İbrahim Toprak / İstanbul/ DOĞRUHABER

Dünya’da barışı sağlamak, medeniyetler arasındaki çatışmayı ortadan kaldırmak için ispanya tarafından medeniyetler ittifakı projesi geliştirildi. Ancak gerek ideolojik tutumlar, gerekse bazı Avrupa ülkelerinin başka milletlere karşı tahammülsüz yaklaşımı milletler arasında kurulabilecek bir ittifakı imkânsız kılıyor. Ancak İslam kültür ve medeniyet tarihine bakıldığında, birlikte yaşama kültürü, hak, hukuk ve adaletin en güzel şekilde yaşandığı örnekler görüyoruz. Bunlar arasındaki en güzel örneklerden biri de Endülüs’te kurulan İslam medeniyetidir. Farklı kültürleri, milletleri herhangi bir çatışmaya mahal vermeden huzur içerisinde yaşatabilme tecrübesine sahip Endülüs tecrübesi bugün özellikle Müslümanlara yol örnek olabilir mi? Geçmişte zoru başarmış olan Endülüs birikimini nasıl anlamak lazım?

Gerek medeniyetler ittifakı projesi ve gerekse İslam kültür ve medeniyet birikiminin geçmişe ve günümüze yansımalarını, milletler arasındaki birlikte yaşayabilme kültürünün oluşabilirliğini İstanbul Medeniyet Üniversite Öğretim Üyesi Prof. Dr Ahmet Kavas ile konuştuk.

EN UYGUN ÜLKE TÜRKİYE
Hocam, siz medeniyetler ittifakı toplantılarına katıldınız, bu girişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Farklı coğrafyalarda yaşayan farklı inanç mensupları tarih içerisinde birbirleriyle çok ciddi çatışmalar yaşamışlar. Bu çatışma maalesef dün olduğu gibi bugün de var, yarın da olacak. Bunu önlemek mümkün değil. Ancak bu çatışmaları mümkün mertebe önleyebilecek bir takım girişimler oluyor. Bu girişimler içerisinde İspanya, BM’ye verdiği bir projede bu çatışmaların asgariye inmesi için girişimlerde bulundu. Bu projeyi hayata geçiren BM eş başkanlık olarak ikinci bir ülke arayışına girdi ve bunun için bir İslam ülkesinin uygun olacağına karar verdi. Bu bağlamda en uygun ülkenin Türkiye olması konusunda anlaşmaya varıldı. Neden Türkiye diye sorarsak, çünkü Türkiye’nin farklılığı sadece kendi coğrafyasında değil, farklı coğrafyalardaki tarihten gelen etkileşimi de bu ittifakı yürütmesi konusunda önemli bir rol oynadı.

Türkiye’nin eş başkanlığa seçilmesi gerekçelerini biraz daha açabilir misiniz?

Örneğin bugün Endonezya Türkiye’ye göre daha kalabalık bir ülkedir. Fakat İslam dünyası üzerinde Türkiye kadar İslam dünyasının sorunlarıyla ilgilenen bir başka ülke yoktur. Pakistan’a bakıldığında yine aynı şeyi görürsünüz. Mısır’a baktığınızda özellikle bu projenin ortaya atıldığı dönemlerde diktatör bir yönetim hakimdi. Mısır’la da bunun yapılması o dönem imkansızdı. Türkiye hem Avrupa’yla daha fazla irtibatı olması hem de doğusunda Sovyetlerin kalıntısı olan bugünkü Rusya federasyonu ve Türki cumhuriyetler ve İran’la komşu olması birçok noktada Türkiye’yi biçilmez kaftan yapıyordu. Bunlardan dolayı Medeniyetler İttifakı Projesine Türkiye ikinci ülke olarak belirlendi.

