İslam dünyası toplumları, kendi kendilerini, batıni/mistik/içrek ilgi alanlarına kapattıkları tarihten itibaren, bu edilgen tablodan yararlanan sömürgeci bilgi ve iktidar yapıları, Müslüman halkları yeryüzü/dünya/siyaset bilincine, idrakine, İslami otoriteye ve eyleme yabancılaştırdılar. İslam dünyası toplumları, maruz kaldıkları bu yabancılaşma sebebiyle, grameri Avrupa kültürü tarafından inşa edilen bir dil/söylem/siyaset biçimine dahil edildiler. Dünyanın kurumsal/kavramsal anlamda yapılandırılması, söürgeci-ırkçı paradigmalar temelinde gerçekleştirildi.

Batılı bilgi ve iktidar yapıları, ideolojik sömürgecilik yoluyla, Avrupa’ya özgü bir etnikmerkezciliği evrenselleştirebilirken, İslam dünyası toplumları/kültür ve siyasetleri, evrensel bir bilincin ifadesi olan aziz İslam’ı, Türkiye örneğinde de, izlenebileceği üzere, yerli-milli kalıplara/klişelere hapsetmeye çalışıyor. İslam toplumları yüzyıllardır içe ve geçmişe kapanarak, dünya vizyonunu kaybettikleri için, seküler paradigmatik-entelektüel-felsefi egemenliklerle yüzleşemiyor. Bu yüzleşmeyi gerçekleştirebilecek İslami paradigmaları, entelektüel/felsefi çerçeveleri gerçekleştiremediği için de, kendilerine yukarıdan/dışarıdan/tepeden dayatılan seküler-liberal-kapitalist gerçekliği içselleştirme yolunu seçiyor.

Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, her tür dayatma, bağımsız tercihleri, tarzı ve iradeyi yok eder. İslam dünyası toplumları-kültürleri içeriden maruz kaldıkları batıni-mistik-içrek fosilleşme sebebiyle, insanlık tarihinin, en genç, en dinamik, en kapsamlı, en kuşatıcı, en üretken dini olan İslam’ın istisnailiğini, kendine özgülüğünü, biricikliğini, her tür yabancı müdahaleden bağımsız özgün yapılar, kurumlar, kavramlar içerdiğini, insanlığın gündemine/ilgisine kazandıramıyor.

Bir yanda batını-mistik ilgilerin-geleneğin neden olduğu fosilleşme, bir diğer yanda da, ideolojik sömürgeciliğin entelektüel terörü sebebiyle İslam’ın istisnailiği, kendine özgülüğü ve bağımsızlığı maalesef kanıtlanamıyor. Müslüman halklar, politik ya da dini liderlerinin  ‘mehdi’lik özellikleri taşıdığına inandıkları için, zihinsel-entelektüel çaba harcama ihtiyacı duymuyor. Zihinsel-entelektüel çaba harcamayan,  bu tür çabalara ihtiyaç duymayan bir bünye, kuşkusuz ölümcül zaaflar-yanılsamalar üretiyor. İçe ve geçmişe kapandığı için, tarihi gerçekliğin farkına varamayan, içerik üretemediği için, kısırlığın kifayetsizliği ile karşı karşıya gelen İslami bünye, nihai kaderini ‘mehdi’nin tayin edeceğine inanıyor.

