Hüseyin Sağlam / Analiz/ DOĞRUHABER
Kasım ayı başında Katar’da yapılan oturumlarla muhalefete ayar çekme operasyonundan sonra SUK stratejisine virgül konulup, yeni bir muhalif cephenin oluşturulması, vurdumduymazlıkla suçlanan ABD’nin Suriye sahasındaki etkisinin yeni bir ivme kazanmasına kapı araladı.
ABD’nin artık daha fazla ön planda olacağı yeni muhalefet stratejisinde belirgin hale gelecek ana hatların ipuçları üzerinde “komplo teorileri” yürütme safhasının büyük oranda geride kaldığı söylenebilir. Bunun en açık işaretleri de, yine muhalefete ayar çekme operasyonunda söz konusu muhalif cepheyle imzalanıp Esad sonrası Suriye’nin geleceğini şekillendirecek 12 maddelik “Gizli anlaşma” ile belirgin bir hal almasıyla ortaya çıktı.
Kuveyt Ümmet Partisi Üyesi Dr. Faysal el-Hamd’ın deklare ettiği ve ihanet anlaşması olarak değerlendirdiği gizli anlaşmanın tüm maddelerini geçen hafta bu köşede yayınlamıştık.
( http://www.dogruhaber.com.tr/Haber/Yasasin-Amerika-Cok-Yasa-Hillary-61293.html )
İlgili ihanet anlaşmasının 11.Maddesinin “Suriye’de yeni kurulacak rejim, Liberal İslam esaslarına uygun olacak” şeklinde olması, hafta içerisinde Nusret Cephesi’nin “Terör” listesine alınmasındaki mantığı ele vermektedir.
Diğer maddeler ise, Suriye’de uygulanacak farklı safhaları izah etmeye yetmektedir.
El Kaide, Selefi ya da moda tabirle diğer “Cihadçı akımların” bölge genelinde dolaşıma sokulan silah, eleman ve lojistik materyalleri serbestçe Suriye sahasına sokabildiği ilk devreden, şimdilik Nusret Cephesinin dahil edildiği, bilahare diğer “Cihadçı akımların” da dahil edileceğinden kuşku duyulmadığı “Terör” listelerinin prim yapmaya başladığı ikinci bir operasyon devresine girilmiş durumdadır.
BİZ Mİ YANILDIK; BİZİ ESADÇILIKLA SUÇLAYANLAR MI?..
Bugüne kadar hep söyledik, bundan sonra da söylemeye devam etme imkanımızın daha çok olacağı şu gerçeğin altını bir kez daha çizmekte yarar var: Suriye’yi karıştırarak yeni bir yapı oluşturmak isteyen uluslararası ve bölgesel iradenin temel önceliği, siyonist rejimin güvenlik politikalarına katkı sunmakla doğrudan alakalıdır. Esad rejiminin zalimliği ya da silahlı muhalifler arasında İslami ölçütleri önceleyen grupların haklı mücadelesinin olması, uluslararası güçlerin Suriye politikasındaki bu inceliği gizleyemeyeceği gibi, böyle bir tespitten yola çıkarak bazı gelişmelere çekince koymamız da bizi Esadçı ya da falancı-filancı yapmaya kafi gelmemektedir.
Bugüne kadar yazdığımız her yazıda yer verdiğimiz bu tespitlere en sert tepkiyi göstererek bizi “Esadçı-Baasçı” ilan ederek ucuz yaftalama yöntemine başvuranların başında “Terör” kapsamına alınan hareketin üyeleri/sempatizanları gelmekteydi. Şu anda, ÖSO ve bu yapıyı destekleyen bölgesel ve uluslararası güçler, Nusret Cephesini “Terör” kapsamına almakla neyi hedeflemektedirler? Diye sorma imkânımız olsaydı, herhalde olayların başından beri dillendirdiğimiz gerekçeleri sıralamak dışında farklı bir gerekçe bulmaları oldukça zor olacaktı. İsrail’in güvenliği demek, aynı zamanda İrancılık veya Şiicilikle önü alınmaya çalışılan Lübnan-Filistin direnişine darbe indirme hedefi demektir ki, bunu da kabullenmeleri, zihinleri saran İran-Şia çemberine rağmen pek de mümkün olamayacaktır.
Asıl meseleye dönecek olursak; Nusret Cephesinin “Terör” kapsamına alınması, aslında ÖSO’ya maledilen etkili silahlı eylemlerde bu cephenin gözle görülür biçimde öne çıkması ve ÖSO içerisindeki etki-yetki entrikalarına karşın daha güçlü, daha organizeli bir duruş sergilemesiyle alakalıdır. Düzen ve rejim güçlerine karşı etkili operasyonlar sergilemesi, Nusret Cephesinin çatışma bölgelerinde daha fazla parlamasına, militan kitlesinin daha fazla genişlemesine, Batı’nın tüm çabalarına karşın ÖSO ile kıyaslandığında Esad sonrası muhtemel senaryolarda etkisinin daha fazla hissedileceğine kanaat getirilmesinin sonucudur. Amerika ve bölge ülkelerinin Suriye’yi etkisizleştirip “Liberal İslam”a adapte ederek daha silik bir yapı hedeflediği, bununla da siyonist rejime güvenlik babından bir armağan vermek istediği bir süreçte kendi tabirleriyle “aşırılık” yanlısı grupların prestij kazanmaya başlamaları, silahlı gruplar arasında bir tasnife gitmelerini, tehlike arzedecek grupların erkenden tasfiye edilmesini kendileri açısından zorunlu kılmıştır.
