Doğruhaber Gazetesi Yazarı Dr. Abdulkadir Turan, "Mursi öncesi ve sonrasını" başlığında önemli bir yazı kaleme aldı.
Mısır'ın tarihi ve konumu hakkında önemli bilgiler paylaşan Dr. Turan, Muhammed Mursi'ye yönelik girişilen kanlı darbenin nedenlerini irdeledi.
Dr. Abdulkadir Turan'ın bugün yayımlanan makalesinin tamamı şöyle:
Mursi öncesi ve sonrası…
Mısır, İslam dünyasında Batı istilası ile yüz yüze kalan ilk memleketlerdendir. Napolyon, 1798 ve 1801'de Mısır'ı istila ettiğinde henüz Müslüman Hindistan'ın önemli bir kısmı istila edilmemiş, Cezayir istilası ise hiç başlamamıştı.
Ne yazık ki Mısır, Napolyon'un seferine karşı direnmedi. Aksine devrin el-Ezher uleması, durumu kabullenmeye yönelik fetvalar çıkarmaya çalıştı; Napolyon'un Hıristiyan inancından uzak olduğuna ve Hz. Peygamber'i sevdiğine dair boş iddialar yaydı.
Mısır, sıradan bir ülke değildir.
Bizans İmparatorluğu, Mısır'a sahip olmakla Akdeniz hakimiyetini kurmuştur.
İslam, Mısır'a sahip olmakla Afrika'ya ve nihayetinde Endülüs'e açılmıştır.
Fâtımîler, Mısır'a sahip olmakla İslam dünyasını ilk büyük çöküşe götüren süreçte tarihi rollerini oynamışlardır.
Haçlılar, Mısır'ı alamamakla İslam dünyasındaki istilalarını sürdürememişlerdir.
Nûreddin Zengi, Şirkûh ve Selâhaddîn-i Eyyûbî, Mısır'ı almakla Kudüs'ü fetih stratejilerinde büyük aşamayı kat etmişlerdir.
Memlûklar, Mısır'ın hâkimi olarak Moğolları yenmişler; İslam dünyasını ikinci büyük krizinden kurtarmışlardır.
Osmanlılar, Mısır'a sahip olmakla İslam dünyası liderliğini elde etmişlerdir.
Mısır, bir yanıyla Akdeniz'i kontrol ediyor, diğer yanıyla Afrika ve Arap Yarımadası'ını… Tam bir anahtar coğrafya… Paylaşılamayan bir değer…
Napolyon, bu değeri tek başına sahiplenecek güçte değildi. Avrupa'daki gelişmeler ve henüz Osmanlı'nın canlılığını korumasından dolayı da Mısır'ı terk etti. Ama Batı, bu stratejik konuma sahip ülkeyi istila etmeyi her zaman hedefleri arasında tuttu. Bunun için Mısır'da kültürel istilayı teşvik etti.
İslam dünyasında kültürel istila, bilinenin aksine İstanbul'da değil, Mısır'da başladı:
İslam dünyasında ilk Batılı reformları, Mısır Valisi Muhammed Ali Paşa yaptı ve ilk kez o, Paris'e öğrenci gönderdi.
İslam dünyasındaki ilk laik zihniyet Mısır Hidivi'nin Paris'te oluşturduğu rahimde doğdu. 1857'de kurulan Mekteb-i Osmânî de aslında bir Mısır okuludur. Okul ve öğrenciler Mısır Hidivi tarafından finanse edilir, Fransızlar tarafından eğitilirdi. İslam dünyasının bilinen ilk Masonları da o öğrenciler arasında yetişti.
Mısır'ın öğrencilere sözde imamlık yapsın diye Paris'e gönderdiği Rıfaa et-Tahtavi'nin Paris hatıralarını anlattığı "Taḫlîṣü'l-ibrîz fî telḫîṣi Bârîz" eserinden okudum.
Tahtavî, hatıratı boyunca yarı kölelik ruhuyla Fransızlara karşı büyük bir kompleks içindedir; hayran kalmaktan bir türlü düşünmeye vakit bulamamıştır. Mısır'a döndüğünde ise Batılılaşmanın meddahı olmuş, Mısır'ın kültürel istilasında bir lejyon gibi çalışmıştır.
Osmanlı'ya ilk kez laiklik teklifi yapan Mustafa Fazıl Paşa da bir Mısır prensidir. Prensin bu hususta padişah Abdülaziz'e gönderdiği mektup 1867 yılı başında Paris'te, La Liberte gazetesinde yayımlandı.
İslam dünyasında başörtüsü karşıtı ilk kampanya Mısır'da Kasım Emin'in 1899'da "Kadının Serbestiyeti" adlı kitabıyla başlatıldı. Kasım Emin, "Kadının başını örtmesi İslam'dan değildir" ifadesiyle sadece başörtüsü karşıtlığı yapmıyordu, aynı zamanda İslam'ı Batı'ya uyduracak bir reform da öneriyordu.
