Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 27. Dönem 3. Yasama Yılı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın genel kurulda yaptığı konuşma ile başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında şunları kaydetti:
"Türkiye’nin, iç ve dış güvenlik konuları yanında, ekonomi başta olmak üzere, birlik ve beraberlik içinde çözüm yolları araması gereken başka meseleleri de vardır.
Bugünün Türkiye’si, diğer alanlarda olduğu gibi ekonomide de 2000 yılı öncesinin Türkiye’si değildir. Makroekonomik görünümden altyapıya kadar her alanda adeta çağ atladık. Böylece Türkiye, gelişmekte olan ülke grubunda bir üst kategoriye yükseldi.
Bununla birlikte ülkemizin, özellikle son yıllarda küresel çaplı spekülatif saldırıların da odağında yer aldığını görüyoruz. Ticaret savaşlarının yıkıcı sonuçları ve Avrupa Birliği’nin kendi içindeki sorunlarının tırmanmasıyla, bu saldırıların etkileri daha da artmıştır. Her şeye rağmen, bu durum karşısında kararlı ve güçlü bir duruş sergilediğimizin altını çizmek istiyorum.
Mesela, geçtiğimiz yılın Ağustos ayından itibaren finans sistemimizi hedef alan saldırılar, ekonominin kendi dinamikleri içinde gerçekleşen hadiseler değildi. Öyle ki, bu süreçte, sadece bir gecede 10 milyar dolardan daha fazla, ülkemizdeki cari kurun çok üzerinde döviz satın alma emirleriyle karşılaştığımız durumlar oldu. Döviz kurundaki yükselişle başlayan finansal dalgalanma, faizlerden enflasyona, büyümenin negatife dönmesinden işsizliğin artışına kadar pek çok zincirleme etkiye yol açtı.
Ağustos ayındaki sıkıntının ardından, ekonomi yönetimimiz bu tür tehditlere karşı pek çok önlem almış, bunları zamanla hem geliştirmiş, hem de başarıyla uygulamıştır. Öncelikle, saldırı dalgasının ilk ayağı olan döviz kuru, nispeten istikrarlı bir çizgiye oturtulmuştur. Ardından, ülkemiz ekonomisinin gerçekleriyle orantısız bir şekilde yükseltilmiş olan faizin kademeli olarak aşağıya inmesi için ihtiyaç duyulan adımlar atılmıştır. Böylece, gelişmekte olan ekonomilerden pozitif yönde ayrılan Türkiye’nin kredi risk puanı iyileşmeye başlamıştır.
"Enflasyonun yeniden tek haneli rakama ineceğine inanıyorum"
Enflasyonda, TÜFE yüzde 25’ten yüzde 15’e, ÜFE ise yüzde 45’ten yüzde 13,5 seviyesine geriledi. Önümüzdeki günlerde yeni verilerin açıklanmasıyla, enflasyonun yeniden tek haneli rakama ineceğine inanıyorum. Enflasyonun da gerileme eğilimine girmesiyle, büyüme yeniden olumlu yönde bir seyir izlemeye başladı.
Sanayi üretimimiz, Temmuz’da bir önceki aya göre yüzde 4,3 oranında artış kaydetti. İhracatımız, her ay yeni bir rekor kırarak yıllık bazda 170 milyar dolar sınırını geçti. Turizmde, çok bereketli ve kârlı bir sezon geçiriyoruz. Muhtemelen bu yıl tüm zamanların turist rekorunu kıracağız. Turizm gelirlerimiz geçen yıl yüzde 12 artmıştı, bu yıl yüzde 10 daha artacak ve burada da 50 milyon turist sayısını inşallah yakalayacağız.
Uluslararası yatırımlar dünyada azalırken, ülkemiz bu konuda oldukça iyi bir konumda yer almayı sürdürüyor. Bir dönem epeyce gerilemiş olan Merkez Bankamızın döviz rezervleri yeniden 100 milyar doların üzerine çıktı. Başbakanlığım döneminde, 136 milyar dolara ulaşmıştı. Biz demek ki bu rakama alışığız ve yeniden bu rakamları yakalayacağız. Şu aralar 103 milyar dolar seviyesine ulaştı. Bu gelişmeler sayesinde, ülkemiz ekonomisinin en büyük zaafı olarak gösterilen cari işlemler dengesinde, tarihimizde ilk defa 4,4 milyar dolar artıya geçtik.