DÜNÜN MÜCAHİDİ BUGÜNÜN TERÖRİSTİ OLDU!
İlginçtir ama, Nusret Cephesi ve benzer çizgideki grupların eylemlerini daha düne kadar överek servis eden Batı cephesi, aslında Baas rejiminin zayıflatılması noktasında bu gruplardan yararlanma stratejisini güderken, rüzgarın tersten esmeye başlamasından sonra aksi yönde haberler servis etmeye başladılar.
Bazı muhalif grupların “savaş suçu” işlediği, işkence ve sivil ölümlere yol açtıkları, yasak olmasına karşın çocuk savaşçıları kullandıkları, zehirli gaz elde etmeye çalıştıkları vs haberler peyder pey akmaya başladı.
Düne kadar özgürlük savaşçıları, mücahid, kahraman sıfatlarıyla anılan özellikle El Kaide bağlantılı veya benzer çizgideki gruplarla ilgili ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland’ın yaptığı son açıklama hayli enteresandı:
“Nusra Cephesi Kasım 2011’den bu yana Şam, Halep, Hama, Dara, İdlib ve Deyr ez-Zor gibi kentlerde yaklaşık 600 saldırının sorumluluğunu üstlendi ve bu saldırılarda çok sayıda masum Suriyeli yaşamını yitirdi. Nusra Cephesi, bu saldırılar yoluyla, kendisini meşru Suriye muhalefetinin bir parçası olarak göstermeye çalışıyor ancak aslında bu, Irak El-Kaidesi’nin Suriye halkının sıkıntılarını kendi kirli emellerine alet etmeye yönelik bir girişimidir.”
Oysa daha önce aynı saldırılarda ölenlerin tamamı Esad’a bağlı güçler olarak servis edilirken, sivil katliamların tümü yine Esad’a bağlı güçlere mal edilmiyor muydu?
Gelelim “Terör” açılımının Suriye sahasına ne şekilde yansıyacağına.
ABD’nin bu kararı, Suriye sahasında yapılan istihbarat çalışmalarının ürünü olarak belirdi. Elbette bu, tasnifin ilk evresiydi. Peşinden diğer bazı grupların geleceği de muhakkaktır. Bu tasnif sonrası şimdilik durdurulduğu söylenen silah akışının bundan sonra yeniden hızlanacağı, bu yolla etkili eylemlerde Nusret cephesini dengeleme stratejisi güdüleceği, bir yandan yönetime karşı silahlı çatışmalarda etkili hamleler hedeflenirken beraberinde “terör” kapsamına alınan cephe veya cephelerin de hedef alınacağı, bunun da beraberinde farklı gruplar arasında olası çatışmaları tetikleyeceği öngörülebilir.
Gerçi diğer silahlı gruplar, şimdilik Nusret Cephesi’nin “Terör” kapsamına alınmasına tepki gösterdiler. Ama hiç birisi de, Antalya’da yeniden dizayn edilen silahlı teşekkül toplantısına Nusret Cephesinin çağrılmamasına fiili bir tepki ortaya koymadılar.
Bununla beraber Amerika’nın “terör” kumpası kurarak bazı grupları bu kumpasa sürüklemesi her ne kadar israilin güvenlik endişeleriyle doğrudan alakalıysa da, bu yöntemle bu grupların Amerika ve bölgesel müttefiklerinin etki alanından uzaklaşarak daha özgün bir duruş sergileme fırsatını yakalayacak olması, her şeyden önce hedef grupların yararına olacaktır.
“TERÖR AÇILIMI” ESAD’I HAKLI MI ÇIKARDI?!
Ne ilginçtir ki Suriye’de silahlı çatışmaların başladığı ilk zamanlarda dünya kamuoyuna açıklamalarda bulunan Esad, ülkesindeki silahlı ayaklanmanın hiçbir haklı gerekçesinin olmadığını, ülkesine giren “El Kaide teröristleri” ile mücadele ettiklerini hep tekrarlar dururdu. Hatta yaptıklarıyla laikliği koruma mücadelesi verdiklerini de hep söylerdi.
Gelinen noktada Suriye’deki çatışma ortamını körükleyerek Esad’ın iktidarı bırakmasını hedefleyen Amerika da Esad’la aynı çizgiye gelmiş oldu. Amerika’ya göre Suriye’de giderek yıldızı parlayan örgüt, El Kaide bağlantılı “terörist” gruptu ve bu grup istikrarsızlığın merkezine aday görünüyordu. Yani Esad’ın yirmi ay önce söylediklerini, Esad düşmanı ABD yirmi ay sonra söylemeye başladı.
Madem ikisi de aynı çizgide buluşmayı başardı, o halde kardeş iki zalim birbirinden ne istiyor? Madem Esad’la aynı çizgiye geldiniz, o halde takın Esad’a bir cesaret madalyası, bu iş de böylece aranızda tatlıya bağlanmış olsun!!!