Istanbul
2010 yılından itibaren Orta Doğu bölgesini saran demokrasi ve özgürlük temelli devrimci dalga BAE-Suudi ekseninin başını çektiği statükocu blok için ciddi bir tehdidi açığa çıkardı. BAE-Suudi ekseni için statüko; içeride yönetici ailelerin devleti yönetme imtiyazına, iktidar ve servet dağılımı üzerinde yönetici ailenin tekeline, yönetilenlerin kısıtlı siyasi ve medeni haklarına, dışarıda ise Batı ile ılımlı ilişkilere, ABD ve İsrail tarafından tanımlanan bölgesel statükonun İran gibi revizyonist güçlere karşı korunmasına dayanmaktadır.

Gelinen sonuç itibarıyla BAE-Suudi ekseninin harcadığı yüz milyarlarca dolara rağmen Orta Doğu’da Arap Baharı öncesi ekonomik ve siyasi koşullarda olumlu bir değişim olmamıştır. Son dönemde Sudan ve Cezayir’de yaşananlar, Arap toplumunda demokrasi ve özgürlük temelli değişim talebinin güçlü bir şekilde devam ettiğini göstermesi açısından önemlidir. Üstelik BAE-Suudi ekseninin İran’ı dengelemek için İsrail ile yakınlaşması, ABD askerlerini Körfeze davet etmesi Batı yanlısı rejimlerle halk arasındaki uçurumu iyice derinleştirmiştir. 
Uzun yıllardır Orta Doğu halkları yerine otoriter yönetimler ile kurduğu yakın ilişki sayesinde bölgesel statükoyu revizyonist taleplere karşı korumayı başaran statükocu blok için, bölge halklarının demokrasi, özgürlük gibi taleplerinin karşılanması bölgesel statükoyu altüst edebilirdi. Bu yüzden Arap Baharı sürecinde Orta Doğu’daki statükocu güçlerin dış politikasının odağı genel olarak statükoyu değiştirme imkan ve kabiliyetine sahip olan güçlere karşı koyma amacına yönelik olarak gelişmiş, Orta Doğu’da statükoyu değiştirme imkan ve kabiliyetine sahip olan revizyonist İran ve demokrasi ve özgürlük temelli değişim talep eden sokak hareketleri statükocu blok tarafından hedef tahtasına oturtulmuştur.

BAE-Suudi ekseninin statükoyu korumaya yönelik dış politikası ilk olarak Körfez bölgesinde ortaya çıktı. Arap Baharı’nın Bahreyn’e sıçramasıyla Suudilerin liderlik ettiği askeri oluşum, Bahreyn’deki müttefik el-Halife rejimini korumak için ülkeye doğrudan bir askeri müdahale gerçekleştirdi. El-Halife rejiminin Şii muhalefet tarafından devrilmesini engellemenin verdiği özgüvenle BAE-Suudi ekseni 2013 yılında Mısır’da, Muhammed Mursi’nin askeri darbe ile devrilmesine ve askeri darbe sonrası cunta yönetiminin ayakta kalmasına destek oldu. 2015 yılında Yemen’de devrilen Ali Abdullah Salih rejimini yeniden ayağa kaldırmak için BAE-Suudi müttefiki rejimler ile oluşturulan koalisyon eliyle Yemen’e askeri müdahaleye başladı. Suriye’de oluşan istikrarsızlık ve iç savaşın uzamasına katkı sağlayıp Esed rejiminin ömrünü uzatarak statüko karşıtı bir yönetimin iktidara gelmesini engelledi.

Yaklaşık sekiz yıldır devam eden Arap Baharı sürecinde BAE-Suudi ekseni harcadığı çok büyük askeri, ekonomik ve diplomatik kaynaklarla orantılı olmasa da kısmi başarılar elde etti. Örneğin Bahreyn’de el-Halife rejiminin Şii muhalifler tarafından devrilmesi engellendi, Mısır’da Müslüman Kardeşler liderliğindeki kadro askeri darbe ile devrildi ve Müslüman Kardeşler hareketi terör örgütleri listesine alınarak tüm bölge genelindeki altyapısı çökertilmeye çalışıldı, Libya’da Kaddafi rejiminin devrilmesine destek olunarak önemli bir ideolojik rakip tasfiye edildi. Ürdün, Umman ve Lübnan gibi ülkelerdeki yönetimler ekonomik ve diplomatik olarak desteklenerek devrimci dalganın etkisinden uzak tutulmaya çalışıldı.

