Şanlıurfa'da yaptığı İslami hizmetlerle tanınan, 28 Şubat mağduru Eğitimci Yazar Emine Yüksel, başörtüsü ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

Yıllarca başörtüsü için mücadele verdiğini belirten Yüksel, günümüzde başörtünün içinin boşatıldığını dile getirdi.

28 Şubat sürecinde yaşadığı sıkıntıları dile getiren Yüksel, bu dönemde Kur'an kurslarının kapatıldığını, kız kardeşinin okuldan atıldığını ve hakkında 2 yıl hapis cezası istendiğini belirtti.

Başörtüsünün halen yasal güvence altına alınmamasının ileride büyük sorunlara gebe olduğunu ifade eden Yüksel, bu sorunu samimi Müslümanların iktidarın önüne taşıması gerektiğini vurguladı.

Tesettürün yasal güvence altına alınması gerektiğini belirterek sözlerine başlayan Yüksel, "Genel anlamda başörtüsünün içi boşaltılmıştır, sokaklar bunun apaçık bir göstergesidir. Başörtüsü yasağı tam olarak ortadan kalkmamıştır. Şimdilik başörtüsü, sadece belirli bir zamana kadar üstü örtülmüş bir sorundur. Nedeni ise; sorunun kökten halledilmemiş olmasından kaynaklanıyor. Durumu, 'Geçici bir rehavet süreci' olarak görmekteyim. Bu, geçmişte yaşananların günümüze yansımasıdır. Yani meclise olan güvensizliğimden kaynaklanmaktadır. Malûm, çoğunlukla meclis bugüne kadar hükümetlerin dünya görüşüne göre yol almıştır. Şimdilik bu süreç başörtüsünü benimseyenlerin mecliste olduğu bir süreçtir. Biz bunları daha önceki yönetimlerde de izlemiştik. Cumhuriyet döneminde, çarşaf yasağını ilk meclise taşıyan Demokrat Partili 2 kadındı. Sanırım başörtüsünün daha sonra gündeme taşınması yine başörtülü mütedeyyin kadınların eliyle yaptırılacaktır. Bu söylediklerimin gerçekleşmemesi, iktidarın kanunen başörtüsü konusunu net bir hale getirmesiyle mümkün olur. Hakikaten başörtüsünü savunan samimi kadın ve erkek kardeşlerimiz, bu konuyu mevcut iktidarın önüne taşıması gerekir. Başörtüsü yasayla güvence altına alınmalıdır. Gelecekte olumsuz anlamda başörtüsü sorunu yaşanmaması için bu çok önemli hayati bir konudur." şeklinde konuştu.

"Başörtüsü ilk olarak üniversitelerde tartışılmaya başlandı"

Cumhuriyet döneminde başörtüsü ile ilgili yaşanan hakkında bilgi veren Yüksel, "1923'te, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla hazırlanan ilk anayasada resmi olarak bir başörtüsü yasağı yoktu. Bununla beraber resmi kurumlarda başörtüsü ile çalışan da yoktu. Örtülü olanlar, resmi bir işe alınmıyor ya da aileler kızlarının bu alanda çalışmalarına olumlu yaklaşmıyorlardı. Başörtüsü ilk olarak üniversitelerde tartışılmaya başlandı. Çünkü 1960'lı yılların ilk yarısında başörtülü üniversite öğrencilerinin sayısı artmıştı. Siyasiler de başörtüsü konusuna ılıman yaklaşmadıkları gibi sert tedbirlerin alınması için de zemin hazırlıyorlardı." ifadelerini kullandı.

"Rejim açıktan açığa başörtüsünü yasakladı"

12 Eylül askeri darbesinin ardından tesettür konusunda yaşanan gelişmelere değinen Yüksel, "Başörtüsü yasağında en önemli belirgin kırılma ana nokta 1980 askeri darbesi ile yaşandı. Cunta rejimi, açıktan açığa başörtüsünü yasaklayarak örtülü kadınlar üzerinde ezici demir yumruklarını göstermişlerdi. Öğrenci olayları ve devlet memurlarına yönelik başörtüsü yasağı şiddetli bir hâl almıştı. Gün geliyor sokaktaki başörtülülere dahi saldırılıyordu. 90'lı yıllarda tesettür bilincinin artması ve özellikle üniversitelerde yapılan zulüm ve haksız uygulamalar, öğrencileri harekete geçirdi. YÖK'ün haksız uygulamalarına bilinçli bir mücadele başlatıldı." diye konuştu.

