Her yıl hayallerine ulaşmaktan biraz daha uzaklaşan Filistinlilerin geri dönüş ve bağımsızlık gibi ulusal hedefleri, son yıllarda amansız bir saldırıyla karşı karşıya bulunuyor.
Arap dünyasının işgal rejimi israil ile yakınlaşması ve normalleşme süreci, Filistinlilerin iç bölünmüşlüğü, uluslararası tarafların zayıf kalması ve ABD ile İsrail'in hukuk gözetmeyen yaklaşımları sonucu oluşan şartlar Filistin davasının son yıllarda karşı karşıya kaldığı en ağır durum olarak nitelendiriliyor.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Yürütme Kurulu Üyesi Vasıl Ebu Yusuf, yaptığı açıklamada, Filistin halkının, davasını hedef alan her türlü öneri ve planı reddettiğini ve Nekbe'nin (Büyük Felaket) 71. yılını da ulusal hedefini gerçekleştirme temasıyla andığını belirterek, şunları söyledi:
"ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdığı, Tel Aviv'deki büyükelçiliğini Kudüs'e taşıdığı ve Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı'nı (UNRWA) dağıtmayı planladığı tarihten bu yana Filistin ulusal projesi hedef alınmış durumdadır. Dolayısıyla bu yıl Nekbe'yi anmanın özel bir anlamı var."
Filistinlileri Kudüs'ten vazgeçirmeyi planlayan ve Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkını tanımayan ABD'nin "Yüzyılın Anlaşması" projesinin, Arap ülkelerinin desteğiyle Filistin halkına kabul ettirilmeye çalışıldığını vurgulayan Ebu Yusuf, uluslararası camiaya söz konusu plana karşı çıkma çağrısında bulundu.
Bu yıl da işgal altındaki Batı Şeria ile abluka altındaki Gazze Şeridi'nin yanı sıra çevre ülkelerdeki mülteci kampları ile diasporadaki Filistinliler tarafından Nekbe'ye dair etkinlikler düzenleneceğini aktaran Ebu Yusuf, "Zorla göç ettirildiğimiz topraklarımıza geri dönüş hakkımızdan vazgeçmemiz ve bunu pazarlık konusu yapmamız mümkün değildir." dedi.
Öte yandan FKÖ'ye bağlı Geri Dönüş Hakkını Savunma Ulusal Yüksek Komitesi Başkanı Muhammed İleyyan da Filistin halkının bu yıl Nekbe'yi ABD'nin tavrı nedeniyle tehdit altında olan Filistin ulusal projesinin çökme riski gölgesinde andığına dikkati çekti.
ABD'nin "Yüzyılın Anlaşması" planıyla Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkını tasfiye etmeyi hedeflediğini vurgulayan İleyyan, "Her Filistinli, başta geri dönüş hakkı olmak üzere tüm haklarına sahip çıkmaya devam edecektir." diye konuştu.
71 yıldır dinmeyen acı
Filistinliler için zorunlu göç, yağma ve katliamların simgesi olan "Nekbe" tam 71 yıldır dinmeyen bir acıyı ifade ediyor. Filistinliler bugüne "Büyük Felaket" anlamına gelen Nekbe ismini veriyor.
İsrail'in 14 Mayıs 1948'de tarihi Filistin topraklarında bağımsızlığını ilan etmesi, Filistinliler için onlarca yıldır devam eden felaketler silsilesinin başlangıcı oldu. Bu nedenle İsrail'in bağımsızlığını ilan ettiği tarih olan 14 Mayıs'ı takip eden gün yani 15 Mayıs "Nekbe" günü olarak sembolleşti.
Günümüze kadar uzanan bu süreçte Filistin topraklarının büyük bölümü işgal edildi, sistematik katliamlarla binlerce Filistinli öldürüldü, bir milyona yakın kişi vatanından sürüldü, 675 köy yok edildi ve bazı kentler Yahudileştirildi.
Nekbe'den bu yana işgali genişleten İsrail, şu an 27 bin kilometrekarelik tarihi Filistin topraklarının yüzde 85'ine el koymuş durumda. Filistinliler ise bu alanın sadece yüzde 15'ini kullanabiliyor.
İsrail ayrıca 1967'de işgal ettiği Doğu Kudüs ve Batı Şeria'da da yasa dışı Yahudi yerleşim birimi inşaatlarına devam ediyor.
Yüz binlerce Filistinlinin vatanından sürülerek bir günde "mülteci" konumuna düştüğü günü "Nekbe" olarak adlandıran ilk kişi ise Arap ulusalcılığının en önemli teorisyenlerinden Suriyeli tarihçi Konstantin Zurayk olarak biliniyor.
