Ortadoğu’nun sınırları ideolojik saiklerle farklı farklı belirtilse de Arabistan çöllerinden Suriye ovalarına, Filistin’den Nil Nehrine hatta çoğu zaman kabul etmesek de Anadolu bozkırına kadar uzanır. Nüfusunun büyük bir kısmı Müslüman olan bu coğrafya, aradan binlerce yıl geçmesine rağmen dünya siyasetinin bugün hala hem belirleyici noktası hem de ilk gününde olduğu gibi ateşten gömlek olma vasfını sürdürüyor. Bugün dünyanın bir ucundan, Çin, ABD, Rusya veya coğrafyanın artık demirbaşlarından olan İngiltere gibi birçok ülke dünya siyasetindeki etkin konumunu sürdürebilmek için Ortadoğu’ya sıkı sıkıya tutunmuştur.
Görünen o ki medeniyetler var oldukça bu coğrafya önemini korumaya devam edecek. Ortadoğu yalnızca bilinen bütün semavi dinlerin, efsanelerin veya masalların değil; ekonominin, siyasetin, enerjinin ve sayısız birçok vasıfla dünya siyasetinin en büyülü coğrafyası konumundadır.
Bir gayrimeşru çocuğun baba sancısı
Ortadoğu’nun bu vasıflarının büyüsü ile büyüyecek ve büyülenecek; sarı saçlı, açık tenli ve mavi gözlü bir çocuk Thomas Edward Lawrence, 16 Ağustos 1888 yılında Birleşik Krallık’a bağlı Galler’de dünyaya geldi. Babası Baron Edward Robert Chapman, ilk eşini ve dört kız çocuğunu dadıları olan Sare Maden Junner için terk ederek Dublin’e yerleşti. Lawrence Sare’den dünyaya gelmişti; ama babasının ilk eşi boşanma taleplerini reddedince Edward Robert soyadını değiştirip Lawrence yaptı. Yine de üzerindeki baskıları azaltamayınca babası, Edward Lawrence ve kardeşi Bob’u yanına alarak Sare’yi terk etti.
Bu sancılı boşanma ve soyadı krizi yüzünden Thomas Edward Lawrence statü olarak gayrimeşru duruma düşmüştür. Babası ile yaşadığı sorunların üstesinden gelemediği için evden kaçarak orduya katılmıştır. Daha sonra askerden ayrılmak isteyince babası onu ordudan almış ve okuması için desteklemiştir. Lakin Lawrence parlak bir öğrenci değildir, girdiği birçok sınavdan başarısız olmuştur. Öte taraftan sıkı bir Kalvinist olan annesinin onu Haçlı Seferleri ve şövalye hikâyeleri ile büyütmüş olması Lawrence’ın güçlü bir tarih perspektifine sahip olmasını sağlamıştır. Oxford imtihanlarını başarıyla verir ve tıpkı Gertrude Bell gibi onun da hem eğitim hem de istihbarat hayatı Oxford’ta tarih okumasıyla başlayacaktır.
Oxford’da bir istihbaratçı: David George Hogarth
David George Hogart İngiliz istihbaratı için kritik bir isimdir. Yalnızca arkeolojik kazı çalışması görüntüsü altında yürüttüğü faaliyetler ile değil; Lawrence ve Gertrude Bell’i de İngiliz istihbaratına kazandırması açısından kritik bir isim olarak öne çıkar.
Lawrence, Oxford’ta eğitime başladığında Ashmolean Müzesi Müdürü olan Hogart, ondaki potansiyeli kısa sürede fark eder. Lawrence’a arkeoloji zevki kazandıran Hogart, Ortadoğu’daki birçok kazı çalışmasında onu yanında götürmüştür. Lawrence bu çalışmalarda Arap dili, kültürü ve yaşam şekli hakkında geniş bir birikim elde etmiştir. Lawrence, Birinci Dünya Savaşı başladığında en büyük destekçisi Gertrude Bell ile beraber bu birikimi Kahire ofisinde fazlasıyla sahaya yansıtacaktı.
Büyük savaş öncesi Osmanlı’nın Arap stratejisi
Sultan İkinci Abdülhamid, iktidarda bulunduğu sürede yalnızca dış politikada değil, iç siyasette de ciddi bir denge siyaseti izlemiştir. Doğu’da Ermenileri Kürtler ile dengelerken Balkanlar’da kiliseler arasındaki güç mücadelesini Osmanlı lehine kullanmayı başarmıştır. Arap coğrafyasında ise aşiretlerin birbiriyle olan rekabetini her zaman dengede tutarak bölgede ciddi bir sorun çıkmamasını sağlamıştır.
