç bol bol tapınak, etrafında toplanan silahlı asker ve sopalı gençlerin bulunduğu şehir merkezini geçip toprak yola giriyor. Uzaktan çadırların göründüğü bir noktada aracımız durduruluyor. Rehber ile yerel askerler arasında geçen konuşma aracın dikiz aynasına asılı kapı gibi izin belgesinin kontrolü ile son buluyor. Demir bariyerler açılıyor artık mahrumiyet bölgesindeyiz!

Yolun sağında solunda otlardan derme çatma kamışlardan yapılan kümes kadar korunaklar üzerlerinde tek tük BM brandaları beliriyor. BM dağıttığı brandalarla güya garibanların üzerini örtüyor. Aslında her zaman yaptığı gibi buradaki insanlık dramının da üzerini örtmüş oluyor orası başka !


Aracımız iç kısımlara doğru ilerledikçe görüntüler daha da dramatikleşiyor. Kamplarda sessizlik hakim. İnsanların çoğu boynunu bükmüş, bizi izliyorlar. Biraz daha ilerleyip Baw Du Pha Kampında duruyoruz. Rehber buranın bölgenin en kalabalık kampı olduğunu ve 22 bin kişinin yaşadığını söylüyor. Halkın çoğunluğu Ekim ayındaki Budist saldırılarında ağır kayıplar veren Kyaukpyu ve Pauktaw`dan gelmiş. Araçtan inip çadırların arasında dolaşmaya başlıyorum. Kamp sakinleri durumdan pek hoşnut olmuyor, tedirginlik ve korku gözlerine yansıyor. Selam veriyorum. Etrafım başta çocuklar olmak üzere kamp sakinleri tarafından çevriliyor. Naylon bir çadırın önünde duruyorum. İçeride bir kadın, dört çocuk... Yerlerde otlar ve iki sergiden başka hiçbir şey yok. Kadının ismi Laila... Kyaukpyu`dan gelmiş, Kaman Müslümanlarındanmış. Laila, “Bir gece yarısı köyümüz eli silahlı kişiler tarafından basıldı. Evlerimizi yaktılar. Bazılarımız karanlıktan faydalanıp kaçtı. Şimdi bu kampta bizim köyden 170 kişi var. Bu çocuklardan sadece Muhammed ve Zehra benim, diğerleri yeğenlerim. Kocama ve kardeşlerime ne oldu bilmiyorum” diyor.

EVİMİZ YAKILDIĞI İÇİN SUÇLUYUZ
Az ötede otlardan yapılmış küçük bir barınak. 22-23 yaşlarında genç bir kadın, adı Fate. Elindeki hamuru pirinç kadar küçük parçalara ayırıp yemek hazırlığı yapıyor. Fate, Hazirandaki saldırılar sırasında Arakan`ın kuzeyindeki Maugdaw`dan kaçarak buraya gelmiş. “Kocamla birlikte günlerce yol yürüdük.Çok korkunçtu. Sonunda bizi yakalayıp buraya getirdiler. Burası neresidir? daha ne kadar kalacağız? Bir daha köyümüze geri dönebilecek miyiz? hiçbir şey bilmiyorum” diye dert yanıyor.
Belki de kamplarda duyduğum en enteresan cümle Yunus`tan geliyor.” Budistler köylerimizi, evlerimizi yaktı. İnsanlarımızı öldürdü. Biz canımızı zor kurtardık. Ama yine biz suçluyuz biliyor musun? Evini nereye yapacağına ağaçtan mı taştan mı olacağına bile devlet karar verir. Çünkü buradaki evlerin hepsi devlete aittir. Bizim kimliğimiz olmadığı için zaten mülkiyet hakkımız yok. Ancak evlerimiz yakıldığı için devlet malını koruyamamaktan 6 yıla kadar hapis cezası almamız sözkonusu. Böyle birşey olabilir mi?”

4 çocuk annesi Zainabi ise o anları tekrar tekrar yaşıyor; “Köyümüzde durumumuz çok iyiydi. Zengin sayılırdık. Bırakın bir yatağı, yastığı, tabağı çoğu gece çocuklarımı aç yatırıyorum. Korkudan geceleri uykusuz geçiriyorum. Kamplarda salgın hastalıklar var. Hergün bir sonraki günü görecek miyiz endişesi taşıyoruz.”