Statükocu politikanın sürdürülebilirliği sorunu
Yukarıda sayılan kısmi başarılara rağmen dokuzuncu yılına giren Arap Baharı sürecinde karşısına çıkan ciddi sorunlar, statükocu politikanın sürdürülebilirliğini tartışmalı hale getirdi: Statükocu blok çok büyük ekonomik, diplomatik ve askeri kaynaklar seferber ederek Arap Baharı’nın başlangıcında elde ettiği kazanımlarını, bölge genelinde kendi lehine politik bir düzen tesis etmek suretiyle kalıcı hale getirebilecek imkan ve kabiliyete sahip midir değil midir? Bu soru; Cezayir’de statüko yanlısı Buteflika rejiminin çöktüğü, Sudan’da el-Beşir yönetiminin askeri darbe ile devrildiği, BAE-Suudi liderliğinde 2015 yılında başlayan Yemen operasyonunun çıkmaza girdiği, BAE-Suudi ekseninin Arap Baharı sürecinde takip ettiği aktif dış politikanın neredeyse tüm enerjisini sağlayan petrol gelirlerinin 2014 sonrası azaldığı ve en önemlisi de Mısır’ın ekonomik bir uçuruma doğru hızla yaklaştığı bu günlerde daha da büyük bir anlam ifade etmektedir.

Öncelikle, Suudilerin petrol piyasasındaki gücü küresel ve bölgesel meselelerde Suudi politik gücünün en önemli kaynağını teşkil etmektedir. Son yıllarda petrol fiyatlarının seyrine yakından bakıldığında ülke ekonomisinin petrol fiyatları ile birlikte genişleyip daraldığı rahatlıkla tespit edilebilir. ABD ve Rusya gibi çok önemli enerji üreticisi ülkelerin piyasaya dahil olması Suudilerin petrol piyasasındaki ve dünyanın en büyük petrol üreticisi örgütü olan OPEC’teki rolünü sarsmış, petrol fiyatları üzerindeki Suudi tekelini kırmıştır. BAE ekonomisi her ne kadar Suudi Arabistan kadar petrol endüstrisine bağlı olmasa da petrol fiyatlarındaki uzun süreli düşüşler bu ülkede de ekonomik zayıflığa yol açmaktadır. BAE-Suudi ekseninin, petrol fiyatlarına bağlı olarak, ekonomik kaynaklarının daralması, statükoyu korumak için takip edilen pahalı çek defteri politikası için en önemli tehditlerden biri  haline gelmiştir.

Statükocu politikanın sürdürülebilirliğini tehdit eden ikinci gelişme Cezayir ve Sudan gibi ülkelerde son dönemde yaşanan gelişmelerin Arap Baharı’nda ikinci dalga beklentisini artırmasıdır. 2010 yılından itibaren çok büyük umutlarla girişilen statükoyu koruma politikası her ne kadar BAE-Suudi ekseni için birtakım kısa süreli kazanımlar sağlasa da Cezayir ve Sudan’da yaşanan yönetim karşıtı sokak gösterileri tüm bu kazanımlara zarar verecek bir potansiyel taşımaktadır. Özellikle Cezayir’de yaklaşık yirmi yıldır statükoyu temsil eden Buteflika’nın yoğun protestolara dayanamayarak görevini bırakmak zorunda kalması ve ülkede statüko karşıtı bir yönetimin iktidara gelme ihtimali Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da domino etkisi oluşturabileceğinden BAE-Suudi eksenini tedirgin etmiştir. Benzer bir durumun Sudan’da yaşanması ve uzun yıllardır ülkede yönetimde olan el-Beşir’in yaşanan bir askeri darbe ile görevden ayrılmak zorunda kalması da bu endişeyi derinleştirmiştir. Üstelik Sudan’ın Kızıldeniz ve Afrika Boynuzu jeopolitiğindeki stratejik konumu göz önüne alındığında bu ülkede yaşanacak bir kaosun en önemli enerji nakil güzergahlarından biri olan Kızıldeniz ve Süveyş güvenliği için ciddi tehditler açığa çıkarabileceği muhakkaktır. Her iki ülkede yaşananlar, sokak hareketlerinin gücünü göstermesi açısından da önemlidir. Bu durum bölgenin geri kalanında mevcut yönetimlerden memnun olmayan geniş kitleler arasında yeni bir protesto dalgasına ilham verebilir.