1908 yılında Sultan Hamid devrildiğinde Arap coğrafyasında iki önemli fikir de çökmüştür: İlki İslamcılık düşüncesi, ikincisi Arap aşiretlerini birbirine karşı dengeleme siyaseti. İttihat ve Terakki Partisi devrimin getirdiği hürriyet havasında devlet namına dağıttığı ulufe daha sonrasında farklı sorunlara sebep olmuştur. İttihatçılar hata yaptığını düşünerek verdiği sayısız makam, itibar ve hakkı geri almaya kalkması birçok krize neden olmuştur. Bu krizlerden biri de Haşimi ailesine verilen gücün daha sonrasında elinden alınması teşebbüsü olacaktır.
Sultan İkinci Abdülhamid, bölgede bir ulusçuluk fikrinden ziyade aşiret gücü potansiyelinin daha önemli bir tehdit olduğunu düşünerek Haşimi ailesini uzun süre İstanbul’da misafir etmiş, bölge dengelerini gözeterek zaman zaman onlara görev vermişse de çoğunlukla İstanbul dışında faaliyet göstermelerine müsaade etmemiştir.
İttihat ve Terraki iktidara geldiğinde yaptığı ilk icraatlardan biri 1908 yılında Şerif Hüseyin’i Mekke şerifi olarak tayin etmek olmuştur. Şerif Hüseyin ile ilişkilerde yapılan stratejik hataların yanında diğer Arap coğrafyalarında da korkunç yanlışlar yapılmıştır. Türkçe’nin Arap bölgelerinde zorunlu resmi dil ilan edilmesi, bölge değerlerini yansıtmayan vekillerin meclise sokulması, Arap onurunu rencide edici eylemler ve kabinede evkaf dışında bir nazırlığa Arapların uygun görülmemesi rahatsızlıkları artırıyor devlet ile Araplar arasındaki psikolojik ayrılığı derinleştiriyordu.
Şerif Hüseyin ve yolların sonu
Şerif Ali Paşa’nın oğlu Şerif Hüseyin 1853 yılında İstanbul’da dünyaya gelmişti. Sultan Hamid, rütbe-i tenzil olarak Devlet-i Şura’da kendisine vezir görevi vermiştir. Bu görevini sürdürdüğü sırada 1908 yılında gerçekleşen İttihat ve Terakki Darbesi ile Mekke Şerifliğine tayin edildi.
Şerif Hüseyin başlarda Osmanlı’ya karşı bir isyan fikrine sahip değildir. Şerif Hüseyin’in başlarda böyle bir isteği de olmamıştır; ama iki hadise fikirlerinin değişmesine sebep olacaktır: İlki, demir yolu projeleriyle bölge halkının ciddi bir gelir kaybına uğrayacağı endişesi, ikincisi de Medine yönetiminin Hicaz yönetiminden ayrılarak doğrudan Dahiliye Nazırlığına bağlanacağı dedikoduları. Bu gelişmeler Şerif Hüseyin’i tedirgin edecek ve oğlu Abdullah vasıtasıyla İngilizlerle temas kurmasına sebep olacaktır. Bu temas için gönüllü olan kişi ise daha önce verilen birçok görevi eline yüzüne bulaştırmış genç Binbaşı Edward Lawrence’tan başkası değildir. Yolların sonu tam olarak bu temas ile başlayacaktı.
Kimine göre Çölün Kralı kimilerine göre şehir efsanesi
Lawrence’ın Birinci Dünya Savaşı’ndaki önemi bugün hala tarihçiler arasında tartışma konusudur. Bir kesim Lawrence’ın oynadığı rolün fazla abartıldığı görüşüne sahiptir. Buna delil olarak iki olay örnek verilebilir. İlki ordu namusu içinde en ahlaksız vazifelerden biri olarak görülen bir emrin tevdi edilmesi için Lawrence’ın tercih edilmesidir.
Bu emre göre Lawrence, Medine savunmasını yapan Halil (Kut) Paşa’ya gelerek yüklü miktarda rüşvet teklif eder. Halil Paşa’nın bu teklifi reddetmesi için ciddi bir sebep yok gibidir; savunduğu şehrin savaş strateji açısından da ciddi bir ehemmiyeti kalmamıştır. Öte taraftan şehrin kutsallığı ve İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in kabrinin bulunduğu bir bölgeyi savunmadan düşmana hem de rüşvet karşılığı terk etmenin doğru olmayacağına karar veren Halil Paşa, Lawrence’ın teklifini reddeder. Bundan sonra 147 günlük Kut’lu bir direniş başlayacaktır.