AVRUPA FİKRİYATIYLA BİR İTTİFAK İMKÂNSIZ
Peki, yaklaşık 7 yıldır sürdürülen bu proje sizce başarılı oldu mu, bu projenin geleceği konusunda neler düşünüyorsunuz?
Ne İspanya ne de BM, Medeniyetler İttifakı Projesinin arkasında duramadı. Bu projeyi neredeyse Türkiye tek başına yürütür hale geldi. Ve şu anda eğer Türkiye bu projeye destek vermezse medeniyetler ittifakı adına yürütülen faaliyetlerin tamamı işlevsiz hale gelir. Ben Türkiye’deki ve Katar’daki toplantılara katıldım. Katar’da yapılan toplantıyı doğrusu başarılı bulmadım. Çok başarısız bir toplantıydı. Zaten bir takım sıkıntılarla gerçekleşmişti. O toplantıya Sudan devlet başkanının davet edilmiş olması bizzat medeniyetler ittifakı projesini yürüten İspanya adına veya Portekiz adına Avrupalılar adına katılan kişiler, biz bu toplantıyı Sudan devlet başkanı katılırsa çekiliriz, tehdidinde bulundular. Katar’da biz tüm dünya ülkelerini davet ederiz, kimin gelip gelmeyeceğine karar veremeyiz, denildi ve ipler gerildi. Sudan devlet başkanı gelmedi ama Katar devleti de en üst seviyede katılması gereken bu toplantıya katılmadı. Bu da medeniyet ittifakının belki ideolojik olarak kolay ancak fiiliyatta neredeyse imkânsız olduğunun bir delili oldu.

ASIL KAVGA YÖNETİCİLERDE
Sizce buradaki temel sorun halklarda mı yoksa sistem ve yöneticilerde mi?
Ben, medeniyetler arasındaki kavganın tabanlardan değil tavanlardan çıktığını düşünüyorum. Örneğin bugün dünyada 7 milyar insan var ve bu yedi milyar insanın bir milyarı aç. Eğer siz bir ittifak yapacaksanız önce bu aç insanları doyurun. Yani fiiliyatta adımlar atılması gerekiyor. Bunun tabana inmesi gerekiyor. Bu insanların açlığı devam ettiği müddetçe sadece salonlarda yapılan şaşaalı toplantıların hiçbir anlamı olmaz.

Medeniyetler ittifakı tüm dünyada muhatap olarak kabul ettiği kim varsa oraya yayılmıyorsa ve belli ülkelerin arasında kalıyorsa bu ittifakın başarıya ulaşması imkânsızdır. Mesela gittiğimiz toplantılarda Afrika’nın çok az temsil edildiğini veya Asya ülkelerinin hiç temsil edilmediğini gördük. Böyle bir projenin yürüme şansı yok.

İttifak kurmak için bir araya gelenler bunu başaramıyor. Ancak İspanya’da kurulan Endülüs medeniyetinin bu ittifakı başardığını görüyoruz. Farklı milletlere ve farklı inançlara sahip insanlar Endülüs’te herhangi bir ayrıma maruz kalmadan yaşamışlar. Anadolu’da da insanların halk nezdinde hiçbir ayrıma tabi tutulmadan yaşadıklarını görüyoruz. Bunlar göz önüne alındığında Müslümanlar için Endülüs medeniyeti nasıl bir örneklik teşkil eder?

Medeniyetler İttifakı Projesi çıkışı itibariyle Müslümanların ortaya koyduğu bir proje değil. Türkiye bu projenin başında olmasa bu proje yine olacaktı. Ama uzun ömürlü olur muydu olmaz mıydı bu tabi ki tartışılır. Bu bağlamda Endülüs birikimine baktığımızda şunu görüyoruz. Endülüs’teki medeniyeti üstün kılan temel noktalar, Endülüs’ün burada Müslümanlar için ulaşılabilecek belki en ideal ülkelerden birisi olmasıdır. Müslümanlar İspanya’ya vardıklarında beraberlerinde hakkı, adaleti ve huzuru da götürdüler. Halkla kaynaştıkça yerel halk Müslümanları düşman olarak görmekten uzaklaştı. Müslümanları tanıdı ve İspanya’da yaşayan yerli halkın büyük bir kısmı Müslüman oldu. Müslüman olmayanlar da İslam kültürünü kendi kültürleri olarak kabul ettiler, Arapçayı öğrendiler. Öte yandan dünyanın dört bir yanından Endülüs’e gelen insanlar buranın ilimi, bilimsel ve sanat birikiminden istifade ettiler.

“BEN DUYGUSU” BİRLİK BERABERLİĞİ PARÇALADI

Toplumsal farklılıkları bir araya bıraktılar ve çok farklı bir uyuşma ortamı oluşturdular. Bu ortamda güzel eserler verilmiş, ilim adına çok güzel kitaplar yazılmış, sanat çok gelişmiş ve bununla beraber belki dünyanın en zor işi olan birlikte yaşama kültürü gelişmiş. Fakat bir süre sonra yeni nesiller bu birlikte yaşama kültüründen kopmuş ve yerine benlik duygusu ortaya çıkmış. ‘Ben’ duygusu zamanla kuvvetlenerek Endülüs’teki çok farklı etmenleri, bir arada yaşama kültürünü yerleştiren o sistemi şehir şehir bölmüş ve yaklaşık 200 yıldan fazla süren bu durum sonunda Endülüs’ün işgal edilmesiyle son bulmuş.

