Suriye’nin Hama kentinden olan Mahmut Âşûr (57), Hafız Esad ve oğlu Beşşar Esad'ın kendisini 25 yıl esir ettiği zindanları ve orada yaşanan insanlık dışı muameleleri İLKHA’ya anlattı.

Henüz 18 yaşındayken zindana atıldığını anlatan Âşûr, zindanda kaldığı 25 yıl boyunca işkence, hakaret ve psikolojik baskının her türlüsünü yaşadığını söyledi.

"Öldürünceye kadar dayak atıyorlardı"

Âşûr "Zindana düştüğümde lise 3’üncü sınıf öğrencisiydim ve 18 yaşındaydım. 25 yıl zindanda kaldım. Zindanda devamlı işkence vardı. Birçok arkadaşımız işkence altında şehid oldu. Öldürünceye kadar dayak atıyorlardı. Başka bir işkence yöntemi ise esirleri aç bırakmaktı. Çok az bir miktarda yiyecek ve su vardı. Bunun neticesinde vücutta çeşitli hastalıklar baş gösteriyor ve esirler yavaş yavaş ölüyordu. Zalimce yargılamalar sonucu 40 ya da 50 bin kişinin ölüm kararı verildi. İnsanların kendilerini savunmalarına imkân tanınmıyordu. Gündüz dayak atıp gece işkence yapıyordular. Kışın üzerimize soğuk su döküyordular. Bu durum 21 yıl devam etti. Esir tutulduğum zindan, Suriye’nin orta kısmında bulunan Humus kentine yakın Tedmur adlı zindandı. Başta bir Fransız hapishanesiydi. Sonra onu Müslümanlara eziyet etmek için bir işkence merkezine çevirdiler. Kendilerine muhalif ya da ilerde muhalefet etmesi muhtemel kişileri bu zindanda esir ediyorlardı. Esirlerin dış dünya ile bağlantıları tamamıyla kesiliyordu. Gazete, radyo ve televizyon yasaktı. Dışarıda ne olup bittiğine dair hiçbir bilgiye sahip değildik. Aynı şekilde ailelerimiz kesinlikle bizden haber alamıyordu."

"Esir edildiğim 25 yıl boyunca bir defa ailemi görebildim"

Cezaevi görüşlerinin olmadığını ve mahkumların aileleriyle herhangi bir şekilde iletişim sağlayamadığını belirten Âşûr, "Çok nadir bir şekilde ziyaretler oluyordu. Ben 15 yıl sonra ilk defa ailemle görüşebildim. Ziyaretime kim gelecek onu da bilmiyordum. Ziyaret sadece 15 dakikaydı. Esir edildiğim 25 yıl boyunca bir defa ailemi görebildim. Bazı arkadaşlarımız, 25 yıl boyunca ailelerini hiç görmedi. Aramızda kolera ve verem gibi ağır hastalıklar yayıldı. Birçok arkadaşımız verem dolayısıyla hayatını kaybetti. Rutubetli bir ortamda, temizlik malzemelerinden yoksunduk. Zindanda görev yapan gardiyanlar sınırsız yetkiye sahipti. Hepimizi öldürseler bile kimse onlardan hesap sormazdı."

"25 yıllık zindan hayatımın 21 yılı işkenceyle geçti"

Âşûr, "25 yıllık zindan hayatımın 21 yılı işkenceyle geçti. 1980’den 2001 yılına kadar Tedmur zindanında işkence gördüm. 'Bu kadar yıl zindanda kalmanızı gerektirecek ne yaptınız? diye soracak olursanız, emin olun hiçbirimizin suçu yoktu. Bazı arkadaşlarımız sadece Kur'an-ı Kerim öğrettiği ya da dersini aldığı için zindana atılmıştı. Mahkemeler sadece formaliteden ibaretti." dedi.

"Etrafımızdaki tüm kapılar kapanınca yöneleceğimiz tek yön Allah azze ve celleydi"

İşkencelere Allah’ın yardımıyla sabrettiklerini dile getiren Âşûr, "Ancak burada önemli bir noktaya değinmek istiyorum. O da böylesi işkence ve eziyetlere nasıl sabrettiğimizle alakalıdır. Etrafımızdaki tüm kapılar kapanınca yöneleceğimiz tek yön kaldı, o da Allah azze ve celleydi. Allah’a yöneldik. Kur'an-ı Kerim'i okumaya ve öğrenmeye başladık. Birçok arkadaşımız Kur’an’ı ezberledi. Fıkıh gibi şeri ilimleri öğrendik. Rabbimizin hakkımızda takdir ettiği şeye rıza göstererek ona yöneldik. Allah azze ve celle birçok arkadaşımızın kalbine sekineyi indirmişti. Kısa bir süre önce vefat eden Haldun Belşan adlı bir arkadaşımıza cellat, inlesin diye her gün 50 kırbaç vuruyordu. Fakat o, işkencecileri kahrediyor ve onlara direnerek bir inleme sesi duymaktan bile onları mahrum bırakıyordu. İşkence göreceklerini ve öleceklerini bilmelerine rağmen, esirler başları dik bir şekilde gidiyordular. İdama çağırılanlar yüksek sesle haykırarak 'Kâbe'nin Rabbine andolsun kurtuldum' diyordular. 'Benden razı olman için sana koştum Rabbim diyordular. Bunlar gerçek bir imanın yansımalarıdır." ifadelerine yer verdi.

