Kocaeli ve Mersin’de mülteciler yönelik saldırı ve dışlayıcı tutum hakkında değerlendirmede bulunan HÜDA PAR, bazı karanlık odakların düzenli aralıklarla kamuoyuna asılsız dedikodular yayarak bir plan dahilinde halkı sığınmacılara karşı galeyana getirmeye çalıştığını belirtti.

HÜDA PAR Genel Merkezi tarafından yapılan haftalık iç ve dış gündem değerlendirmesinde ayrıca başörtüsünün yasal güvenceye kavuşturulması çağrısı, Keşmir’de "soykırım" olarak addedilebilecek cinayetler ve Irak’ta son günlerde yaşanan olaylar ile ilgili önemli görüşlere yer verildi.

 "Başörtüsü yasal güvenceye kavuşturulsun"

Başörtüsünün yakın bir geçmişe kadar  hep yasaklar ile anımsandığı hatırlatılan değerlendirmede, "Doğuştan gelen, özüne dokunulmaması gereken temel hak ve özgürlükler anayasalarla güvence altına alınır. İnanç ve ibadet hürriyeti de bu temel haklardandır. Ancak inanç ve ibadet hürriyeti kapsamında yer almasına rağmen başörtüsü konusu yakın bir geçmişe kadar Türkiye’de hep yasaklarla anılagelmiştir." denildi.

Tesettüre ilişkin yasal güvence taleplerinin karşılık bulmadığına işaret edilen değerlendirmede, "Bugünkü mevcut fiili serbestlik ile toplumda memnuniyet oluşmuştur. Ancak birçok kesimin hedefindeki bu serbestliğin yasal güvenceye kavuşturulmamış olması bir eksiklik olarak kendini hissettirmeye devam etmektedir. Mevcut hükumet, başörtüsünün serbest bırakılması taleplerini uzun bir süre siyasi ve toplumsal mutabakat şartına bağlamıştı. Nitekim yasakçı zihniyet bu konuda nisbi olarak sessizliğe gömüldüğü anda serbestiyet getirilmişti. Ancak yasal güvence talepleri bugüne kadar karşılık bulmuş değildir." ifadeleri kullanıldı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsüyle ilgili sözlerine atıfta bulunulan değerlendirmede şu ifadelere yer verildi:

 "Başörtüsü yasakçılığı konusunda en katı tutumu sergileyen siyasi damar CHP ve temsil ettiği siyasal zihniyet olagelmiştir.  Ancak CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun son dönemlerde başörtüsüyle ilgili farklı açıklamaları gündeme gelmektedir. En son Adana’da katıldığı bir programda başörtüsü ile ilgili sarf ettiği sözler dikkat çekici olmuştur. Yasakçılıkla ilgili ‘Bizim de çok kabahatimiz, kusurumuz var. Bir başörtüsü meselesini Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel meselesi haline getirdik. Sana ne kardeşim ya, kadın ister başörtüsü takar, ister takmaz. O kız çocuğumuz üniversiteye gidiyor mu, okuyor mu, imkânını sağlıyor muyuz?’ şeklinde açıklama yapmıştır.

Kimsenin niyetini sorgulamak gibi bir derdimiz yoktur ama bugüne kadar başörtüsü yasakçılığının CHP ile özdeşleşmiş olması, ister istemez kuşkuculuğu beraberinde getirmektedir. Bu bakış açısı CHP’nin kurumsal bakış açısı mıdır, yoksa genel başkanın kişisel düşüncesi midir? CHP’nin yıllar yılı süren yasakçılıktaki etkisini sorgulayan bu bakış açısı samimi midir, yoksa son dönemde siyasal rekabetin CHP’yi sağ veya dindar seçmenden oy almaya sevk eden kurnazca yaklaşımların eseri midir?

CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun başörtüsünün serbest bırakıldığı ilk dönemlerde özellikle yükseköğretim kurumlarında başörtüsü serbestliğinden yana olduğu, temel ve ortaöğretim ile kamu kurumlarındaki serbestliğe ise karşı çıktığı bilinmektedir. Yasakçılık konusundaki özeleştirisinde yine üniversite vurgusunu ön plana çıkardığına göre temel ve ortaöğretim ile kamu kurumlarında başörtüsü karşıtlığının devam edip etmediği konusunda bir açıklık yoktur. Ancak başörtüsünü serbest bırakan bir siyasi iktidar ve muhalefetin yasakçılıkla özdeşleşen kesimlerinden Cumhuriyet Halk Partisi’nin veya en azından Sayın Genel Başkanı’nın şu an geldiği nokta başörtüsünün yasal güvenceye kavuşturulması için fırsattır. Bu fırsatın değerlendirilmesi aynı zamanda hem hükümet hem muhalefet için bir samimiyet testi olacaktır. Madem başörtüsünü serbest bırakan iktidar ile yasakçılık konusunda özeleştiri yapan bir ana muhalefet partisi var, o halde bıçak sırtında duran başörtüsü konusunu yasal güvenceye kavuşturmak için el ele verip bu meseleyi gündemden tamamen çıkarmaları çağrısında bulunuyoruz." ifadelerine yer verildi.