İNSANLIK HALA ENDÜLÜS SEVİYESİNİ YAKALAYAMADI
İslam tarihinin Endülüs birikimi nasıl okunmalı ve nasıl anlaşılmalı?
Roger Garaudy’nin bir kitabında yazdığı gibi Kurtuba’da ulaşılan medeniyet seviyesi henüz insanlığın o tarihten sonra hala başarılı olamadığı bir seviye. Onu iyi okumak lazım. Bunun için de o dönemde yazılmış kitapların çok dikkatli okunması ve oradaki o dokuyu oluşturan birlikte yaşama dokusunu oluşturan konuların bugünde ne kadarının geçerli olduğunun tespit edilmesi gerekiyor. Çok başarılıdır, ancak sonuç itibariyle de maalesef kaybetmiştir. Başarılı olması kaybetmesinin sebebi değildir. Kaybetmesinin sebebi yeni nesillerin o yükseklikteki muazzam kültürü taşıyamıyor olmasıdır. Kaldı ki bu dünyanın neresinde olursa olsun yeni nesiller bir önceki neslin değerlerini daha ileriye götüremediği takdirde o değerler zamanla zayıflayıp yıkılıyor. Burada Endülüs bunun en tipik örneğidir.

ENDÜLÜS, ZORU BAŞARDI
Bugün Müslümanlar büyük bir birikim olarak Endülüs birikimini anlamış mıdır? Bu konuda yeterli araştırmalar yapılıyor mu?

Bugün Müslümanların Endülüs’teki birlikte yaşama kültürü üzerine yoğunlaştığını söyleyemeyiz. Yani bunu bir model olarak alabilmek sadece o konuyla ilgili anlatılmış bazı bilgileri anlatmakla yeterli olmaz. Çünkü burada 900 yıllık bir hayattan söz ediyoruz. 900 yılı çok ince ayrıntılarına kadar ortaya koymak lazım. Bugün dünyada Endülüs benzeri model birlikte yaşama kültürünü geliştirmek çok zor. Yani Endülüs’te belki bunu o dönem şartlarında başarmak çok zordu, bugünkü toplumda da Endülüs’tekini başarmak çok zor. Ama en nihayetinde bu zor işi onlar başardılar. Tabi şunu da unutmamak lazım; bugün İspanyollar Endülüslü Müslümanların insanlık adına bıraktıkları eserleri vahşice yok etmeselerdi bugün insanlık Endülüs’ü daha iyi anlayacaktı. Ve Endülüs daha çok ders verecekti bize.

ENDÜLÜS ÖNEMLİ ÇÜNKÜ…

Bugün dünyanın iki, iki buçuk milyarı Hristiyan’dır, iki milyarı da Müslümandır. Gitti dört milyar ve geriye iki üç milyar farklı din ve ideolojide insan kalıyor. Şu anda konuşulan ittifak, batıda yapıldığı için ve batıda da Endülüs var olduğu için Endülüs’ü önceliyoruz. Endülüs’te Müslümanlar, Hristiyanlar ve Yahudiler bir arada yaşayabilmişlerdir.

REHBERSİZ HAREKET EDERSENİZ HEDEFE VARAMAZSINIZ
Peki, hocam son olarak şunu sormak istiyorum. Geçmiş tecrübeler neden önemlidir?
Saadetname diye küçük bir kitapçığım var. Oradaki bir cümlem şu, tecrübe edileni bin defada tecrübe etsen yine aynı tecrübeyi verir” diyor. Bugün efendim, yok bu tecrübeler zamanında tecrübe edilmiş, ben yeni tecrübeler edineceğim, demek yanlış. Yaşanmış tecrübeleri bilmeden rehbersiz hareket etmek olur. Rehbersiz hareket ederseniz hedefe varamazsınız. Geçmişteki tecrübeler çok önemlidir, bu tecrübeleri kimin yorumladığı çok önemlidir. Biz o tecrübeleri bir şarkiyatçı okuması ile okursak orada çok dramları merkeze alırız, bu da yanlış bir yaklaşım olur. Bizler oradaki insani boyutu merkeze almalıyız. Eğer ilmi, irfanı, insanlık adına yapılmış olumlu katkıları merkeze alırsanız menfi durumlar kenarda kalır. Böylece asıl önemli olanlar ortaya çıkar.