"Birçok arkadaşımız aşırı baskı ve işkenceden dolayı akıllarını kaybettiler"

İşkencenin boyutlara dikkat çeken Âşûr "Birçok arkadaşımız aşırı baskı ve işkenceden dolayı akıllarını kaybetti. Bu işkencelerin Suriye genelinde yaygın olarak yapıldığını bugün görüyoruz. Bugün konuşulan işkence ve eziyetler Tedmur zindanında 25 yıldır uygulanıyordu. Fakat çoğu insan bundan habersizdi. Biz buna rağmen yenilmemeye ve mücadeleye devam ediyorduk." dedi.

"Bazıları idam edilecekleri günün önceki gecesi rüyasında Peygamber Efendimizi görüyordu"

Âşûr, "Esirlerin kalp temizliği ve ihlasının örnekleriyle çok karşılaşıyorduk. Kardeşlerden biri idam cezası aldığında cezanın uygulanması hemen yapılmıyordu. Bir aydan fazla bekletilebiliyordu. Bazıları idam edilecekleri günün önceki gecesi rüyasında Peygamber Efendimizi görüyordu. Oruçlu olduğu günde Peygamber Efendimizi rüyasında görüyordu bazı arkadaşlarımız. Peygamber Efendimizi rüyasında ona 'Ne dersin, bu gün yanımızda iftarını yap!' dediğini görüyor. Sabah olunca o arkadaşımız bugün onu idama çağıracaklarını biliyordu. Gerçekten anlatılması çok zor. Düşünün bir kardeşimiz işkence altında acı çekerek şehid oluyor ve bu sizin gözlerinizin önünde cereyan ediyor. Aynı şekilde siz de işkence altında ölmek için sıranızı bekliyorsunuz. Bu durumlarda Allah ile aranızda çok farklı, anlatılması güç bir bağ oluşuyor. Doktorların muayene etmesi sonucu hemen hastaneye kaldırılmaz ise ölecek dediği hasta arkadaşlarımız oluyordu. Arkadaşlarımız hepsi bir araya gelip üzerine Kur'an ayetleri okuyordu. Doktor tekrar muayeneye geldiğinde bir bakıyordu ki hasta iyileşmiş. Akıl kavrayamıyordu, nasıl olur da sabah ölmek üzere olan bir hasta akşama sapa sağlam oluyordu? " şeklinde konuştu.

"Beraberimizde üniversite öğretim görevlileri, doktora hocaları ve müfekkirler vardı"

Zindanı adeta medreseye çevirdiklerini anlatan Âşûr "Zindanda eğitime fazlasıyla önem verdik. Kur’an-ı Kerim, fıkıh, mühendislik, tıp, matematik, kimya, uzay bilimleri dersleri aldık. Örneğin ben zindanda İslam tarihinin hepsini ders olarak aldım. Kuruluş aşamasından yıkılış aşamasına Osmanlı tarihinin tümünün dersini aldım.  Sonra Türkiye'nin yakın tarihini ders aldım. Ayrıca önemli bir konu olan Kürd meselesi ve Kürd tarihini akademik seviyede dersini aldım. Beraberimizde üniversite öğretim görevlileri, doktora hocaları ve müfekkirler vardı. Bizlere ilimlerini aktarıyorlardı. Zindanda iyi şekilde öğrenip pratikte de uygulama fırsatı bulduğum önemi alanlardan biri de diş bölümüydü. Eğitimini aldıktan sonra zindanda diş doktoru olarak çalışmaya başladım. Tabi bu tedavileri ilkel yollarla yapıyordum. Diş çekiyor, temizliğini yapıyordum. Dişi uyuşturmadan çekmenin yollarını öğrenmiştim. Tabi bu işlemi yaparken ister istemez acı hissettikleri için dişi çekilecek arkadaşı diğer arkadaşlar sıkıca tutuyordu. Tıbbi tedavi meselesinde tedavi araçlarını nasıl bulduk? Eğitim araçlarını nasıl bulduk? Bedeni tedavi ederken özellikle cilt hastalıkları ve iç hastalıklarda ilaç ve tedavi araç gereçlerini nasıl bulduk? Bunların hepsini bulmamızdaki yegâne etken 20 yılı aşkın bir zindan sürecinde hayatta kalma çabamızdan kaynaklanıyordu." ifadelerine yer verdi.  