"Başörtüsü sebebiyle okuldan atılanlara karşı devletin katı yüzünü gördük"

Okullardaki başörtülü kızlara yapılan baskılara karşı dernekler etrafında örgütlenildiğine vurgu yapan Yüksel, "Halk ve halkın evlatları el ele verdiler. Toplumun bilinçlenmesi için de birebir görüşmeler yaparak öğrenci hareketine destek sağladılar. Büyük bir mücadele başladı. YÖK'e karşı mücadele verirken, başörtüsü sebebiyle okuldan atılanlara karşı devletin katı yüzünü de apaçık görüyorlardı. Çünkü devlet erkânı hatta dindar insanlar dahi sağırları oynuyordu. Örneğin, Danıştay'ın bağlayıcı kararı… Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Nesrin Konuk'un derslere başörtülü katılması üzerine verilen okuldan bir ay uzaklaştırma cezasına karşı açtığı davanın sonunda Danıştay 8. Dairesi'nin 1984'te verdiği karar 'laikçi' tutuma hukuki dayanak oldu." dedi.

"Danıştay: Başörtülüler, laik devlet ilkelerine karşı bir tutum içerisinde"

Danıştay 8. Dairesi'nin başörtülü öğrenci hakkında aldığı karara değinen Yüksel, "Kararda, '...Yeterli eğitim görmemiş kızlarımız, hiçbir özel düşünceleri olmaksızın içinde yaşadıkları toplumsal çevrenin, gelenek ve göreneklerin etkisi altında başlarını örtmektedirler. Ancak, bu konuda kendi toplumsal çevrelerinin baskısına ve göreneklerine boyun eğmeyecek ölçüde eğitim gören kızlarımızın ve kadınlarımızın sırf laik cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir devlet düzenini benimsediklerini belirtmek amacı ile başlarını örttükleri bilinmektedir. Bu kişiler için başörtüsü masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak, kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetimizin temel ilkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline gelmektedir. Davacı yükseköğretim düzeyinde eğitim gördüğüne göre bu ilkelerin Cumhuriyetimizin kuruluşunda ve korunmasındaki önemini bilmesi gerekmektedir. (...) Bu nedenle yükseköğrenim görmek üzere okula geldiği sırada dahi başörtüsünü çıkartmamakta direnecek ölçüde laik devlet ilkelerine karşı bir tutum içinde bulunan davacının okuldan uzaklaştırılmasında yasalara aykırılık olmadığından davanın reddine karar verildi.' ifadeleri yer almıştı." dedi.

1990'lı yıllarda başörtüsü düşmanlığının zirve yaptığına değinen Yüksel, "90'lı yılların ortasına gelindiğinde Anavatan Partisi (ANAP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) iktidardaydı ve Demirel, 'Başörtüler İran'a diyecek kadar ölçüsüzdü. ANAP da sessizdi. Onun ise elini bağlayan 12 Eylül'ün katı yasalarıydı. Bugüne kadar gelen yönetimler laikliği sadece Demokles'in kılıcı gibi başörtüsü ve dindarların üzerinde kullanıyordu." ifadelerini kullandı.

"Tankları yürüterek İslami kesime gözdağı verdiler"

Medya, ş dünyası ve asker üçlü koalisyonun İslami kesime kan kusturduğunu belirten Yüksel, "Medya, TÜSİAD, askerler ve o günlerin üçlü koalisyonuyla seçimle gelen iktidar, her gün yeni sorunlar oluşturarak başörtüsü yasağının boyutlarını genişletiyor ve İslami kesime karşı kan kusturuyorlardı. Öyle ki Refah Partisi kapatıldı, yöneticilerine siyasi yasak konuldu. Erbakan'ın şahsında dindarlara baskı ve zulümler arttı. Merve Kavakçı olayı patlatıldı. Tankları yürüterek İslami kesime gözdağı verdiler. Bunların hepsi Refah Partisi'nin kapanmasına sebep olan bir algı operasyonuydu. Dönemin kuvvetli bir paşası '28 Şubat bin yıl sürecek' demişti. Bu cümle başarılı oldu mu? O dönem oldu. Belki 28 Şubat bin yıl sürmedi ama bu vatana verdiği zararlar bugün hâlâ sürüyor. O günlerde uygulanan politik oyunlar beyinlerden bir türlü silinmedi. 28 Şubat'ın köşe başlarına yerleştirdiği kişiler hâlâ yerindeler. Sadece şu anda sessizler." şeklinde konuştu.

"Sol görüşlü olanlar başörtüsü takanları birer milli tehlike gibi görüyorlardı"

Üniversitelerde yaşanan başörtüsü düşmanlıklarını örneklendirerek anlatan Yüksel, "Bu millet ikna odalarını, talebeleri üniversiteye almayan öğretim üyelerini, kraldan daha çok kralcı olan rektör ve dekanları unutmadı. 1997'de Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, başörtülü hemşirelik bölüm birincisi ve diğer okullarda peruk takarak okuyan ve mezun olan talebelerin törene alınmaması, yapılan zulmün boyutlarını gözler önüne serdi. 28 Şubat'ta rektör olan Kemal Alemdaroğlu ve yardımcısı Nur Serter'in yaptıkları, bu zulümlere birer örnekti. Zorla imzalatılan 'okula gelmeme' ve 'sınıfa girmeme' girişimlerini unutamayız. Bu zulümler dalga dalga halkın içine de yayıldı. Genelde sol görüşlü olanlar, başörtüsü takanları birer milli tehlike gibi görüyorlardı." diye konuştu.