"Ekonomik göstergeler önümüzdeki dönem olumlu gelişmeler yaşanacağına işaret ediyor"
Ekonomik göstergelerin hemen tamamı, önümüzdeki dönem için olumlu yönde gelişmelerin yaşanacağına işaret ediyor. Bu gelişmeler, OECD ve IMF gibi uluslararası kuruluşları da, ülkemizin büyüme tahminlerini sürekli olumlu yönde revize etmeye yöneltiyor. Türkiye, diğer alanlarda olduğu gibi, ekonomide de dimdik ayakta kalmayı başarmıştır. Bu vesileyle, ekonomik olmaktan ziyade siyasi kriterlerle perde gerisinden ülkeleri yönetmeye kalkan IMF defterini, tekrar açılmamak üzere Mayıs 2013’de kapattık. Göreve geldiğimizde IMF’e olan borç 23,5 milyar dolardı, Mayıs 2013’te sıfırladık. Son yıllarda yaşadığımız hadiseler bize, ekonominin dinamik bir alan olduğu, sürekli reformlarla beslenmesi gerektiği, hedeflere ancak yapısal dönüşümlerle ulaşılabileceği gerçeğini elbette unutturmuyor. Dengelenme ve yeniden büyüme sürecini başarıyla yürütüyoruz. Mali disiplinden asla taviz vermiyoruz.
Bugün, yaşadığımız bunca hadiseye rağmen, hem bütçe açığımızın hem de borç stokumuzun millî gelirimize oranı, Avrupa Birliği standartlarına göre çok çok iyi bir seviyededir. 2023 hedeflerimize uygun yeni stratejileri ve reformları da kesintisiz sürdürmekte kararlıyız. Meclisimiz tarafından kabul edilen 11’inci Kalkınma Planı’ndaki yol haritamızı takip ederek, önümüzdeki seçimsiz dört yılı en iyi şekilde değerlendireceğiz. Ülkemizi dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri hâline getirene kadar durup dinlenmeden çalışmaya devam edeceğiz.
Bilindiği gibi geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, adalet teması etrafında dünya meselelerinin kapsamlı bir değerlendirmesini yaptık. Birleşmiş Milletler sistemi başta olmak üzere, her alanda adaleti savunurken, kendi ülkemizde bu konuda geride kalmayı kabul edemeyiz.
"Yargı Reformu Strateji belgesinin ilk paketinin hazırlıklarını tamamladık"
Bunun için, Nisan ayında kamuoyumuzla paylaştığımız Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin ilk paketinin hazırlıklarını tamamladık. Böylesine önemli bir konunun, Meclis’te mümkün olan en geniş uzlaşmayla tartışılması ve kabul edilmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Bunun için ilk reform paketi tüm milletvekillerimizin değerlendirmesine sunuldu.
Daha çok hak ve özgürlükleri genişletmeyi amaçlayan hususları içeren bu paketi yenileri takip edecektir. Gerek komisyonlarda, gerekse genel kurulda bu reform paketlerinin yapıcı bir anlayışla tartışılacağını umut ediyoruz.
Yargı Yılı açılışında da belirttiğim gibi, hukuk başkadır, adalet başkadır. Meclis’in görevi, adaletin tesisine imkân sağlamak için en ideal hukuk düzenlemelerini yapmaktır. Kendimiz ve tüm insanlık için adalet peşinde koşarken, bunun çerçevesini oluşturan kanunlarımızı da sürekli geliştirmek zorundayız. Anayasamıza göre devletin başı, yeni yönetim sistemimize göre de aynı zamanda yürütmenin sorumlusu olarak, yargı reformu çerçevesinde atılacak adımları tüm milletvekillerimizle birlikte gerçekleştirmeye önem veriyoruz.
"Millet iradesinin üstünlüğü dışındaki tüm yolları reddettik"
Yasamanın, yürütmenin ve yargının kendi içlerinde bağımsız olmaları, devletin başı olan Cumhurbaşkanı’nın öncülüğünde belirli amaçlar için iş birliği içinde çalışmalarına mani değildir. Elbette Cumhurbaşkanı, milletvekillerinin yerine geçip kanun çıkarmaya, hâkimlerin yerine geçip hüküm vermeye kalkacak değildir. Esasen kuvvetler ayrılığı demek, demokrasinin özünü oluşturan güçlerin çatışması değil, makul bir denge içinde aynı hedefler doğrultusunda faaliyetlerini yürütmeleri demektir. Biz de bu anlayışla, Anayasa’nın verdiği göreve uygun şekilde, tüm kurumlarımızın ahenk içinde çalışmalarını temin gayesiyle çaba gösteriyoruz.