"Körüklenen mülteci nefretine dur denilmeli"

Kocaeli ve Mersin’de mültecilerin maruz kaldığı saldırılara ve dışlayıcı tutuma ilişkin değerlendirmede bulunulan açıklamada, mültecilere karşı geliştirilen nefrete karşı etkin tedbirlerin alınması gerektiği ifade edildi.

Suriyeli karşıtı olaylara değinilen değerlendirmede, "Türkiye’de kimi mahfillerce körüklenen mülteci/yabancı nefreti, Kocaeli ve Mersin’de son yaşanan dramatik olaylarla cinnet halini almaya başladı. Kocaeli’nin Kartepe ilçesinde 9 yaşındaki 5. sınıf öğrencisi Suriyeli Vail, mezarlığın kapısına kendini asarak intihar etti. Bu üzücü hadisenin nedeninin kendisine yönelik düşmanca ve ayrımcı hareketler olduğu belirtiliyor. İddialara göre Suriyeli olduğu için öğrenciler tarafından sürekli azarlanan Vail, olayın yaşandığı gün okulda görevli bir öğretmen tarafından da azarlanmıştı.

Bu olay henüz sıcaklığını korurken Mersin’in Mezitli ilçesinde ise birlikte oyun oynarken çocukların kendi aralarında tartışması olayına müdahale eden bir babanın, Ürdünlü ailenin küçük yaştaki çocuklarını dövüp aileyi tehdit etmesi ve camlarını kırması hadisesi basına yansıdı. Küçük Vail’e yapılanlar ve Mersin’deki hadise mültecilere karşı körüklenen nefret duygularının dışa vurumudur." denildi.

Türkiye’de yaşanan mülteci karşıtlığına dikkat çekilen değerlendirmede, "İki yıl önce Avrupa’da kucağında çocuğu ile koşan bir sığınmacıya çelme takan gazetecinin sığınmacılara karşı barbarlığın simgesi olarak anıldığı Türkiye’de ne yazık ki özellikle Suriyeli nefreti bazı çevreler tarafından sistematik bir biçimde körüklenmektedir. Bazı karanlık ve etkili odaklar düzenli aralıklarla kamuoyuna asılsız dedikodular yayarak bir plan dahilinde halkı sığınmacılara karşı galeyana getirmeyi hedeflemektedir. Başta ekonomik olmak üzere toplumun karşı karşıya kaldığı çeşitli sıkıntıların asıl müsebbibi olarak sığınmacılar gösterilmekte, oluşan sığınmacı nefreti ırkçı duygularla beslenerek linçlere varan kargaşalara zemin hazırlanmaktadır." ifadelerine yer verildi.

Mültecilere yönelik artan nefret söylemini körükleyen çevrelere karşı cezai yaptırımların uygulanmamış olmasının düşündürücü olduğu belirtilen değerlendirmede şu ifadelere yer verildi:

"Çocukları dövülüp tehditlere maruz kalan Ürdünlü aile örneğinde olduğu gibi nefret kusan kişi ve kesimlere karşı hukuki süreç başlatılmak yerine mağdur ailenin sınırdışı edilmek istenmesi, sığınmacı düşmanlığını tetikleyen teşviklere dönüşmektedir. Çeşitli yaygaralarla daha önce başka şehirlerde sığınmacılara hatta sığınmacı zannedilen turistlere karşı yaşanan ve yakıp yağmalamalara varan taşkınlıkların cezasız kalması, yeni linçlere ve taşkınlıklara adeta davetiye çıkarmaktadır. Mültecilere karşı nefret söylemlerini daima diri tutup her vesileyle taşkınlıkları teşvik eden kişi, kurum ve çevrelere bugüne kadar cezai yaptırımların uygulanmamış olması ayrıca düşündürücüdür. Giderek büyüyen mültecifobik bir durumla karşı karşıyayız ve kabartılan bu tür tehlikeli duygular yabancı düşmanlığını esas alan yerli tip bir ‘Dazlak kültürü’nün yeşermesine zemin hazırlamaktadır.

