İstanbul
Dünya doğal gaz rezervi 196 trilyon metreküp olarak tahmin edilmektedir. Bunun yaklaşık yüzde 5’inin Doğu Akdeniz’de olduğu düşünülüyor. Bu durumda Doğu Akdeniz’de yaklaşık 9,8 trilyon metreküp doğal gaz bulunduğu söylenebilir. Amerika Birleşik Devletleri Jeoloji Araştırmaları Kurumu (United States Geological Survey [USGS]) bunun 3,6 trilyon metreküpünün Levant baseninde, 6,3 trilyon metreküpünün de Nil deltası baseninde olduğunu tahmin etmektedir. Bu miktarlar toplam dünya rezervlerine göre küçük olsa da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, İsrail gibi devletlerin küçük ekonomileri açısından oldukça önemlidir.

Bugün Doğu Akdeniz’de yaşanan sondaj krizi bir gecede ortaya çıkmamıştır. Türkiye ve KKTC’nin haksızlıkları reddeden ve yıllarca devam eden protestoları, hak sahibi oldukları kıta sahanlığı alanlarında verdikleri ruhsatlar görmezden gelinmiştir.
Doğu Akdeniz’deki doğal gaz zenginliklerinden yararlanma isteğinin kıyı devletleri arasındaki mevcut uyuşmazlıkları derinleştirdiği, bunlara ilaveten yeni uyuşmazlıklar meydana getirdiği anlaşılıyor. Doğu Akdeniz’deki sondaj krizine GKRY ve Yunanistan’ın bölgedeki doğal gaz zenginliklerini sahiplenme ve bulunacak gazın pazara çıkış yollarını kontrol etme ihtirasının yol açtığı görülüyor. Bu ihtiraslar Avrupa Birliği’ni (AB) de sarmıştır. Doğal gaz açısından Rusya Federasyonu’na bağımlı olan AB’nin kaynaklarını çeşitlendirmek istemesi anlaşılabilir bir durum. Muhtemelen doğal gaz ihtiyacının bir kısmını Doğu Akdeniz’den sağlamayı düşünen AB GKRY ve Yunanistan’ın tezlerini desteklemektedir. Yine bu amaçlarla olsa gerek, Doğu Akdeniz doğal gazını deniz altından döşenecek boru hatlarıyla AB pazarlarına çıkarmayı öngören “Doğu Akdeniz projesi” gibi projeler gündemde tutulmaktadır. Bu projelerin gerçekleşmesi halinde hiç şüphesiz ki Türkiye Doğu Akdeniz doğal gazının AB’ye transferinde bir kenara bırakılmış olacaktır. Buna karşılık, söz konusu boru hatlarının gerçekleştirilmesi, güzergahın derin ve jeolojik açıdan hareketli olması, rezervin küçük olması gibi nedenlerle mühendislik açısından zor ve göreceli olarak yüksek maliyetlidir. Bu durumun görmezden gelinmesi, söz konusu projelerin ekonomik değil politik tercihleri yansıttığını göstermektedir. Kaya gazı üretimindeki patlama sebebiyle doğal gaz fiyatlarının düşmesi, sıvılaştırılmış doğal gaz ticaretinin küreselleşmesi ve alternatif gaz kaynaklarına ulaşmanın kolaylaşması bu tercihi zayıflatacaktır.