Lawrence’ın tarihi öneminin gereğinden fazla abartıldığını savunan görüşe göre verilen bir diğer örnek; savaş sonrası Araplara Lawrence aracılığıyla verilen hiçbir vaadin gerçekleşmemesidir. Lawrence kendisiyle beraber isyana kalkışan aşiretlere bir millet ve devlet vaadinde bulunurken Birleşik Krallık, Arapları millet bilincine sahip olmayan aşiretler olarak görüyordu. Bu yüzden kontrol altında tutulması zor, tek ve bütün bir Arap Devleti yerine Şerif Hüseyin ve oğullarına çeşitli emirlikler vererek kontrolü altında tutmayı tercih edecektir. Lawrence’ın bütün protestolarına rağmen bu kararın uygulamaya konulmuş olması Krallığın onu çok ciddiye almadığı şeklinde yorumlanabilir.
Lawrence 5 bin Osmanlı askerinin başını koparttırıyor
Bunlar elbette ki Lawrence’ın savaştaki rolünü yadsımak için yeterli değildir. Kışkırtılan Arap aşiretlerinin demiryolu üzerinde verdiği tahribat ve gerilla savaşları Osmanlı’nın bölge ile iletişimini ciddi zaafa uğratmıştır.
Kut’ül Amare’deki Osmanlı zaferinden sonra Lawrence’ın Eylül 1918 yılında Şam’da gerçekleştirdiği saldırıda Osmanlı ağır bir mağlubiyet almıştır. Bu saldırıda esir alınmaması emrini veren Lawrence, teslim olmuş yaklaşık 5 bin askerin başının koparılmasına sebep olmuştur. Lawrence askerlerin esir alınmayacağı emrini verdikten sonra şu itiraflarda bulunuyor;
"Evet, onları isyana ben kışkırtmıştım. Ama böylesine vahşice kan dökeceklerini hiç tahmin etmemiştim. Bazı mahalleleri gezerken silahsız Türk askerlerinin nasıl öldürüldüklerine bakamadım; tiksindim bu vahşetten…"
Lawrence’ın hatıraları
Lawrence çocukluğundan itibaren Haçlı Seferlerine, şövalyelik ruhuna ve Orta Çağ mimarisine büyük hayranlık duymuştur. Tezini de Orta Çağ mimarisi üzerine hazırlayan Lawrence’ı Ortadoğu’ya getiren temel motivasyon kendisinin de itiraz etmediği üzere bu Haçlı hayranlığıdır.
Savaşta gösterdiği yararlılıktan dolayı Albaylık rütbesine kadar yükselen Lawrence daha sonra hatıralarını yazmaya karar verdi. Haçlı estetiğine uygun olarak ismini Bilgeliğin Yedi Sütunu (Seven Pillars of Wisdom) verdiği hatıralarını tamamlamak üzereyken eser esrarengiz bir biçimde ortadan kayboldu. Eserin yazıldığı dönemde henüz Ortadoğu’ya dair birçok meselenin çözüme kavuşturulmamış olması eserin İngiliz istihbaratı tarafından ortadan kaldırıldığı tartışmalarına sebep oldu.
Lawrence yıllar sonra hatıralarını tekrar kaleme aldığında bu kez maddi imkansızlıklar sebebiyle yayınlayamadı. Bu sebeple önce eserin bir özetini yayınladı. Ancak 1926 yılında eserin tamamını yayınlayabildi.
Ölümü de hayatı kadar gizem dolu oldu
Lawrence için bir sürü lakap kullanılmıştır. Arabistanlı Lawrence, Casuslar Kralı Lawrence vb. Ama bunların içinde en ilginç olanı Lawrence’ın da en övündüğü isim; Shaw’ın Oğlu Lawrence’tır.
Casus Lawrence ünlü İngiliz edebiyatçı Bernard Shaw’a yaptığı bir ziyaret sırasında Shaw’ın odada bulunan diğer misafirleri, Lawrence’ı Shaw’ın oğlu zannederek “Ne kadar da yakışıklı bir oğlun varmış” derler. Baba konusunda oldukça sancılı bir geçmişi bulunan Lawrence bu yakıştırmadan oldukça memnun olmuş ve zaman zaman Shaw’ın Oğlu Lawrence lakabını hem kullanmış hem de bu isimle övünmüştür.