Fazla geç olmadan nefret üreten mekanizmalara karşı gerekli önlemlerin alınması çağrısında bulunuyoruz. Nefret söylemleri ve bundan kaynaklanan taşkınlıklara karşı gerekli adli ve idari önlemlerin geciktirilmeden alınması gerekiyor. Aksi halde giderek kabaran ve karşısında hiçbir caydırıcı etken bulunmayan yabancı düşmanlığı çok daha vahim sonuçlar doğuracak, trajik manzaraların oluşmasına sebebiyet verecektir."

Keşmir soykırımı ve Irak'taki olaylar

Keşmir’de Hindistan yönetimi tarafından Müslümanlara karşı gerçekleştirilen sistematik saldırılara  değinilen gündem değerlendirmesinde, "Cammu Keşmir Bölgesi’nin kuzeyinde en az 2 bin 900 insanın gömülü olduğu toplu mezarlar bulundu. Tespit edilen toplu mezarlar Hint ordusu ve paramiliter güçlerin soykırım suçu işlediğinin kanıtıdır. Buna rağmen Hindistan’ın, Cammu Keşmir bölgesinin otonom yapısını ortadan kaldıran anayasa değişikliği ve kararın ardından Hint ordusunun Keşmir halkına yönelik zulmüne karşı tüm dünya ülkeleri ve uluslararası kuruluşlar sessizliğini korumaktadır. Keşmir bölgesine yönelik zorbaca müdahale, Keşmir’in özel statüsünü düzenleyen anayasa maddesinin askıya alındığı 5 Ağustos tarihinden bu yana gözaltına alınan 13 binden fazla kişiden haber alınamaması yeni bir soykırımın habercisidir. İslam ülkelerinin yöneticilerinin önemli bir kısmı bölgedeki Müslüman nüfusu yok etmeye yönelik faaliyetleri görmezden gelmekte ve hatta BAE yönetimi Hindistan yöneticilerini devlet nişanıyla onurlandırmaktadır. Filistin ve Rohingya’da olduğu gibi Keşmir’in Müslüman halkı da işgale ve kıyıma karşı yalnız başına bırakılmıştır." denildi.

Değerlendirmede, Irak’ta son günlerde çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesine  neden olan olayların Suriye’deki gibi iç savaşa dönüşmemesi için herkesin üzerine düşeni yapması gerektiği belirtilen değerlendirmede şöyle denildi:

"Şahsi menfaatlerini kendi halklarının ve İslam ümmetinin maslahatının önünde tutan İslam ülkeleri yöneticileri iktidarlarını sağlamlaştırmaktan, servetlerine servet katmak ve yakınlarını ihya etmekten başka bir şeyle ilgilenmemektedirler. İşsizlik ve yoksulluktan patlama noktasına gelmiş halkın derdine çare aramak yerine, ihtilafları derinleştiren politikalarla bölgeyi kaosa sürüklemektedir. Bugün Irak, Lübnan ve Mısır’da yaşananların temel sebebi budur. Halklar; yoksulluğa, yolsuzluğa ve hukuksuzluğa karşı ayaklanmıştır. Ancak haklı taleplerle başlayan eylemlerin söz konusu ülkelerdeki dinsel ve mezhepsel farklılıklar nedeniyle ideolojik, mezhepsel çatışmalara dönüşme riski vardır. Eylemleri şiddetle bastırma öfkeyi artıracak, öfkeyle hareket edenlerin başka yönlere çekilmesi kolaylaşacaktır. Özellikle Irak’taki eylemlerin Suriye’de olduğu gibi bir iç savaşa dönüşmemesi için herkesin üzerine düşeni yapması gerekir. Hükumet haklı talepleri yerine getirme konusunda samimiyetle adımlar atmalı, gerekirse geniş tabanlı bir mutabakat hükumeti kurulması sağlanmalıdır.

Müslüman halklar, barışçıl gösterilerle, zulme maruz kalmış tüm Müslüman toplumların sesi olmalıdır. Zira İslam dünyası, yöneticilerin kişisel hırsları doğrultusunda açlığa ve zulme maruz bırakılırken Müslümanlara ait topraklar ve kaynaklar İslam düşmanlarına peşkeş çekilmektedir."  (Ramazan Casuk-İLKHA)