İslam dünyası toplumlarının, kültürlerinin, İslami düşünce ve ilahiyat hayatının, İslam’ın ontolojik istisnailiği, bağımsızlığını, özgünlüğünü dünyanın/tarihin gündemine kazandıramaması, kazandırmaya çalışmaması, bu bağlamda entelektüel bir bilince-birikime sahip olmaması ‘tarihin sonu’ iddialarına bir şekilde ‘haklılık’ kazandırıyor. İslam’ın istisnailiğini, bağımsızlığını entelektüel tarihin gündemine kazandıramamak, İslami bir tarih/medeniyet tahayyülü ve tasavvurunu imkansız kılar. Yeni bir tarih, yeni bir gelecek, Avrupamerkezciliği, Avrupamerkezci etnik merkezciliği, ideolojik sömürgeciliği, İslam’ın istisnailiği/bağımsızlığı temelinde ikna edici bir zeminde reddetmek suretiyle başlatılabilir. Çok yönlü bir bağımlılıkla karşı karşıya bulunan İslami bünye bu bağımlılık sebebiyle rencide edici bir şeyleşme, incitici bir nesneleşme durumu yaşaıyor. Şeyleşme ve nesneleşme, temel İslami ilkelerin kaybıyla başlar. Bugün, ne yazık ki, toplumlarımız temel İslami ilkelerin hayat veren gücünü ve dinamizmini kaybetmiştir.

Batıni ve zihni fosilleşme aklımızın ve kalbimizin ufkunu bütünüyle kapatıyor.

Günümüzde kullanmakta olduğumuz din dili ve söyleminin günümüz dünyasında-tarihinde hiçbir karşılığı yoktur. Günümüz dünyasında, toplumlarında, ırkçılıklar, milliyetçilikler, mezhepçilikler, bilinç  ve anlam alanlarını bütünüyle boşaltıyor. İdeolojik anlamda, ırkçı anlamda imal-icat edilen olgular belirleyici olabiliyor. Hakikat sonrası zamanlarda, popülizmler, hamaset, propaganda ve yalanlar etki alanlarını genişletiyor. Propaganda ve manipülasyon kamu bilincini edilgen kıldığı için, gerçekler çoğu kez kamu sahnesine çıkarılamıyor. İnsanların etnik aidiyetlerini tecessüs ve yargılama konusu yapan, bu konularda kirli/çarpık olumsuz imalarda bulunan insanlıkdışı yaklaşımlar, partizanlıklar tarafından alkışlanabiliyor. İktidarı tahkim etmek adına, her şey, bütün değerler araçsallaştırılıyor, her tür kirlilik mübah sayılabiliyor. Herhangi bir siyasal hareketin ‘din’ üzerinde tekel iddia etmesi, camileri ve namazları propaganda araçları haline getirmesi, eleştirel bir kamuoyuna sahip olmadığımız için, ne yazık ki, normal karşılanabiliyor. Devlet ve iktidar alanı dışında, ahlaki ve manevi eleştirilerin yapılabileceği bağımsız bir kamusal alana hayat hakkı tanınmıyor. Her propaganda ve manipülasyonun tek yanlı mesajlar temelinde şekillendiğini hatırlamak gerekir. Bugün, toplumlarımızda, eleştirel tartışma ve müzakere imkanına sahip olmadığımız için, fikirlerimiz/düşüncelerimiz, tasavvurlarımız, duruşumuz, tarzımız, tavrımız kamuoyuna dönüşmüyor. Eleştirel dikkat/bakış/yorum yeteneğine sahip olmayanların, elektronik işgal ve istila karşısında yapabilecekleri hiçbir şey yoktur.

İslam toplumlarında, politik manipülasyonlarla, yerli-milli yorumlar temelinde, devlet ideolojisi doğrultusunda, araççı klişelerle yapay kimlikler, gelenekler icat ediliyor, uyduruluyor. Toplumlarımızda, araççılığın tayin edici bir yönteme dönüşmesiyle birlikte, ilkesizlik, kişiliksizlik, bayağılık, ahlaki itibar kaybı sıradanlaşıyor. Her alanda, her tür düşüşün ahlaki itibar kaybı ile başladığını gereği gibi görmüyor, anlamak istemiyoruz. İslam, sorumsuzca, çok kaba ve çirkin bir biçimde ajitasyon unsuru olarak kullanabiliyor.

Siyasal oportünizm meşrulaştırıldığı için, ahlaki ufku, sorumluluk ufkunu kaybediyoruz.

kaynak: ilami analiz