Lawrence savaştan sonra ordudaki görevine hava kuvvetlerinde devam etmiştir. 13 Mayıs 1935 yılında motorunda seyir halindeyken bazı görgü tanıklarına göre önüne bisiklet süren bir çocuğun bazı tanıklarına göre ise siyah bir arabanın önüne kırması sebebiyle kaza geçirdiğini iddia etmişti. Lawrence kafatasından ağır yaralanarak hastaneye kaldırılmıştı. New York Times’ın hemen ertesi gün geçtiği haber kazayı daha da şaibeli bir hale getirecekti:
"Tüm dünyaca Arabistanlı Lawrence olarak bilinen Albay Thomas E. Lawrence’in dün bir motosiklet kazasında yaralandığı ve Bovington Kampı’ndaki bir askeri hastanede ölümün eşiğinde olduğu bildirilmektedir. I. Dünya Savaşı sırasında Arap isyanının kahramanı yolda bir çocuğa çarpmamak için direksiyonu kırarak bir kaza geçirdi. Kazada çocuk yaralanmazken, Lawrence şuurunu kaybetmiş bir şekilde bulundu. Bu durumu onun muhtemelen çok hızlı olduğunu göstermektedir. Kaza, Lawrence’in yaşadığı yer olan Clouds Hill yakınlarında gerçekleşti. Ambulans Lawrence’ı hastaneye götürdükten sonra kafasında bir çatlak olduğu tespit edildi. Akrabalarına haber verildi. Ancak bu sabah iyileşme umudu kalmadığı belirtiliyor. Lawrence’in anne-babası Londra’dan havayoluyla Bavington Kampı’na geldiler. Dünkü kaza, Thomas Hardy’nin yaşadığı yerin yakınlarında meydana geldi. Lawrence saatte 85 mil/hız yapıyordu. Ayrıca Lawrence sık sık 1931’de ölen yaşlı romancı Mr. Hardy’i ziyaret ederdi. Albay Lawrence uzun süren emeklilik hayatından sonra savaştan sonra bıraktığı aktif hayatına geri dönmeyi planlıyordu. Ayrıca, İngiliz edebiyatında çoktan yer etmiş bir yazar olarak daha aktif bir şekilde edebiyatla ilgilenmeyi düşünüyordu. “Revolt in the desert” kitabından kazandıklarının önemli bir payını askeri yardım kuruluşlarına bağışlayan Lawrence’in yılda 200 ila 300 paund geliri bulunmaktaydı." (New-York Times, 1935: 1)
Öncelikle Lawrence’ın anne babası birlikte gelemezdi, çünkü babası ölmüş annesi de hemen gelemeyecek kadar uzak bir bölgede, Çin’deydi. Üstelik haberin içeriğinde yaralanmış denilen Lawrence için başlıkta hayatını kaybettiği yazılıyordu. Bu haberden sonra Lawrence uzun süre komada kalmasına rağmen başta Türk medyası olmak üzere neredeyse her gün öldüğüne dair haber yapılıyor, ertesi gün tekzip yayınlanarak hala hayatta olduğu söyleniyordu. Lawrence’ın ölüp ölmediği tüm dünya medyasında büyük bir muammaya dönüşmüştü. İlerleyen günlerde Lawrence’ın hayatını kaybettiği anlaşılacaktı. Daha sonra Lawrence vasiyeti üzerine sade bir törenle gömülmüştür. Cenazesine Churchill, Irak Kralı Faysal’ın kardeşi Emir Abdullah gibi önemli isimler katılmıştır. Görgü şahitlerinin tutarsız ifadeleri ölümünü şaibeli hale getirmiş, birçok kişinin Lawrence’ın öldürüldüğünü iddia etmesine sebep olmuştur.
“Gerçekte ölmeyen Lawrence İtalya’da ortaya çıktı” iddiası
Lawrence’ın spekülasyonlarla dolu hayatı ölümünden sonra da sürmüştür. Bunlardan en ilginci İtalya’da bir boşanma davasında ortaya çıkmıştır. Çift eşlilikle mahkemede yargılanan Ernest Harper isimli şahsın gerçekte kendisinin İngiliz Casus Edward Lawrence olduğunu iddia etmesi oldu.
Lawrence son derece benzeyen Harper’in gerçekte Lawrence olup olmadığını teyit ettirmek için İngiltere’den cenazesine katılan yakın dostu Ronald Strorrose davet edildi. Storrose, Lawrence’ın cansız bedenini gördüğünü bu adamın yalnızca Lawrence’a benzediğini o olamayacağını söyledi. Harper ise “Ben Albay Lawrence’ım ve ölene kadar öyle kalacağım” ısrarını sürdürdü.
Lawrence kimine göre yalnızca bir figür kimine göre ise Ortadoğu’da bugün dahi devam eden birçok sorunun mimarıdır. Hayatı da kendisi kadar spekülasyona konu olan Lawrence bugün hala ifrat ve tefrit arasında tartışılmaktadır.
Yararlanılan bazı kaynaklar:
Edward Lawrence, Seven Pillars of Wisdom, Publisher Londra: 1926
MLitt, Lawrence of Arabia: A Romantic Cavalier in Modern Times: 2013
Arap İsyanı 1916 – 1918, Recep Boz Temer, Mülkiye Dergisi, Sayı: 272
İslam Ansiklopedisi LAWRENCE, Thomas Edward Maddesi
Taner Bilgin T.Edward Lawrence’ın Ölümünün Basındaki Yansımalarına Dair Bazı Gözlemler, Akademik Bakış Dergisi, Sayı:52, 2015
Kral Abdullah, Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik, çev. Halit Özkan. İstanbul: Kalasik Yayınları, 2006
Kaynak: Independent Türkçe