Donald Trump'ın 2017 yılının 20 Ocak günü Beyaz Saray'da başkanlık koltuğuna oturmasıyla başlayan ve Türkiye dahil uluslararası toplumun ezici çoğunluğunun "Bir Başkanın Azil Macerası"nı izlemeye heveslendiği bu macerada, Trump'ın başkanlığının ikinci perdesine şahit olmaya hazırlanıyoruz.

Başkan aday adaylığından başlayarak "uluslararası ilişkiler uzmanlarının" şans tanımayıp alaya aldıkları bu isim, üzerine doğru amansızca yükselen tüm azil dalgalarını aştığı gibi ikinci kez başkanlık için kampanyasını da başlattı. Son yıllarda hata payları giderek artan kamuoyu araştırma şirketleri gibi, ülkemizde her gece televizyonlardan eksik olmayan muhtelif "uluslararası ilişkiler, strateji, ABD-Türkiye ilişkileri ve siyaset" uzmanlarının da Trump fenomeni vasıtasıyla sorgulanmasının vakti gelmiştir belki. Ancak geçen iki yıldan uzun sürede öngörülemeyen tek konu Trump'ın kalıcılığı olmadı. Onun çevresinde kimlik değiştiren Amerikan dış politikası ve o politikanın uygulayıcılarının kimliğindeki farklılaşma da belli başlı dünya başkentlerinde tam olarak algılanamadı. ABD Başkanı'nın gerek hükümetinde gerek Beyaz Saray ekibinde, yola çıktığı kadrodan varlığını sürdürebilen kimse kalmadı. Bir basketbol takımını andıran şekilde Trump kabinesi de Beyaz Saray kadrosu da yoğun bir oyuncu giriş-çıkış trafiğine sahne oldu. Bu trafik her geçen ay daha şahin, daha radikal, küresel bir çatışma beklentisini yükselten isimlerin dahil olduğu bir iktidar yapılanmasını inşa etti.

Beyaz Saray'daki Ulusal Güvenlik ekibine John Bolton liderliğindeki Reagan döneminden miras Evanjelik-Neocon kökenliler hakim olurken, hükümet kanadında ise bir "West Point ekolünün" ağırlık kazanacağı anlaşılıyor. Bu gidişatın en kayda değer emaresi ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo gibi Amerika Birleşik Devletleri Askeri Akademisi West Point'te eğitim görmüş bir ismin daha kabinede kritik bir koltuğa aday gösterilmesi oldu
Pentagon'da Esper dönemi
Beyaz Saray'daki Ulusal Güvenlik ekibine John Bolton liderliğindeki Reagan döneminden miras Evanjelik-Neocon kökenliler hakim olurken, hükümet kanadında ise bir "West Point ekolünün" ağırlık kazanacağı anlaşılıyor. Bu gidişatın en kayda değer emaresi ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo gibi Amerika Birleşik Devletleri Askeri Akademisi West Point'te eğitim görmüş bir ismin daha kabinede kritik bir koltuğa aday gösterilmesi oldu. Trump'ın başta Afganistan ve Suriye olmak üzere Orta Doğu ve Güney Asya politikalarında eş güdüm sağlayamadığı Jim Mattis ile yollarını ayırmasından sonra vekaleten bu görevi üstlenen Patrick Shanahan'ın Savunma Bakanlığı görevinde kalıcı olmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Artık atamanın yapılması için günler değil saatlerin sayıldığı bir ortamda, Shanahan bir anda birkaç yıldır var olan bir aile içi şiddet vakası kaynaklı soruşturma nedeniyle saf dışı oldu. Washington kulislerinde hakim olan görüş, Trump'ın İran Körfezi çevresinde askeri yığınağı artırma konusunda beklediği desteği görmemesinin, Shanahan'ın sonunu getirdiği yönünde. Donald Trump, Shanahan'ı oyun alanının dışına gönderirken, yerine tercih ettiği isim Dışişleri Bakanı Pompeo'nın West Point Askeri Akademisi'nden dönem arkadaşı Mark Esper oldu.

Esper, 1998 yılından itibaren dört sene boyunca ABD Senatosu Dış ilişkiler Komitesi'nde çalışmak ve 2002-2006 yılları arasında dönemin ABD Başkanı George W. Bush'un hükümetinde Savunma Bakanlığı'nda üst düzey görevler almak gibi kuvvetli bir özgeçmişe sahip. Ancak bu özgeçmişin şüphesiz en ilgi çeken maddesi Esper'in 2010 yılından itibaren Amerikan savunma sanayiinin önde gelen şirketlerinden biri olan Raytheon'un hükümetle ilişkilerinden sorumlu yönetici koltuğuna oturması. Raytheon markası Türkiye kamuoyunun yabancı olduğu bir isim değil. Özellikle son aylarda, Türkiye'nin Rusya'dan yüksek irtifa hava savunma sistemi S-400 satın alması ile beraber haberlerde sık sık karşımıza çıkmaya başladı. Trump yönetiminin, S-400 yerine Türkiye'ye almasını tavsiye ettiği Patriot füze sistemlerinin üreticisi Raytheon. Türkiye-ABD ilişkilerinde en kritik dönemlerden biri sayılabilecek 2019 yılının temmuz ayına girmeye hazırlanırken, Patriot füzelerinin üreticisi adına yıllarca lobi faaliyeti yapmış bir ismin ABD Savunma Bakanlığı koltuğuna oturmaya hazırlanıyor olması sorunların çözümüne pek de hizmet etmeyecek talihsiz bir gelişme olarak değerlendirilebilir.