Zurayk'ın "Nekbe Ne Anlama Gelir?" adlı kitabının yayınlanmasının ardından bu isim 15 Mayıs'la özdeşleşti. Dünyanın dört bir yanında her 15 Mayıs'ta Nekbe protestoları düzenleniyor.
1 milyona yakın Filistinli sürüldü
Filistinlilerin "Nekbe" ismini verdiği 15 Mayıs, Filistin ve İsrail toplumlarının zihninde taban tabana zıt şekilde algılanıyor.
İsrailliler için "bir devletin kuruluş" günü olan 14 Mayıs, Filistinliler için ise nüfuslarının yüzde 67'sine tekabül eden 957 bin kişinin vatanlarından zorla çıkarılması ve kültürel, sosyal dokunun yok edilmesiyle başlayan ve günümüze kadar devam eden felaketler silsilesinin başlangıcı anlamına geliyor.
O tarihten bu yana nüfus artışıyla birlikte Filistinli mültecilerin sayısı dünya genelinde 6 milyon 20 bine ulaştı. Bunların yaklaşık 5,3 milyonu Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı'na (UNRWA) kayıtlı durumda.
675 köy ve kasaba yok edildi
İsrail güçleri Nekbe'de Filistinlilere ait 675 köy ve kasabayı yok etti ve binlerce Filistinliyi öldürdü. Birçok tarihi Filistin şehri de Yahudileştirildi.
Bu süreçte Negev bölgesinde yaşayan Bedevi kabileler yerlerinden edildi. Ayrıca yerleşim bölgelerinin isimleri değiştirilerek kültürel kimlik de hedef alındı.
5 milyonu aşkın Filistinli, mülteci kamplarında yaşıyor
Nekbe'de sürgün edilen yüz binlerce Filistinli, ülke içinde ve dışında oluşturulan 61 mülteci kampında zor şartlar altında hayatlarını sürdürüyor.
Ülke toprakları içinde yer değiştiren Filistinlilerin yoğun olarak sığındığı yerlerden olan Gazze'de 8 mülteci kampı bulunuyor. İsrail ablukası altındaki Gazze Şeridi'nin kuzeyinde yer alan Cibaliya Mülteci Kampı 108 bin Filistinliye ev sahipliği yapıyor. Bölgenin en büyük kampı olan Cibaliya 1987'de Filistin İntifadası'nın patlak verdiği yer olarak biliniyor.
İsrail'in kuruluş sürecinde topraklarından ayrılmak zorunda kalan Filistinlilerin sığındığı komşu ülkelerin başında gelen Lübnan'da 12, Ürdün'de 10, Suriye'de 12 mülteci kampı bulunuyor.
Nekbe'nin tarihi 2 asır öncesine uzanıyor
Nekbe'nin ilk tohumunun "Fransız General Napolyon Bonapart'ın fikriyle atıldığı, Balfour Deklarasyonu ile şekillendiği ve son olarak İsrail'in ilk başbakanı Ben Gurion tarafından somutlaştırıldığı" ifade ediliyor.
Fransız General Napolyon Bonapart 1799'da Osmanlı idaresi altındaki Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması fikrini gündeme getirdi. Sonraki süreçte dünyanın her yerinden Yahudilerin gruplar halinde Filistin'e göç etmesi sağlandı. Böylelikle siyonist Yahudilerin Filistin topraklarını ele geçirmesi için zemin hazırlandı.
Osmanlı'nın tüm engelleme çabalarına rağmen Filistin'e Yahudi göçü devam etti. İngiliz General Edmund Allenby, Aralık 1917'de Kudüs'ü işgal ederek, Filistin'in Birinci Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti'ne bağlılığını sonlandırdı ve siyonistlere hareket alanı açtı.
Bölgenin 1917'de İngiliz mandasına girmesiyle Filistin'e Yahudi göçü daha da hızlandı. İngiltere Dışişleri Bakanlığının 1917'de yayımladığı ve Yahudilerin Filistin'de devlet kurmasını öngören "Balfour Deklarasyonu" ile İngilizler, İsrail'in kurulmasına desteklerini ilan etti.
İngiliz manda yönetiminden Nekbe'ye
BM Genel Kurulu'nda 29 Kasım 1947'de Filistin'in, Yahudi ve Filistin devleti olarak bölünmesini öngören karar onaylandı. Karara başta Filistinliler olmak üzere Arap ülkeleri karşı çıkarken, siyonistler ise kararı memnuniyetle karşıladı.
