Rıdvan Kaya, iki yıla yakın bir süredir Suriye’de rejim karşısında direniş devam etmektedir. Maalesef bu durum Müslümanlar arasında bir takım tartışmalara sebep oldu. Her gün 200 kişinin öldüğü bir ortamda bu tartışmaları yapmak üzücü bir durum. Tunus’ta 14 Aralık’ta bir gencin kendini yakmasıyla başlayan isyan ateşi 14 Ocak’ta Zeynel Bin Abidin’in ülkeyi terk etmesiyle bitti. Buradaki yönetim halka dayanmayan, emperyalistlerle işbirliği içinde olan ve bölgede İsrail ile ilişkileri en iyi olan yönetimlerdendi. Bu durum Mısır, Libya, Yemen, Suriye ve diğer bölge ülkelerine de sıçradı. Mısır’da üç hafta gibi bir süreçte Mübarek rejimi devrildi. Yani birilerinin iddia ettiği gibi süreç sadece Suriye için başlatılmamıştı. Tunus’ta insanları hangi sebepler devrime sürüklediyse Suriyeli Müslümanları da bu yola iten şartlar aynıdır.
Bu bölge de hareketliliğin yaşandığı ülkelere bakacak olursak yönetim anlayışı aynı fakat isimlerin farklılaştığını göreceğiz. Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali 24 yıl, Mısır’da Hüsnü Mübarek 32 yıl, Libya’da Kaddafi 41 yıl, Suriye’de ise Esad ailesi 41 yıldır başta bulunmaktadır. Bu yüzden var olan rejimler başlı başına bir sorundu.
Suriye’de 1945 yılında Mustafa Es-Sibai tarafından kurulan İhvan 1946’da bağımsızlık kazandıktan sonra parlamento seçimlerine katıldı ve milletvekillikleri kazandı. İki hükümette bakanlık elde etti. Baas Partisi 1963’te iktidarı ele geçirince, İhvan’a baskılar başladı. 1964’de yasadışı ilan edildi ve lideri sürgüne gönderildi. 1970 ‘de Baas içinde darbe yaparak Hafız Esad yönetime el koydu. 1980’de 49 nolu yasayla İhvan üyeliği idamlık suç sayıldı. 1982’de Hama katliamı sonrası silahlı direniş ezildi ve İslami hareketler sindirildi. Suriye’de 1963 yılından bu yana olağanüstü hal rejimi yürülükteydi. Beşar Esad 2000 yılında babasının ölümüyle iktidara geçti. Avrupa’da okuması, asker kökenli olmaması itibariyle Suriye’de bir olumlu hava yarattı. Fakat reform talebinde bulunanlar hapsedildi. Suriye’de süreç 13-14 yaşlarında çocukların duvara yazdığı yazılardan dolayı işkence görmesi ve halkın bu durum karşısında tepki göstermesi ve tepki gösteren halka kurşun sıkılmasıyla başladı. İlk eylemler diğer bölgelerden farklı olarak rejimin değişmesini değil, rejimin ıslahını istiyor. Fakat Beşar Esad rejimi muhalifleri İsrail ile ilişkilendirerek şiddetle bastırılmaya devam etti. Bu durum karşısında olaylar Nisan- Mayıs aylarında Suriye’nin diğer kentlerine yayılmaya başladı. Sürecin devamında Suriye Ordusundan kopmalar başlayarak Özgür Suriye Ordusu kuruldu.
Ayaklanmaların arkasında İsrail ve ABD’nin olduğu, Suriye’deki rejimin küresel sistemle barışık olmadığını bu yüzden küresel sisteme entegre bir Suriye dizayn etmek için bu hareketlerin yapay olduğu iddia edilmektedir. Fakat bütün bu devrilen rejimlere baktığımızda küresel sistemin bir parçası olduğunu görmekteyiz. Yine Suriye’de ilk olaylar başladığından bu yana bu iddia sahipleri Suriye’ye Nato’nun müdahale edeceğini söylemişlerdi. Aradan geçen 20 aylık bir sürece rağmen halen bu iddiaların gündemde olması bu iddiaların bir gerçekliğini olmadığını göstermektedir.
Suriye’deki rejimin geçmişte İsrail ile ilişkilerinin kötü olduğu bir gerçektir. Fakat İsrail ile 1973 yılından bu yana tek bir çatışma ortamına girmeyen rejim halk olaylarının başlamasıyla birlikte İsrail karşıtı olarak görülmeye başladı. Halkına karşı bombalar yağdıran, kentleri yerle bir eden bir rejim kendisine ait Golan tepelerini işgal eden İsrail karşısında bu derece de sessiz kalması nasıl bir İsrail karşıtlığıdır. Bu rejimin İsrail karşıtı olduğu bir sömürü konusu olmuştur.
Silahlı Mücadele Bir Seçenek Değil, Bir Zorunluluktur!
Yine yanlış bir bakış açısı olarak; rejimin savunulacak bir yanının olmadığını fakat rejim karşısında muhaliflerin silaha sarılması çatışmanın büyümesine sebep olduğu için muhaliflerinde suçlu olduğunu iddia edenler var. Muhalifler için silahlı mücadele bir seçenek değil, bir zorunluluk olmuştur. Çünkü rejime karşı barışçıl gösteriler düzenlenmiş fakat bu gösteriler şiddetle bastırılarak birçok gösterici katledilmiştir. Bu durumun bir sonucu olarak silahlı mücadele kendiliğinden doğmuştur.
Suriye halkı bunca katliam karşısında “Ölüme Evet, Zillete Hayır” sloganlarını pratik olarak hayata koydu. Bir Müslüman olarak baktığımızda bizler zulme karşı mazlumların yanında olmalıyız. “Müminler birbirlerinin kardeşleridir.” bu yüzden bizler kardeşlerimize asla sırtımızı dönemeyiz. Rabbimizin de Şura suresi 36-39 ayetlerinde söylediği gibi: “Size verilen herhangi bir şey dünya hayatının bir geçimliğidir. Allah katında olan ise iman eden ve Rablerine güvenenler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Onlar ki, büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar. Kızdıkları zaman bağışlarlar. Rablerinin çağrısına uyar ve namazı kılarlar. İşleri aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayra harcarlar. İman edenler, bir haksızlığa, bir saldırıya, bir baskıya ve zulme uğradıkları zaman, zalimlere, saldırganlara ve baskı yapanlara yardımlaşarak hadlerini bildirenlerdir.” diyerek sözlerine son verdi.
Haksz Haber / Kürşat Okur