doğruhaber
Anladım ki, yolunu kaybetti. Nereye gittiği soruma, “Bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan alıp Mesci-i Aksa’ya götüren Allah’ı tesbih ederim” (17 / 1) ayetiyle karşılık verdi.
Anladım ki, geçtiğimiz hac mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs’e gidiyor.
Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin? Dedim. “Tam üç gece (yani üç gündür)” (19 / 10) dedi.
Yiyecek verme teklifinde bulundum. “Sonra orucunuzu gün batıncaya kadar tamamlayın” ( 2 / 187) ayetini okudu.
İyi de Ramazanda değiliz dedim. “Kim Allah için nafile bir hayır yaparsa, Allah her hayrın karşılığını verendir, her şeyi hakkıyla bilendir” (2 / 158) ayetiyle cevap verdi.
‘Yolculukta oruç açılabilir’ dedim. “Ama orucu tutarsanız, bu hakkınızda daha hayırlıdır” (2 / 184) ayetini okudu.
Niye benim gibi konuşmadığını sordum. “Ağzından tek bir söz bile çıkmasın ki, yanında onu gözleyen ve o sözü kaydetmeye hazır bir gözcü bulunmamış olsun” (50 / 18) ayetiyle cevap verdi.
Kimlerdensin? Diye sordum. “Bu konuda kesin bilgin yok (ailemi söylesem de tanımazsın). Sonra göz de kalp de (görmeden, kesin bilgiye dayalı olmadan verdiğin her hükümden) sorumludur.” (17 / 36) ayetiyle cevap verdi.
Hata ettim, hakkını helal et dedim. “Bugün size kınama yok. Allah sizi bağışlasın” (12 / 92) dedi.
Deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum. “Hayır adına ne işlerseniz Allah onu bilir” (2 / 215) ayetiyle mukabele etti.
Devemi yanına getirdim, binecekken; “Mümin erkeklere söyle, bakışlarını sakınsınlar” (24 / 30) ayetini okudu.
Gözlerimi çevirdim; binecekken deve ürküp kaçtı, bu arada elbisesi az yırtıldı. “Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak etmeniz sebebiyledir” (42 / 30) ayetini mırıldandı.
Sabret, deveyi bağlayayım! dedim. “Bu hususta Süleyman’ı anlayışlı ve daha isabetli davranır kıldık” (21 / 79) ayetini okudu.
Devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı olduğumu kastetti. Deveye bindi ve
“Bunu bize baş eğdiren Allah’ı tesbih ederim; yoksa bunu biz başaramazdık. Ve sonunda şüphesiz Rabbimize döneceğiz!” (43 / 13-14) ayetlerini okudu.
‘Haydi’ diye deveyi hızlandırdım. “Yürüyüşünde (ve davranışlarında) vakur ol ve sesini yükseltme. Seslerin en çirkini eşeğin sesidir!” (31 / 19) mukabelesinde bulundu.
Yürürken şiir okumaya başladım. “Kur’an’ dan kolayınıza geleni okuyun!” (73 / 20) dedi.
‘Şiir okumak haram değil ki’ dedim. “Bu hususu ancak idrak ve basiret sahipleri düşünür anlar!” (2 / 269) cevabını verdi.
Bir süre gittik; sonra evli olup olmadığını sordum. “Ey iman edenler! Cevabı verildiğinde sizi üzecek meselelerden sormayın!” (5 / 101) ayetini okudu.
Derken kafilesine ulaştık ve kafile içerisinde kimsen var mı? Dedim. “Mal ve evlat dünya hayatının süsüdür!” (18 / 46) dedi.
Anladım ki, evladı var. İsimlerini sordum. “Allah İbrahim’i dost edindi; Allah Musa ile konuştu; Ey Yahya, Kitaba kuvvetle tutun!” (4 / 125-164, 19 / 12) Ayetlerini okudu.
Ey İbrahim, ey Musa , ey İsa! Diye kafileye seslendim. Nur yüzlü üç genç “buyur” diye çıkageldi. Kadın onlara para verip; “Bununla içinizden birini şehre yollayın! Yemeklerin helal ve temiz olanına baksın ve size bir yiyecek getirsin. Dikkatli davransın!” (18 / 19) dedi.
Yiyecek gelince bana; “Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında şimdi afiyetle yiyip için!” (69 / 24) dedi.
Çocuklara, ‘annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem’ dedim.
Dediler ki; ‘Annemiz, ağzından Allah’ın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla kırk yıldır böyle sadece Kuran’la konuşur.’
İbn Mübarek, bu hadiseyi Kuran’da her şeyin bulunduğuna delil olarak anlatırdı.