"Ülke, zulmü destekleyenler ve başörtüsü mağdurları olarak ikiye bölündü"

Başörtüsü yasaklarına karşı mütedeyyin insanların direnişe geçtiğini vurgulayan Yüksel, "Bu arada mütedeyyin kesim de hak arayışından vazgeçmiyordu. Ülke, 'zulmü destekleyenler' ile 'başörtüsü mağdurları' olarak ikiye bölünmüştü. Karşı taraf çok güçlüydü. Devletin imkânlarını kendi zihniyetleri doğrultusunda kullanıyorlardı. Örneğin; 28 Şubat'ta başörtüsü yasağını protesto etmek için toplanan halkın üzerine tazyikli su ve TOMA'larla saldırıldı. Buna bizzat şahidim. Talebeleri desteklemek için toplanmıştık. Oysa taşkınlık yapmadan sadece hak aranıyordu. Polis köpekleri üzerimize salındı. Benim kız kardeşim uydurma nedenlerle okuldan atıldı. Kızım okulda her gün zorluk çekti. Diğeri sınavlara alınmadı. Benim Kur'an kursum kapatıldı, gözetim altına alındım. 2 yıl ceza istendi fakat sonra delil yetersizliğinden dolayı serbest bırakıldım.

Ayrıca eğitimde din derslerine 13 yaş üstü sınırı getirildi. Kendilerini haklı çıkararak halkın arasına, İslam aleyhine medya eliyle sansasyon oluşturacak senaryolar üretildi. Bunlar bahane edilerek İslami kesim daha çok baskı altına alındı." ifadelerini kullandı.

"Genelkurmay Başkanı Cumhurbaşkanını tehdit etti"

12 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamaya dikkat çeken Yüksel, "Türkiye tarihi, 2007'de ne yazık ki İslam'ın ve başörtüsünün karşısına topuyla tankıyla yollara çıkan bir ordu gördü. 12 Nisan 2007 günü bütün kanallar 1,5 saat boyunca Genelkurmay Karargâhı'nda Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın basın toplantısına bağlanmıştır. Bütün iç ve dış siyasi gündemi değerlendiren Büyükanıt, salondaki gazetecilere beklenen ve önceden planlanmış konuya şöyle diyerek girdi:  'Cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde bağlı bir cumhurbaşkanı bekliyoruz, umut ediyoruz. Hukuken daha fazlasını söylemeye hakkım yok' dedi. Ve 'aba altından sopa gösterdi' denir mi bilmem ama bana göre apaçık yeni Cumhurbaşkanı'na tehdit dolu sözler gönderdi." diye konuştu.

"Tesettür bir akımın bir modanın adı değil dindar bir hanımın başının üstüdür"

Türkiye'de tesettür konusunda gelinen nokta itibariyle çarpık bir tesettür anlayışının oluştuğuna değinene Yüksel, "Bugün sokaklarda gördüğümüz tesettür (!) çeşidi için biz mücadele vermedik. İçi boşaltılmış, Kur'an'dan hızla uzaklaştırılmış, yozlaşmış moda akımının üzerine sadece başörtüsü takmak sanılmış bir çeşittir bu. Hâlbuki tesettür bir ibadettir ve her ibadet gibi kuralları vardır ve içinde saygı barındırır. Diğer ibadetler gibi özen ister. Tesettür bir akımın, bir modanın adı değil dindar bir hanımın başının üstüdür. Biz başörtüsü mücadelesini kazandık sanırken; aslında bilince, inanca ve tesettüre ihanet edildiğini müşahede ettik ve anladık ki, kendi silahımızla vurulduk." şeklinde konuştu.

Yüksel, "Tesettür konusunun tüm STK'ların gündemine tekrar oturması elzemdir. Bilhassa hanımların yoğun olduğu STK'larda. Başta lisan-ı hal ile olmalıdır bu. İçi iyice boşaltılan örtü ve eksen kayması yaşayan Müslümanlar toparlanmalıdır. Ayetler baş tacıdır. Baş taçlarından biri de başörtüsüdür." dedi.

İslam'ın tesettür emri hakkında Yüksel, "Tesettür, Allah'ın emridir. Fakat şeklini, rengini, modelini ümmete bırakmıştır. Zaman ve yaşama en uygun biçimde, vücut hatlarının da belirgin olmaması şartıyla, Kur'an'a göre kendiliğinden görünen el-yüz-ayak müstesna; tüm vücudunun, mahremleri haricinde yabancı erkeklerin gözlerinden gizlemesidir." diyerek sözlerini noktaladı. (Abdurahman Uğurlu-İLKHA)