Statükocu politikanın sürdürülebilirliğini tehdit eden üçüncü gelişme, BAE-Suudi ekseninin Güney Arabistan’da bozulan statükoyu geri getirmek ve her iki ülkede de gelecekte yönetimi devralacak Muhammed bin Selman ve Muhammed bin Zayed gibi genç ve maceracı potansiyel lider adaylarının karizmalarını parlatmak için giriştiği Yemen operasyonunun gelinen durum itibariyle çıkmaza girmiş olmasıdır. Dördüncü yılını bitiren Yemen savaşı BAE-Suudi ekseni için çok büyük bir ekonomik, diplomatik, askeri ve psikolojik maliyet ortaya çıkarmıştır. Birkaç ay gibi kısa bir sürede sonuç alınacağı hesaplanırken dördüncü yılında çıkmaza giren Yemen savaşı, çözümü askeri kapasiteye dayanan bölgesel krizlerde BAE-Suudi ekseninin yetersizliklerini ortaya koyması açısından önemlidir. Yemen savaşı, dört yıl boyunca ortaya çıkardığı çok büyük askeri harcamaların yanı sıra savaş sırasında ortaya çıkan insani krizler ve masum sivillerin karşı karşıya kaldığı insani dramlar sebebiyle BAE-Suudi eksenine çok büyük bir psikolojik maliyet de yüklemiştir.

Statükocu politikanın sürdürülebilirliğini tehdit eden dördüncü husus Bahreyn ve Ürdün gibi -her ne kadar küçük olsalar da- çok önemli sosyoekonomik sorunları olan ülkelerde statükoyu korumanın gittikçe artan maliyetidir. Her ne kadar BAE-Suudi ekseni Bahreyn’e askeri müdahalede bulunarak ülkede el-Halife rejiminin Şii isyancılar tarafından devrilmesini engellemiş olsalar da el-Halife rejiminin toplumsal meşruiyetindeki zayıflamayı gidermeye muktedir olamamıştır.

Ülkede el-Halife rejiminin azalan toplumsal meşruiyetine ve meşru siyaset kanallarının tıkalı olmasına da bağlı olarak 2013 sonrası çok sayıda terör hücresi oluşmaya başlamıştır. Yeraltında faaliyet gösteren bu örgütler sıklıkla rejim güvenlik kuvvetlerine yönelik bombalı saldırılar düzenlemektedirler. El-Halife rejimi ülkedeki bu terör faaliyetlerini İran ile bağlantılı olduğunu iddia etse de rejime yönelik giderek artan şiddetin kaynağı ülkede nüfusun çoğunluğunu teşkil eden Şiilerin politik ve ekonomik sorunlarıdır. Bahreyn’in, nüfusunun yüzde 55’i Şiilerden oluşan Suudi Doğu Vilayetine yakınlığı, Bahreyn’de rejimle muhalefet arasında ortaya çıkan silahlı çatışmaların Suudi Doğu Vilayetine sıçrama ihtimalini artırması bakımından da önemlidir. Son yıllarda Suudi Doğu Vilayeti’nde Şii muhalefetin artan silahlı eylemleri göz önüne alındığında, Bahreyn’de, rejimle muhalefet arasındaki silahlı çatışmaların derinleşmesi Suudi Arabistan’ın güvenliği için ciddi riskler oluşturmaktadır. Özellikle ABD’nin İran’a yönelik askeri müdahalesinin konuşulduğu son günlerde İran’ın politik nüfuzunun etkisinde olan Suudi Arabistan vatandaşı Şiiler ülke güvenliği için ciddi bir tehdit potansiyeli barındırmaktadır. Bahreyn gibi Ürdün monarşisi de yaşadığı ağır ekonomik sorunlar sebebiyle BAE-Suudi ekseninin ekonomik desteğine muhtaçtır. Amman ve Manama’yı krallığın dış savunma halkasının en önemli unsuru olarak gören Suudi Arabistan için bu ülkelerde müttefik rejimlerin ayakta kalması son derece önemlidir. Her iki ülkedeki müttefik rejimleri ayakta tutmanın maliyeti ise her geçen gün artmaktadır.