Doğu Akdeniz deniz yetki alanları sorunu
Doğu Akdeniz’in muhtemel doğal gaz kaynakları üzerinde egemen haklar tesis etme çabaları, uluslararası hukuk alanına Doğu Akdeniz kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) sınırlandırması uyuşmazlıkları olarak yansımaktadır. MEB ilan edilerek edinilen bir deniz yetki alanıdır. Türkiye ve Yunanistan bölgede MEB ilan etmemişlerdir. Bu nedenle her iki devletin de bölgede MEB’i yoktur. GKRY ise yetkisi olmadığı halde, tek başına bütün Kıbrıs adasını temsil ediyormuş gibi, MEB ilan etmiştir. Bu ilan hukuksuz, dolayısıyla geçersizdir. Buna karşılık kıyı devletlerinin niteliği gereği, ab initio (başlangıcından itibaren) uluslararası hukuka girdiğinden beri ve ipso facto (kendiliğinden), kıta sahanlığına sahip olduklarını belirtmek gerekir.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de uzun kıyılarıyla orantılı geniş bir kıta sahanlığı bulunmaktadır. GKRY ve Yunanistan Türkiye’nin bölgedeki bu kıta sahanlığı alanları üzerinde uluslararası hukuka aykırı olarak hak iddia etmektedirler. GKRY ve Yunanistan’ın bu hukuksuz iddiaları en ileri boyutlara ulaşmıştır. Bu duruma bölgede bulunduğu tahmin edilen doğal gaz zenginliklerinden olabildiğince büyük pay kapma isteklerinin neden olduğu düşünülmektedir. Doğal olarak GKRY-Yunanistan ikilisinin bu maksimal iddiaların sebebiyet verdiği uyuşmazlıklar, yayıldıkları alanlar itibariyle maksimal boyutlardadır. Takdir edileceği gibi, söz konusu uyuşmazlıklar muhtemel doğal gaz kaynaklarının yanı sıra, yayıldıkları geniş alanlar nedeniyle de tehlikeli bir hal almıştır.

Deniz yetki alanlarının sınırlandırmasına ilişkin uluslararası hukuk kuralları
Uluslararası hukuk kıta sahanlığı sınırlandırmasının hakkaniyete uygun antlaşmalarla yapılmasını öngörmektedir. Hakkaniyete uygun sınırlandırma “coğrafyanın üstünlüğü” prensibine dayalı olarak, uzun kıyıların büyük, kısa kıyıların küçük kıta sahanlıklarını değiştirmeyecek bir sınırlandırma olarak özetlenebilir. Hakkaniyetin öngördüğü bu sonucu doğuran sınırlandırma metotları da uygun sınırlandırma metotları olarak kabul edilir.

Uluslararası hukuk adaların da kıta sahanlığı olacağını kabul etmekte ama coğrafi konumuna, ıssız olup olmamasına, kendisine mahsus bir ekonomisinin bulunup bulunmamasına bakarak, adalara ya hiç kıta sahanlığı vermemekte ya da sınırlı bir alanda kıta sahanlığı tanımaktadır. Uluslararası mahkemelerin yerleşik içtihatları, iki devletin ana karaları arasındaki ortay hattın ters tarafındaki adalara ya hiç kıta sahanlığı vermemekte ya da çok sınırlı bir alanda bu hakkı tanımaktadır.

Tarafların tezleri ve uluslararası hukukun öngördüğü sınırlar
Yunanistan Türkiye kıyıları önündeki Rodos ve Meis adalarına tam etki tanıyarak bu adalarla Anadolu arasındaki ortay hattın bölgedeki kıta sahanlığının sınırını oluşturduğunu söylemektedir. GKRY ile Yunanistan’ın iddia ettikleri bu sınırlar Antalya körfezi açıklarında kesişmekte ve bu iki devlet arasında ortak sınır oluşturmaktadır. Böylece Türk kıta sahanlığının Afrika kıyılarının sahip olduğu kıta sahanlığı alanlarıyla ilişkisi kesilmektedir. GKRY ve Yunanistan’ın iddiaları değerlendirildiğinde, bu ikilinin Türkiye’yi Antalya körfezi açıklarında dar bir deniz alanına hapsetmeye çalıştıkları görülmektedir.

Türkiye 2019 baharında Yunanistan’a verdiği ve Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan bir notasında, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığının 28° 00' 00" D boylamına kadar uzandığını, bu boylamın batısında Türk kıta sahanlığının batı sınırının Ege denizinden gelen sınır da dikkate alınarak bütün ilgili devletlerle yapılacak hakkaniyete uygun anlaşmalarla çizileceğini bildirmiştir. Bu ifade, Türkiye ile Libya arasında bir kıta sahanlığı sınırı çizilmesini de ihtimal dâhilinde tutmaktadır. Uluslararası hukuka göre Meis, Rodos, Büyük ve Küçük Kerpe adalarının karasularıyla enklave edilmesi (çevrelenip sınırlandırılması) gerekmektedir.