Washington'un Orta Doğu'ya yönelik niyetleri
Esper meselesine geri dönmek kaydıyla, ABD'nin dış politikasında bir başka kritik görev üstlenen bir diğer West Point Askeri Akademisi mezununa da parantez açmakta yarar var. Bu kişi Irak'ın işgali sırasında Amerikan Merkez Kuvvetler Komutanlığı CENTCOM'a komuta etmiş olan Emekli 4 yıldızlı general John Abizaid. West Point ekolünün bir başka parlak temsilcisi olan, ailesi Lübnan kökenli Abizaid, 2019 yılının mayıs ayında ABD'nin Orta Doğu politikasının kritik bir ayağı olan Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da büyükelçilik görevine başladı. West Point Askeri Akademisi'nden mezun olduğunda bir grup seçkin öğrenciye tanınan ve çoğunlukla Avrupa ülkelerinde değerlendirilen burs hakkı Abizaid'e verildiğinde, o bu bursu 1970'li yılların en kaotik ülkelerinden biri olan Ürdün'de değerlendirmeyi tercih etti. Siyasi boykotlar nedeniyle okulu mütemadiyen tatil olurken Abizaid boş zamanlarını Ürdün özel kuvvetleriyle Ürdün ve Irak çöllerini gezerek ve aşiret liderleriyle dostluk kurarak değerlendirdi. Abizaid Riyad Büyükelçisi olarak görevlendirilirken, diğer iki West Point mezununun Savunma ve Dışişleri Bakanlıkları koltuklarına oturması, Washington yönetiminin Orta Doğu'ya yönelik niyetleri hakkında aslında yeterince açıklayıcı.

Amerikan askeri ve siyasi tarihine damgasını vurmuş Eisenhower, MacArthur, Bradley, Arnold, Clark ve Patton gibi isimler bu ekolün ürünleridir. Trump gibi iş adamı kimliği taşıyan bir Amerikan Başkanının, yola iş dünyası ağırlıklı isimlerden oluşan bir hükümet ile çıkıp daha sonra gerek kabinesini gerek bu kabinenin uzantısı olan yönetim mekanizmalarını bu denli şahin ve askeri kökenli isimlerle tahkim ediyor olması Soğuk Savaş döneminde dahi rastlanmamış bir durum
Bu isimlerin buluşma noktası olan West Point'in sembolik öneminden bahsetmeden geçmemek lazım. New York kentinin kuzeyinde, Hudson Nehri'nin batı yakasındaki bir plato, ABD'nin ilk Başkanı George Washington tarafından ülkenin en stratejik noktası ilan edilmiştir. 1778 yılında bir kale inşa edilerek West Point adı verilen bu bölge ABD tarihinin en eski müstahkem mevkii olma özelliğini taşırken, sömürge yönetimi döneminde İngilizlerin eline geçmemiş olmasıyla da övünülür. Amerikan askeri ve siyasi tarihine damgasını vurmuş Eisenhower, MacArthur, Bradley, Arnold, Clark ve Patton gibi isimler bu ekolün ürünleridir. Trump gibi iş adamı kimliği taşıyan bir Amerikan Başkanının, yola iş dünyası ağırlıklı isimlerden oluşan bir hükümet ile çıkıp daha sonra gerek kabinesini gerek bu kabinenin uzantısı olan yönetim mekanizmalarını bu denli şahin ve askeri kökenli isimlerle tahkim ediyor olması Soğuk Savaş döneminde dahi rastlanmamış bir durum.