West San Dya, Ohn Taw Guyi, Pha Lin Pyin, The chaung nufus, Da Ping bu isimleri hiç duymadınız değil mi? Zaten duyulması da istenmiyor. Ama şu kadarını söyleyeyim. Budistlerin tecavüzüne uğradıktan sonra bu kamplara gönderilen onlarca kadın ya düşük yaparken ölüyor ya da intihar ediyor.

Sitwee şehir merkezi dışında Bengal körfezi kıyısında onlarca kamp ve içinde şimdilik 119 bin Müslüman var. İsimler farklı farklı da olsa insanların hepsinin hikayesi ortak. Sözüm ona medeni dünyanın vurdumduymazlığı da!


BURADA ÖLEYİM!
Doktorlarımız etraflarına toplanan kalabalığı inceden inceye bir muayene ediyorlar. İlk sonuçlar; tüberküloz, sıtma, yetersiz beslenme, depresyon. Çok sayıda kalp hastası. Yaşlı bir kadın da o hastalardan biri. Artık son demleri. Doktorların, “ hastaneye sevkedelim”ısrarı ne yazık ki işe yaramıyor. Yaşlı kadın, “Beni orada kesin öldürürler. Öleceksem burada öleyim” diyor.

İHH, bambudan 500 aile için ev yaptırdı.

İHH, KÖY KURDU
Müslümana çadır yakışmaz

Arakanlı yetkilileri ikna eden İHH, 500 ailenin barınabileceği bir köy kurdu. Bambu ağacından yapılan evlerde, banyo ve tuvalet de bulunuyor

Arakan eyaletinin Budist bakanıyla birlikteyiz. İHH Dış İlişkiler Koordinatörü Vahdettin Kaygan, “Türkiye`den geliyoruz. Kamplardaki insanlara yardımcı olmak istiyoruz” diyor. Sağlık Bakanı tedirgin. Vahdettin bu defa,”Biz dünyanın 125 ülkesinde insanî yardımlarda bulunan uluslar arası bir kuruluşuz. Buradaki Müslümanlar Budistlerin yardımlarını kabullenmiyor. Budist doktorlar da Müslümanlara tıbbi desteği reddediyor. Değil bir Müslümanın bir Budistin dahi ölmesine göz yumamayız. Şimdi kamplarda hem sağlık hem de barınma anlamında kalıcı hizmetler yapmak istiyoruz. ” sözleri ile bakanı gevşetiyor.


Bakanla beraber Bu May, Thet Kal Pyin ve Koung Date Khea kamplarına giriyoruz. Vahdettin, bakana, kamplardaki çadırlar yerine İHH olarak ev yaptırabileceklerini söylüyor. Bengal körfezi kenarında geniş bir araziyi istiyor. Allah yardım ediyor, bakanın basireti bağlanıyor. Ve oluru veriyor. Kamplara daha önceden siparişi verilen pirinçler biz oradayken getiriliyor. Ve 7.5 ton pirinç kısa sürede dağıtılıyor. Akşam ise Müslüman ailelerin barınması için İHH, 500 bin TL bir bütçe belirleyip ödemesini Arakan`ın ileri gelenlerine anında teslim ediyor. Bambu ağacından 500 ailenin kalacağı ev, 100 banyo, 150 tuvalet ve 150 su kuyusunun yapımına o gece başlanıyor. Evler ne oldu diye merak edebilirsiniz. Siz bu yazıyı okurken Arakanlılar o evlerde oturmaya başladı bile!

VATANLARINDA MÜLTECİ OLDULAR

BM`nin insan hakları sözleşmesine ne oldu?
İnsan asırlardır varolduğu topraklarda nasıl yok sayılabilir? “Hiç kimse vatandaşlık haklarından mahrum edilemez” ibarelerini İnsan Hakları Deklarasyonu`nun 15. Maddesi olarak kabul eden ve kayıt altına alan BM, askeri cuntanın 1982`de buradaki Müslümanları vatandaşlıktan çıkarmasına nasıl göz yumabilir? Dahası BM kendi anayasasını reddederek buraya nasıl UNHCR (BM Mülteciler Yüksek Komiserliği) ekiplerini gönderip illegal durumu legalleştirebilir?

TÜRKİYE GAZETESİ