GKRY Kıbrıs adasının tek meşru hükümeti olmak ve adanın tamamını tek başına temsil etmek iddiasındadır. GKRY’nin bu iddiaları uluslararası hukuka aykırıdır. GKRY tek başına adayı temsil etmemektedir. Rumlar kabul etse de etmese de adada bir Kıbrıs Türk halkı ve Kıbrıs Türk Halkının devleti olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bulunmaktadır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasına göre Kıbrıs Türkü ile Kıbrıslı Rumların adanın karasında, denizlerinde, havasında, yani adanın her noktasında ve tüm zenginlikleri üzerinde eşit hakları vardır. Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs Türkünün ve onun devleti olan KKTC’nin Kıbrıslı Rumlarla eşit haklarının garantörüdür ve KKTC’nin söz konusu haklarını korumasına yardım etmeye kararlı olduğunu ifade etmektedir.

GKRY Kıbrıs adasını tek başına temsil ediyormuş gibi, adanın kuzeyinde ve batısında Kıbrıs adası ile Anadolu arasındaki ortay hattın Türkiye ile GKRY arasında kıta sahanlığı/MEB sınırı oluşturduğunu iddia etmektedir. Bu iddia tümüyle mesnetsizdir. Nitekim Türkiye ile KKTC, adanın kuzeyinde kendi kıta sahanlığı sınırlarını bir antlaşma ile çizmişlerdir. Kaldı ki Anadolu-Kıbrıs adası ortay hattı, hiçbir hukuki esasa dayanmaksızın, adanın batısındaki (Fatih gemisinin sondaj yaptığı bölgeyi de içine alan) geniş bir alanda Türk kıta sahanlığına tecavüz etmektedir. Kıbrıs’ın söz konusu deniz alanlarına bitişik kıyıları çok kısadır. Buna karşılık Türkiye’nin aynı deniz alanlarına bitişik kıyıları çok uzundur. Kıbrıs adasının kısacık batı kıyılarına çok geniş bir deniz alanı bırakarak uzun Anadolu kıyılarının Akdeniz açık denizine azami erişiminin önünü kesecek bir sınırlandırma hakkaniyete uygun değildir. Kıbrıs adasının batısındaki bu sınırlandırma alanında uluslararası hukuka uygun olarak Kıbrıs adasının batı kıyıları karasularıyla çevrilmelidir (enklave edilmelidir). Uluslararası hukuka göre, bu bölgede sınır, kuzeyde Türkiye-KKTC kıta sahanlığı sınırının 32° 16' 18" boylamı üzerindeki batı ucundan başlayarak, ilgili yerlerde Kıbrıs adasının karasularının dış sınırını takip ederek, bu boylam üzerinden Türkiye-Mısır ortay hattına kadar uzanır.