Soğuk Savaş sürecinde Amerikan Başkanları Henry Kissinger ve Zbigniew Brzezinski gibi diplomasiye, rakip güçlerle diyaloğa, gerilimi azaltmaya inanan ve çok uzun vadeli stratejiler üzerinden planlama yapan isimleri yanlarında bulundururlardı. Bugün Beyaz Saray çevresinde oluşan manzara ise Trump'ın bir savaş kabinesi inşa etmekte olduğu izlenimi veriyor. İran'ın nükleer programını kontrol altına alan anlaşmadan çekilen Trump, Tahran yönetimi üzerindeki yaptırım baskısını dalga dalga yeni yaptırımlarla artırıyor. Bunu 19'uncu yüzyıldan miras "Gambot Diplomasisi"ni andıran bir şekilde İran Körfezi'nin Arap Denizi ile birleştiği noktaya Amerikan donanma gücünü yığarak destekliyor. Eş zamanlı olarak Amerikan savaş gemileri Güney Çin Denizi ve Tayvan Körfezi'nde cirit atıyor. Amerikan nükleer saldırı kapasitesinin en önemli unsurları olan B-52 stratejik bombardıman uçakları ise Haziran ayı itibarıyla Japon Denizi'nden İran Körfezi'ne, Karadeniz'den Baltık Denizi'ne kadar geniş bir jeostratejik coğrafyada aynı anda üç hedef ülkeye; Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya ve İran'a gözdağı veriyor.

Yönetimde West Point, Evanjelik ve Neocon unsurlar belirleyici 
Trump'ın West Point, Evanjelik ve Neocon unsurları ile bu denli yoğun şekilde bezenmiş olan yönetim ekibinin hakim olduğu bir dış politika anlayışında da, başkanlığının ilk döneminde olmasa bile ikinci döneminde bir çatışmanın kaçınılmaz olduğunu öngörebiliriz
Bu perspektif dahilinde Esper'in Amerikan Savunma Bakanlığı'na getirilişi Rus edebiyatçı Anton Çehov'un tiyatro eserleri için söylediği bir sözü hatırlatıyor: Duvarda asılı bir silah varsa, oyunun son perdesinde mutlaka ateşlenmelidir. Trump'ın West Point, Evanjelik ve Neocon unsurları ile bu denli yoğun şekilde bezenmiş olan yönetim ekibinin hakim olduğu bir dış politika anlayışında da, başkanlığının ilk döneminde olmasa bile ikinci döneminde bir çatışmanın kaçınılmaz olduğunu öngörebiliriz. Halihazırda, ABD ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında mermi atılmayan ancak gün geçtikçe şiddetlenen bir ticaret savaşı vuku bulmakta. İran Körfezi'nde ise kimsenin yüksek sesle "savaş" diyemediği düşük yoğunluklu, sofistike silahların kullanıldığı somut bir çatışma sürüyor. Petrol tankerleri daha önce benzerine rastlanmamış silahlarla vuruluyor. Manyetik mayınlar, patlayıcı yüklü dronlar Körfez ülkelerinin en önemli gelir kaynağı olan petrol ihracatını hedefliyor. İran, hem kendi silahlı kuvvetleri hem de Yemen'deki uzantıları Husiler vasıtasıyla Amerika Birleşik Devletleri'nin milyon dolarlık dronlarını vuruyor. ABD'nin ise misilleme düzeyi şimdilik İran Devrim Muhafızlarının füze sistemlerini hedef alan siber saldırılar ile sınırlı. Taraflar birbirleri üzerinde yepyeni yöntemler ve silahlar denerken henüz buna savaş demekten kaçınıyoruz.

Tam bu ortamda İran'ın bölgedeki gücünü azaltmaya yönelik önemli bir adım da İsrail'de atılıyor. Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve Rusya ulusal güvenlik danışmanları Suriye meselesini bir çözüme kavuşturmak amacıyla Kudüs'te toplanıyor. Diplomatik kaynaklar, İsrail ve ABD'nin, Beşşar Esed yönetimini tanıma karşılığında Rusya'dan Suriye'deki İran etkisini sıfırlayacak adımları talep edecek bir planı masaya getireceğini öne sürüyorlar. Suudi Arabistan'ın da dolaylı olarak katılacağı iddia edilen bu toplantıda varılacak bir uzlaşma, Cenevre ve Astana süreçlerini rafa kaldıracak çok farklı bir gidişatın başlangıcı olacaktır.

İşte Trump, İran açısından bu denli kritik adımların atıldığı bir ortamda tabiri caizse "dereyi geçerken atı değiştiriyor." Pentagon'un yeni patronu Esper, yalnızca Trump'ın savaş politikalarını desteklemekle kalmayacak, ABD'yi "Yeniden Büyük Yapmak" için öngörülen savunma ve savaş ekonomisini de yönetecek. Esper'in Raytheon şirketindeki geçmişi ile Trump'ın müttefiklerini F-35 savaş uçakları başta olmak üzere Amerikan silah sistemleri almaya zorlayan politikası fazlasıyla örtüşüyor. ABD'de 2020 yılında yapılacak başkanlık seçimleri için şu ana kadar ortaya çıkan adaylar, Trump'ın bir dönem daha koltuğunu korumasının mümkün olduğunu gösteriyor. Büyük bir sürpriz olmazsa dünya Trump'ın ikinci başkanlık dönemine hazırlanırken, Pompeo-Esper-Bolton üçlüsünün üreteceği gerilimler için de şimdiden uzun vadeli planlarını yapmaya başlayabilir.

Mehmet A. Kancı

kaynak : AA