Son olarak BAE-Suudi ekseninin arzu ettiği statüko için uzun vadede en büyük sorunu çıkaracak olan ülke hiç şüphesiz Arap dünyasının kültürel, askeri, demografik merkezi olan Mısır olacaktır. 2013 yılında Mısır’da yaşanan askeri darbe, bölgesel statükoyu tehdit eden bir kadroyu iktidardan uzaklaştırarak BAE-Suudi ekseninin kısa bir süre rahat bir nefes almasını sağlamıştır. Ancak aradan geçen altı yıla rağmen Mısır bir türlü istikrara kavuşmamıştır. Özellikle Sina bölgesinin içine düştüğü kaos ve ülkede ağırlaşan ekonomik sorunlar Arap Bahar’ı öncesi, statükocu blok için, Orta Doğu’da güç ve istikrar kaynağı olan Mısır’ı önemli ölçüde zayıflatmıştır. BAE-Suudi ekseninin 2013 sonrası on milyarlarca dolarlık ekonomik yardımlarına rağmen canlanmak bir yana ülkede gittikçe kötüleşen ekonomik koşullar, sadece Mısır için değil, Mısır’ın askeri, demografik ve kültürel kapasitesine yaslanarak bölgesel statükoyu koruma niyetindeki BAE-Suudi ekseni için de çok büyük bir tehdittir. Bölgede son dönemde yaşanan bu gelişmeler, statükocu bloğun askeri kapasite zayıflıklarını telafi ederek İran’ı sınırlamak için büyük umutlarla kurduğu Arap NATO’su girişiminden Mısır’ın ayrılması ile sonuçlanmıştır. Mısır’ın Körfez güvenliğinde rol üstlenmekten kaçınması, BAE-Suudi liderliğindeki statükocu blok ile İran arasındaki zaten var olan güç asimetrisini statükocu blok aleyhine iyice artıracak olması açısından da önemlidir.

Statükoyu korumanın bedeli: Çökmüş devlet sistemleri
Dokuzuncu yılına giren Arap Baharı sürecinde, İran’ın revizyonist emellerini, Orta Doğu halklarının demokrasi ve özgürlük taleplerini en büyük tehdit olarak gören BAE-Suudi ekseninin, statükoyu korumak için giriştiği mücadele sebebiyle Suriye, Yemen ve Libya gibi ülkelerde devlet sistemleri çökmüştür. Bu süreçte Mısır, Ürdün ve Bahreyn gibi ülkeler ise BAE-Suudi ekseninin çok büyük ekonomik yardımları sayesinde ayakta kalmayı başarmışlardır. Ancak bölge genelinde uzayan istikrarsızlık süreci ve BAE-Suudi ekseninin zayıflayan ekonomik ve askeri kapasitesi statükoyu koruma politikasının sürdürülebilirliğini tehdit etmeye başlamıştır. Bu süreçte BAE-Suudi ekseninin azalan ekonomik ve askeri kapasitesi bu ekseni İsrail ile yakınlaşmaya mecbur bırakmış, İran’ı dengelemek için ABD askeri kapasitesine yaslanmayı daha da önemli hale getirmiştir.

Arap Baharı’nın başlangıcında sahip olduğu devasa ekonomik rezervlere dayanarak kendi toplumlarının rejim karşıtı eğilimlerini sınırlamayı başaran BAE-Suudi liderliğindeki blok içeride gösterdiği başarıyı bölge genelinde gösterememiştir. Örneğin BAE-Suudi ekseni kendisine rakip olan Kaddafi rejiminin devrilmesine yardım etmiş ancak Libya’da kendi lehine politik bir düzen kurmakta başarılı olamamıştır. Bahreyn’de el-Halife rejiminin Şii isyancılar tarafından devrilmesi engellenmiş fakat ülkede ekonomik ve siyasi istikrar kurulamamıştır. Mısır’da Mursi yönetimini deviren askeri darbeye destek olunmuş ancak ülkede ekonomik ve siyasi bir türlü sağlanamamıştır. Benzer şekilde Yemen’de de çok önemli ekonomik askeri imkanlar seferber edilmesine rağmen BAE-Suudi ekseni lehine bir politik düzen kurulamamıştır.