İdeolojik saplantılar ve günlük siyasi çıkarlar uğruna bu dengeyi bozmaya yönelik söz ve eylemler içine girenler bize değil, ülkeye ve devlete zarar verdiklerini bilmelidirler. Milletimizin bizden beklentisinin de uyum içinde çalışmamız olduğuna inanıyorum. Bugüne kadar millet iradesinin üstünlüğü dışındaki tüm yolları reddettim, aksi yöndeki her girişime karşı mücadele verdim. Vesayetin cezaevine attığı, darbecilerin hayatına kast ettiği bir siyaset ve devlet adamı olarak, başka bir yolu, yöntemi aklımdan dahi geçirmedim. Milletimize de, dünyaya da sözümüzü, öyle kapalı kapılar ardında değil, meydanlarda, kürsülerde, ekranlarda söylemeye devam edeceğiz.
"İstanbul’daki deprem, karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeyi bir kez daha hatırlattı"
Geçtiğimiz hafta, İstanbul’da yaşanan 5,8 büyüklüğündeki deprem, bize karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeyi bir kez daha hatırlatmıştır. Anadolu coğrafyası, binlerce yıldır çok ciddi depremlerle sarsılan, yıkımlar ve acılar yaşayan bir yerdir. Ülkemizin yüzde 70’inin birinci veya ikinci derece deprem bölgesi olduğu ifade ediliyor. Nüfusumuzun ve sanayi tesislerimizin dörtte üçü, birinci ve ikinci derece deprem bölgelerinde yer alıyor.
Yakın dönemde, 1999 yılında yaşanan İstanbul, Kocaeli, Yalova, Sakarya, Düzce ve Bolu illerimizde çok ciddi yıkımlara, can kayıplarına yol açan depremlerin görüntüleri hafızalarımızda tüm canlılığıyla duruyor. Sadece 17 Ağustos 1999 Gölcük ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerinde, 2010 yılındaki Meclis Araştırma Komisyonu rakamlarına göre 18 bin 373 canımızı kaybettik. Aynı şekilde; 2011 yılında Van’da, 2003 yılında Bingöl’de, 1998 yılında Adana’da, 1992 yılında Erzincan’da, 1983 yılında Erzurum’da, 1976 yılında Çaldıran’da, 1975 yılında Lice’de, 1971 yılında yine Bingöl’de, 1970 yılında Gediz’de yaşanan depremleri de, son 50 yılın büyük acıları olarak hatırlıyoruz. Bu depremlerde de on binlerce insanımız hayatını kaybetmiş, yüz binlercesi yaralanmıştır. ‘Deprem değil bina öldürür’ gerçeği, her depremde bir kez daha yüzümüze adeta şamar gibi inmiştir.
Türkiye’de inşaat faaliyetleri, çok uzun yıllar boyunca, maalesef, sadece estetik ve diğer unsurlar değil, tabii afet faktörü de gözetilmeden özensiz bir şekilde yürütülmüştür. Biz, hükûmete geldikten sonra, bu konuyu önceliklerimiz arasına aldık. TOKİ’nin öncülüğünde başlattığımız projelerle, ülkemizde ilk defa, sistematik ve yaygın bir depreme dayanaklı yapı stoku oluşturmaya başladık. Şu ana kadar TOKİ vasıtasıyla, 4 milyona yakın vatandaşımızın yaşadığı 850 bin güvenli konutu tamamlayıp sahiplerine teslim ettik.
"Kentsel dönüşüm projelerini hızlı ve gönüllülük esasına göre yürütüyoruz"
Bununla kalmadık, belediyelerimizle birlikte, ülke genelinde 6,7 milyon yapının çeşitli derecelerde dönüşümünü hedefleyen bir sürece girdik. Bugüne kadar 1 milyon 112 bin yapının dönüşümünü başlattık, önemli bir kısmını da bitirdik. Ayrıca, projeden malzemeye ve yapı denetimine kadar, inşaat sürecine ilişkin tüm alanlarda standartları, depreme göre yeniledik, geliştirdik. Böylece, özel sektörün yaptıklarıyla birlikte, 35 milyon vatandaşımızın güvenli evlerde yaşayabilmesini sağlayan bir dönüşümü gerçekleştirmiş olduk.
Şimdi önümüzde yaklaşık 1,5 milyon acil dönüşüm bekleyen yapı var. Her yıl 300 bin konutu devlet ve özel sektör olarak inşa ederek, beş yılda bu acil dönüştürülmesi gereken yapıları yenilemeyi planlıyoruz. Kentsel dönüşüm projelerini hızlı, yerinde ve gönüllülük esasına göre yürütüyoruz. Diğer taraftan, pek çok farklı kurum tarafından yürütülen ve maalesef koordinasyon eksikliği sebebiyle imkânların boşa harcanmasına sebep olan afet yönetimi sistemini baştan sona değiştirdik.