İslam dünyasında kadının İslam'a karşı bir isyan kuvvetine dönüştürülmesi de Mısır'da 1924'te Hüda Şe'ravi başkanlığında kurulan Mısır Kadınlar Birliği tarafından başlatıldı. Hüda Şe'ravî, Mustafa Kemal'in de çalışmalarını misal gösterdiği bir kadındır.
Mısır'ı İslam dünyasına karşı bir istila laboratuvarına dönüştüren bütün bu çalışmalara el-Ezher uleması teslimiyet gösterdi; İmam Hasan el-Benna ve İhvan-ı Müslimin karşı durdu.
İslam'a hizmetinin bedelini canıyla ödeyen el-Benna, o süreci durdurmakla kalmadı; Mısır'ı İslam dünyası için bir direniş laboratuvarına da dönüştürdü. İslam dünyasının her yanı, onun hizmetlerinden ve direnişinden bir şekilde istifade etti.
Muhammed Mursi'nin Nisan 2012'de Mısır Cumhurbaşkanlığına seçilmesi; el-Benna'nın hizmetlerinin Mısır'da ulaştığı doruktur.
Yüzde elli iki oyla seçilen Mursi, göreve başladıktan hemen sonra kendisini dünya güçleri, onların Mısır'daki uzantıları sol ve sağ yapılar karşısında buldu. Ondan beklenen, israille dostluk ilişkileri kurması ve İhvan'ın İslamî programını uygulamamasıydı.
Mursi'nin bu taleplere karşı en açık cevaplarından biri, Eylül 2012'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı tarihi konuşmadır. Konuşma 26 Eylül'de yapıldı, ona karşı gösteriler ekim ayının başında başladı, henüz ikinci haftaya varmadan, 12 Ekim'de kanlı boyutuna vardı.
Kanaatimce devrilişinin ve şahadetinin sırrının saklı olduğu o konuşmada Mursi,
-BM'de benzeri görülmemiş şekilde konuşmasına tam bir İslam hitap üslubuyla başlıyor, İslam'ın büyük hitabını o kürsüden bütün insanlığa ulaştırıyor. Her sözünde İslam'ın insanlığa bakan yönünü vurguluyor.
-Ardından, seçilmiş Cumhurbaşkanı olduğu vurgusu yapıyor. Mısır devrimini özetliyor ve ilk anda "Kudüs'ün israil tarafından istilası"nı BM gündemine taşıyor. Açık ve etkili bir hitapla…
Mursi, bununla yetinmiyor; uluslararası sistemin başlattığı İslam karşıtı mücadeleyi teşhir ediyor, Resulullah'a yapılan hakaretlerin, Müslümanların katledilmesinin ve tehcir edilmesinin asla kabul edilemeyeceğini bütün dünyaya duyuruyor.
Bir Mısır devlet başkanı için böyle bir hitaba ne modern köle Mısır idarecileri ne onların modern efendileri dünya sistemi alışıktı.
Mursi'nin bu duruşu, İhvan'ın imkânları ve seslenebildiği saha da dikkate alındığında İslam dünyasında büyük bir dönüşüme öncülük edebilirdi.
Öte yandan, tarihsel tecrübe İslam dünyasının Batı karşısında ayakta kalmasının, asgari koşullar içinde Anadolu-Bilâdüşşam (Suriye) ve Mısır-Bilâdüşşam bütünleşmesini zorunlu kıldığını ortaya koymuştur.
Aynı tecrübe İslam dünyasının Batı'ya meydan okuyabilmesinin ise Anadolu-Biladüşşam ve Mısır birlikteliğini zorunlu kıldığını göstermiştir.
Mursi başkanlığındaki Mısır, İslam dünyasını bu süreçlere taşıyacak potansiyele sahipti. Türkiye-Mısır ittifakı ve hele bu ittifaka Suriye'nin katılması, bütün dünya açısından yeni bir büyük gücün doğması anlamına geliyordu. Mursi'yi devirenler, işte bu büyük süreci durdurmayı amaçladılar. Tahrir Meydanı gösterileri ile onu devirenler solculardı ama solcular, sadece bir piyondu, o devrilişin meyvesini israil ve emperyalist güçler yedi.
Buna karşı Mursi'nin şahadeti ise,
1-Batı'nın insan hakları karnesinin berbatlığını bir kez daha ortaya koymuş, İslam dünyasını Batı'nın güdümünde tutma çabalarına ağır bir darbe vurmuştur.
2-İslam dünyasını türbülansa koyan, teferruatçı, ümmetin büyük stratejisine uzak selefçi ve anarşist yapılar artık, İslam dünyasını karıştırma rollerini eskisi gibi oynayamayacaklardır.
3-Mursi'nin devrilmesine sevinen mezhepçi yapılar, onun şahadetiyle bir kez daha mahkum olmuşlardır.
4-İslam dünyasında Muhammed b. Zayed ve Muhammed b. Selman ikilisi üzerinden üretilmeye çalışılan yeni lider tipi henüz doğmadan tarihe karışacaktır.
Ve,
Müslümanlar gibi dünyanın diğer mazlum toplumları da Mursi'yi, bu "döneklik" çağında Batı emperyalizmi karşısındaki direnişi için daima minnetle anacaklardır.
Allah rahmet eylesin… (İLKHA)