Arap Baharı sürecinde yaşananlar BAE-Suudi ekseninin yakın tarihte yaşananlardan yeterince ders almadığını ortaya koymaktadır. Bu açıdan 1979’dan günümüze kadar Afganistan’da yaşananlar BAE-Suudi ekseni için önemli bir örnek teşkil etmeliydi. Şöyle ki, 1979-89 yılları arasında Suudi ekonomik, ideolojik desteği ile Afganistan’da Rus işgaline karşı Afgan muhalefeti tarafından başarılı bir direniş sergilendi. Ancak Rusların bölgeden ayrılmasını takip eden dönemde Afganistan’da politik bir istikrar kurulamadığı için ülke terör örgütlerinin yuvalanması için uygun bir alana dönüştü. Suudiler, Rus işgali karşısında silahlı Afgan muhalefetini desteklerken büyük oranda Pakistan askeri kapasitesine ve ABD silah teknolojisine yaslanmışlardı. Sonuç itibarıyla bölgede statükoyu altüst edecek bir Rus işgaline karşı direnmekte yeterli olan Suudi ekonomik kaynakları işgal sonrası Afganistan’da politik bir istikrar için yeterli olamadı ve Afganistan’da çöken devlet sistemi Orta Doğu bölgesinin istikrarı açısından en önemli tehditlerden biri haline dönüştü.

Arap Baharı sürecinde BAE-Suudi ekseninin statükocu politikaları bölge genelinde merkezi yönetimlerin çökmesine ve siyasi istikrarsızlıkların oluşumuna doğrudan ya da dolaylı katkı sundu. Ancak merkezi yönetimlerin çöktüğü ve siyasi istikrarın bozulduğu bu ülkelerde BAE-Suudi ekseni kendi lehine politik bir düzen kurmakta başarılı olamadı. Orta Doğu bölgesinde tüm bu yaşananların özeti şudur; BAE-Suudi ekseninin çok güvendiği ekonomik kaynakları, tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de, bölgede statükoyu ayakta tutarak kendi lehine politik bir düzen kurmasına yetmemekte, askeri kapasite ile destekleyemediği çek defteri politikası işe yaramamaktadır.

Gelinen sonuç itibarıyla BAE-Suudi ekseninin harcadığı yüz milyarlarca dolara rağmen Orta Doğu’da Arap Baharı öncesi ekonomik ve siyasi koşullarda olumlu bir değişim olmamıştır. Son dönemde Sudan ve Cezayir’de yaşananlar, Arap toplumunda demokrasi ve özgürlük temelli değişim talebinin güçlü bir şekilde devam ettiğini göstermesi açısından önemlidir. Üstelik BAE-Suudi ekseninin İran’ı dengelemek için İsrail ile yakınlaşması, ABD askerlerini Körfeze davet etmesi Batı yanlısı rejimlerle halk arasındaki uçurumu iyice derinleştirmiştir.

Son dönemde İran’ın kendi askeri kapasitesi ile sınırlamakta başarısız olan BAE-Suudi ekseninin ABD’yi bölgede askeri yığınak yapmaya teşvik etmesi ve İran’a yönelik olası bir askeri müdahale Afganistan’da yaşananların daha şiddetli bir biçimde yaşanması ile sonuçlanabilir. İran’ın bölge genelindeki Şiiler üzerindeki politik nüfuzu, İran’a yönelik olası bir askeri müdahalenin tüm bölge geneline yayılması ile sonuçlanabilir. Bu durumda Bahreyn, Suudi Doğu Vilayeti ve Irak’ta iç savaşa varan manzaralar ile karşılaşabiliriz.

Kaynak: AA