"Zindanda en sıkıntılı durumlardan bir tanesi de açıktan küfre götürecek lafızları telaffuz etmeye zorlanmamızdı"

Kendilerini dinden çıkaracak sözleri zorla söylemeye zorlandıklarını anlatan Âşûr "Zindanda en sıkıntılı durumlardan bir tanesi de açıktan küfre götürecek lafızları telaffuz etmeye zorlanmamızdı. Örneğin bir esir dövüldüğünde o da çığlık atarak 'Ya Allah' dediğinde işkencecilerin cevabı hemen 'Sakın Ya Allah deme! Allah, zindanda yok! Zindandaki Rabbiniz Hafız Esed'dir!' oluyordu. Allah Resulü (Sallallahu Aleyhi ve sellem),  Hazreti Ebu Bekir (radiyallahu anhu)  ve annemiz Hazreti Ayşe’ye küfrediyordular. Dayağa, açlığa susuzluğa ve elbisesizliğe rağmen tüm bunlara ek olarak bu tür psikolojik işkence uyguluyorlardı. Giyecek kıyafetten yoksunduk. Havalar soğuyunca çok üşüyorduk. Ayrıca havalar çok ısınınca serinleyeceğimiz bir şey yoktu. Düşünün ki bir odadasınız ve yer sizin terinizle ıslanıyor ve odanın çatısı su damlatıyor, ama siz buna bir önlem alamıyorsunuz. Allah celle celalühunun bize bahşettiği yardımı ve inayetiyle sabredebiliyorduk." dedi.

"21 yıl boyunca gökyüzünü sadece demir parmaklıklar ardında gördüm… Yüzüm nasıl olmuş, nasıl bir şekle sahibim hiç bilmiyordum"

Hafız Esad'ın ölümüyle, 21 yıl sonra Şam’da bulunan Seyid Naya Zindanı'na nakledildiklerini ifade eden Âşûr "Bu zindan diğerinden tamamıyla farklıydı. Ailemizle görüşebiliyorduk. Düşünsenize 21 yıl boyunca gökyüzünü sadece demir parmaklıklar ardında gördüm. 21 yıl boyunca kalem görmedim. 21 yıl boyunca defter ya da bir kâğıt yaprağı görmedim. Bir kitap ya da Mushaf görmedim. 21 yıl boyunca hiç yüzümü görmedim. Yüzüm nasıl olmuş, nasıl bir şekle sahibim hiç bilmiyordum. 21 yıl sonra yüzüm ne şekle girmiş bilmiyordum. Biri beni fotoğraf makinesiyle çekseydi ve sonra bana gösterseydi belki kendimi tanıyamazdım. Hafız Esad döneminde esir dilen 50 bin kişiden 400 kişi tek hayatta kaldı. Onlar da, Seyid Naya zindanına aktarıldı. 2005 yılının başlarına kadar gruplar halinde bizi yavaş yavaş serbest bıraktılar. 25 yıllık bir zindan hayatından sonra 400 kişi özgürlüğüne kavuştu." dedi.

 "Filistin’deki siyonistlerle iş birliği içinde olan Esad rejimi, tüm bölge üzerinde beraber çalışarak komplolar kuruyorlar"

Âşûr, son olarak şu hususlara yer verdi: "Bize anlatıldığı üzere zalim Esad yönetiminin zindanlarında şu an bizim gördüğümüz işkencelerden daha ağır işkenceler var. Suriye’de şu an kendisinde haber alınamayan 500 binden fazla kayıp insan var. Bunların hepsinin emaneti tüm Müslümanların boynundadır. Çok ciddi anlamda bir ırz düşmanlığı var. Filistin’deki siyonistlerle iş birliği içinde olan Esad rejimi, tüm bölge üzerinde beraber çalışarak komplolar kuruyorlar. Müslümanlar olarak bu tehlikenin farkında olmalıyız. Her yolla bunlarla mücadele etmek zorundayız. Bu bize şeri ve ahlaki bir vecibedir. Çünkü biz böylelikle korumakla mükellef olduğumuz insanlığı, dokunulan ırzları ve işkence altına alınan çocuklarımızı koruma altına almış oluruz. Allah’tan temennimiz, bölgemizi çepeçevre sarmış bu tehlikeyi idrak etmeyi bize nasip etmesidir. Son olarak çok önemli bir konuya değinmek istiyorum. Ben zindana düştüğümde kilom 85'ti. 25 yıl kalıp çıktıktan sonra kendimi tartmak istedim. Tartıya çıktığımda baktım ki kilom yine 85 çıktı. 25 yıl Hafız Esed ve oğlu bedenimden bir kilo dahi alamadılar. Allah'a hamd olsun, sağlığımı korumayı başardım." (Zeyd Varol-İLKHA)