GKRY uygulamaları ve Doğu Akdeniz’de ekilen kriz tohumları
GKRY Kıbrıs adasının doğusunda ve güneyinde, tek başına Kıbrıs adasının tamamını temsil ediyormuş gibi, Mısır, Lübnan ve İsrail ile MEB sınırlandırması antlaşmaları yapmış, hakkaniyetsiz olan bu antlaşmaların çizdiği sınırlar içinde ruhsat parselleri ilan etmiş ve ruhsatlar vermiştir. 
Bu ruhsatlar son olarak Türkiye’nin kıta sahanlığına tecavüz etmeye başlamıştır. GKRY bu ihlallerle Kıbrıs uyuşmazlığını denize yayarak bölgedeki istikrarı tehlikeye atmıştır
GKRY Kıbrıs adasının doğusunda ve güneyinde, tek başına Kıbrıs adasının tamamını temsil ediyormuş gibi, Mısır, Lübnan ve İsrail ile MEB sınırlandırması antlaşmaları yapmış, hakkaniyetsiz olan bu antlaşmaların çizdiği sınırlar içinde ruhsat parselleri ilan etmiş ve ruhsatlar vermiştir. GKRY’nin tüm Kıbrıs adası adına iddialarda bulunmak, antlaşmalar yapmak, adanın doğal zenginliklerine yönelik ruhsat alanları ilan etmek ve ruhsatlar vermek gibi tasarruflarda bulunmak için yetkisi yoktur. GKRY’nin bu yetkisiz, dolayısıyla hukuksuz tasarrufları, Kıbrıs Türkünün ve onun devleti olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını ihlal etmektedir. Bu ruhsatlar son olarak Türkiye’nin kıta sahanlığına tecavüz etmeye başlamıştır. GKRY bu ihlallerle Kıbrıs uyuşmazlığını denize yayarak bölgedeki istikrarı tehlikeye atmıştır. GKRY’nin verdiği hukuksuz ruhsatlara dayanarak bölgede faaliyet gösteren şirketler de söz konusu hukuksuzluğa iştirak ederek Kıbrıs Türk halkının ve KKTC’nin haklarını ihlal etmişlerdir.

Türkiye ve KKTC, GKRY ve Yunanistan’ın uluslararası hukuka aykırı tasarruflarını her fırsatta protesto etmişlerdir. Ayrıca GKRY’den ruhsat alarak bölgede faaliyet gösteren şirketler de iştirak ettikleri hukuksuzluk belirtilerek ikaz edilmişlerdir. Böylece Türkiye ve KKTC ihlal edilen haklarını saklı tutmuş, GKRY ve Yunanistan’ın hukuk dışı tasarruflarının herhangi bir hukuki sonuç doğurmayacağını ve kendilerine karşı ileri sürülemeyeceğini bildirmişlerdir.

Türkiye ve KKTC kendi kıta sahanlıklarındaki haklarını kullanarak bu hakların sahibi olduklarını da göstermişlerdir. Türkiye kendi kıta sahanlığı alanlarında ruhsatlar vererek sismik araştırmalar yapmış, sondajlar gerçekleştirmiştir. Bu sismik araştırma ve sondajların bir kısmı halen icra edilmektedir. KKTC de aynı yolda ilerlemiştir: Kıbrıs adasına ait kıta sahanlığı alanlarında ruhsatlar vermiş, bu alanlarda sismik araştırmalar yaptırmıştır. KKTC’nin söz konusu faaliyetleri, GKRY’nin (bütün Kıbrıs adasını temsil ediyormuş gibi) tek başına gerçekleştirdiği hukuksuz faaliyetlere karşılık olarak yürütülmüştür. Bu açıdan eleştirilmesi mümkün değildir.

Sonuç
Bugün Doğu Akdeniz’de yaşanan sondaj krizi bir gecede ortaya çıkmamıştır. Türkiye ve KKTC’nin haksızlıkları reddeden ve yıllarca devam eden protestoları, hak sahibi oldukları kıta sahanlığı alanlarında verdikleri ruhsatlar görmezden gelinmiştir. GKRY’nin bölgede istikrarı tehlikeye atan hukuksuz tasarruflarına göz yumulmuştur. Bugün yaşanan krizi yıllardır süren bu hukuksuzluklar doğurmuştur. Kendi kıta sahanlığında yıllar önce verdiği ruhsat alanlarında yaptırdığı sismik araştırmalardan sonra Türkiye’nin sondaja başlanması beklenen bir durumdur. Bugün itibariyle Türkiye Kıbrıs adasının batısında ve güney batısında Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’na (TPAO) verdiği ruhsat sahalarında, bu şirkete ait Fatih ve Yavuz sondaj gemileriyle sondaj faaliyetlerini sürdürmektedir. Kısa bir süre içinde KKTC’nin de kendi ruhsat alanlarında sondaj yaptırması beklenmelidir.