Bölünme kararının ertesi günü, siyonistler tarafından kurulan "Haganah" adlı silahlı çete tarzı örgüt, Yahudilerin ikamet etmesi için hazırlanan bölgeleri ele geçirdi. Filistin'de İngilizlerin manda yönetimi sona erer ermez silahlı örgütler, 14 Mayıs 1948'de David Ben Gurion tarafından İsrail devletinin kurulduğunu duyurdu.
Bu tarihten sonra Yahudilerin "kendilerine ayrılmış" bölgelere göçleri büyük ölçüde arttı. Mısır, Suriye, Irak, Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün tarafından oluşturulan Arap ordusuyla İsrail arasında meydana gelen savaş da söz konusu göçü önleyemedi.
Bu savaş, 3 Mart 1949'da İsrail'in BM'ye tam üye olarak kabul edilmesiyle sona erdi. İsrail önce ABD sonrasında ise pek çok ülke tarafından tanındı.
Siyonizmin iddiası
Siyonistlerin, Filistin topraklarını "işgal gerekçeleri" arasında üç iddia öne çıkıyor.
Bu iddiaların ilki, yazar Israel Zangwill'in "Topraksız bir halk için, halksız bir toprak" sözüyle ifade edilen "halksız topraklar" fikriydi. Filistin'in işgalini "haklı göstermeye" çalışan en büyük propagandalardan biri olarak sunulan bu iddiayla Filistinlilerin varlığı inkar edildi.
Siyonistlerin ikinci iddiası, 2 bin 70 yıl önce bu topraklarda "İsrail devleti"nin var olduğu şeklindeydi.
Üçüncü iddia ise "Filistinlilerin topraklarını satıp gönüllü olarak yurtlarını terk ettikleri" yönündeydi. Siyonistlerin defaatle öne sürdüğü ve uluslararası kamuoyunda kendisine taraftar bulan bu gerekçeyle, Filistinlilere yapılan katliamlar ve tehcirler görmezden gelindi. Oysa bu iddianın aksine İsrail devleti kurulduğunda Yahudilerin bölgede sahip olduğu toprakların oranı yüzde 5'i geçmiyordu.
İşgal rejiminin devletleşme süreci
Modern siyonizm fikrinin kurucusu Theodor Herzl'in başkanlığında 1897'de İsviçre'de düzenlenen Pal Konferansı'nda, kurulacak yeni devletin esasları belirlendi.
Bu andan itibaren "siyonizmin dini değil, milliyetçi fikirleri benimseyen, emperyalist ve ırkçı yerleşime hizmet eden, sömürgeci bir siyasi hareket olduğu" ifade ediliyor.
Herzl, Yahudi devleti kurulması projesine uluslararası onay almaya çalıştı. Dönemin Osmanlı Padişahı Sultan 2.Abdülhamit'i "Filistin'de Yahudiler için toprak elde etme" konusunda ikna edemeyen Herzl, aradığı desteği İngiltere'den almayı başardı.
Herzl, 1902'de, "Bu devletin, barbarlığın karşına dikilen uygarlığın ileri karakolu olacağını" ileri sürdü.
Ancak Herzl'in bu söylemi gerçekte karşılığını bulmadı. Aksine 1950'deki "Dönüş Yasası" ile göçmen olarak İsrail'e gelen her Yahudi'ye vatandaşlık hakkı verildi ve Filistin toprakları, dünyanın dört bir yanındaki Yahudiler için "vatan" ilan edildi.
Filistinlilerin geri dönüş hakkı
Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki mülteci kamplarının yanı sıra başta Suriye, Lübnan ve Ürdün olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde vatanlarından uzakta hayat süren Filistinliler, yüzlerinin hala "çalınan cennet" olarak tanımladıkları Filistin'e dönük olduğunu her fırsatta dile getiriyor.
Birleşmiş Milletler'in "evlerine geri dönmeyi ve komşularıyla huzur içinde yaşamayı arzulayan mültecilerin, mümkün olan en yakın zamanda bu arzularını gerçekleştirmelerine izin verilmeli ve geri dönmemeye karar verenlerin arazileri için tazminat ödenmeli" şeklindeki 194 sayılı kararını ise İsrail uygulamayı reddediyor.
Onlarca yıldır sürgün hayatı yaşayan milyonlarca Filistinli için "Nekbe" (Büyük Felaket) zorunlu göç, yağma ve katliamların simgesi olmaya devam ediyor.