Ülkemizde bugün, depremden sele, yangından heyelana kadar tüm afet çalışmaları, 2009 yılında kurduğumuz Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı AFAD tarafından sevk ve idare edilmektedir. Ayrıca, sığınmacılara geçici barınma hizmeti verilmesi ile sınırlarımız dışındaki afetlere müdahale çalışmaları da bu kurumumuzun sorumluluğundadır. Hem kriz, hem de risk yönetimini birlikte yürüten bir sistemle, 81 ilimizin tamamında afetlere karşı hazırlık yapıyor, müdahalede bulunuyoruz.
"Bugün Türkiye, 17 yıl öncesine göre afetlere daha hazırlıklıdır"
Kızılay başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşu mahiyetindeki yardım ve müdahale birimleri de, bu kurumumuz tarafından koordine ediliyor. Bir yandan afet risklerinden arındırılmış yerleşim yerleri inşa etme, diğer yandan afet öncesi bilinçlendirme ve afet sonrası yardım çalışmalarıyla ilgili güçlü bir kurumsal altyapı oluşturduk. Henüz istediğimiz seviyeye ulaşamadığımız bir gerçek olmakla birlikte, bugün Türkiye’nin 17 yıl öncesine göre afetlere daha hazırlıklı olduğu bir gerçektir. Geçtiğimiz hafta yaşanan deprem bize, bu yöndeki çalışmalarımızı hızlandırmamız ve yaygınlaştırmamız gerektiğini göstermiştir. Biz, bu doğrultuda üzerimize düşenleri kararlılıkla yapmaya devam edeceğiz.
Deprem gibi hayati meselelerin siyaset üstü olduğuna ve bu şekilde konuşulması, tartışılması, çalışılması gerektiğine inanıyoruz. Aksi yöndeki her tavır ve beyan, hiç kimseye, ülkemize zarar vermekten başka fayda sağlamayacaktır. Rabbim ülkemizi her türlü tabii afetten muhafaza etsin diyorum.
Millî Güvenlik Siyaset Belgesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM Genel Kurulunda, 27. Dönem 3. Yasama Yılı'nın açılış konuşmasını yapmasının ardından Meclis'ten ayrılırken gazetecilerin sorularını cevapladı.
Fırat'ın doğusuna yönelik verdiği mesajların hatırlatılmasının ardından, "Bir süre tanıdığınızı belirtmiştiniz. Bu konuda bir gelişme var mı?" sorusuna karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bunların hepsinin toplam açılımı nedir? Bir gece ansızın gelebiliriz." dedi.
Millî Güvenlik Siyaset Belgesi'ne ilişkin bir soru üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Millî Güvenlik Siyaset Belgeleri, ben 17-18 yıldır işin içindeyim. Hiçbir zaman açıklanmaz. Eskiden Bakanlar Kurulu, şimdi kabine ve aynı zamanda Millî Güvenlik Kurulu sadece onun detayına hâkimdir, sahiptir." diye konuştu.
Cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 40 önerisi
Hafta sonu Kızılcahamam'da yapılacak AK Parti'nin kampı öncesinde eski bakanlardan Faruk Çelik'in "Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sisteminde, cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 50+1 Türkiye'yi yorar, yüzde 40 olmalı" şeklinde önerisinin olduğunun hatırlatılmasının ardından, "Bu öneri konuşulabilir mi kampta?" şeklindeki soru üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Kızılcahamam'daki kampta onu konuşmamız önemli değil, onun konuşma yeri burası (TBMM). Çünkü Anayasa değişikliği gerektiriyor. O nerede konuşulacak? Burada. Biz sadece iktidar olarak kendimiz ön hazırlık yaparız. Ön hazırlığımızı buraya getirebiliriz. Onun için de tabii iktidarıyla muhalefetiyle el ele vermek ve ondan sonra da böyle bir şey hakikaten gerçekleştirilebilirse bu olabilir. Aksi takdirde bunların üzerinde bizim Kızılcahamam'da durup konuşmamız, asıl o bizi yorar." ifadesini kullandı.
"Oranın düşürülmesine, yüzde 50 artı 1'in yüzde 40'lara indirilmesi önerisine siz nasıl bakıyorsunuz?" sorusuna ise Cumhurbaşkanı Erdoğan, "O bir defa, bir yıl önce çıkarmış olduğumuz, millete götürüp de milletin onay verdiği yeni yönetim sistemini tekrar gündeme getirmek, asıl milleti o yorar. Daha yeni çıkardık" karşılığını verdi. (İLKHA)