Vakıf; sözlük anlamı ile durdurma, hareketten alıkoyma, hareketsiz bırakma manalarına gelir. Istılahı manası ise toplumun faydasına olan bir şeyin toplum yararına hibe edilmesiyle yapılan hibenin sonradan kanunla bile değiştirilmesi mümkün olmayan ve aslına uygun yürütülmesine denilir.

Tarih boyunca süregelmiş yardımlaşma ve dayanışma duygusunun kurumsallaşmış hali olan vakıflar, insanlığın mutluluğunu amaçlayan yapılar olma özelliğini taşımaya devam ediyor. Tarihte ilk vakıf; Hazreti Ömer’in (Radiyallahu Anh) Hayber’in fethinden sonra ganimet olarak kendisine düşen bir arazinin satılmaması, miras bırakılmaması ve hibe edilmemesi şartı ile fakir, köle, misafir ve Allah yolunda olanların istifadesi için vermesi kabul edilmektedir.

“Vakıflar Genel Müdürlüğü” tarafından her yıl belirli bir tarih aralığında çeşitli etkinliklerle kutlanan “Vakıflar Haftası”, bu yıl 6-12 Mayıs tarihleri arasında kutlanıyor.

Vakıflar Haftası ile ilgili İLKHA’ya konuşan İTTİHADUL ULEMA üyesi Molla Cemal Çınar, İslam'ın kadim bir geleneği olan ve paylaşmayı öğreten vakıfların amacı dışında kullanılmasının haram olduğunu vurguladı.

 “Vakıf geleneği Hayber'in fethi ile başladı”

Çınar, “Vakıf, insanlığın tarihi kadar geçmişi olan bir müessesedir. Kur’an-ı Kerim, Hazreti Âdem ve Havva zamanında insanlığın faydası için Mekke-i Mükerreme'de kurulan ilk evden söz ediyor. Vakfın Kâbe’nin yapılışıyla Hazreti Âdem’den (Aleyhi Selam) başladığını görüyoruz. Yine Hazreti İbrahim ve İsmail zamanında Kâbe’nin duvarlarının yükseltilerek insanların diğer insanlarla ve Allah (Celle Celalühu) ile görüştüğü bir mekân olarak yapıldığını görüyoruz. Resmi olarak ise Hayber fethinde Resulullah (Sallalahu Aleyhi Vesellem)’ın payına düşen hurma bahçesini Müslümanların menfaatine vakfetmesiyle başlıyor. Sonrasında Hazreti Ömer (Radiyallahu Anh) zamanında Hayber’den elde edilen ve kendi payına düşeni fakirlere, muhtaçlara, yetimlere vermek üzere bağışlaması ve bunun sonradan da satılamayacağını, miras yoluyla da paylaşılamayacağını, bunun daima mazlumlara, yoksullara ulaşması adına kaydediliyor. Hazreti Ömer’in (Radiyallahu Anh) bu kaydı sünnet olarak kabul ediliyor. Çünkü sahabenin bir konuda görüş birliği sağlaması bağlayıcı oluyor. Vakıf için yapılan bir bağışın sonradan değiştirilmesinin mümkün olmayacağı kayıt altına alınıyor. Hazreti Ömer (Radiyallahu Anh) bunu kanun çerçevesine alıyor. Hazreti Ömer (Radiyallahu Anh) vakfedilen malın başka amaçla kullanılamayacağını ve sonradan da bu malın geri alınamayacağını söyleyerek işi kanunlaştırıyor. Vakfedilen mal ferdin malı olmaktan çıkıp toplumun menfaatine verilmiş bir mal oluyor. O günden bu güne vakıflar, İslam toplumu içerisinde, insanlık içerisinde yardımlaşma ve dayanışmayı ayakta tutan en önemli sacayağıdır.” diye konuştu.

“Vakıfların amacı dışında kullanılması haramdır"  

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra meclis kararıyla vakıf mallarının başka kişilere verilebildiğini hatta satılabildiğini hatırlatan Çınar, konuşmasını şu şekilde sürdürdü;

“Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Osmanlıda ‘Evkaf Müdürlüğü’ diye bir müdürlük vardı. Bu müdürlük bugünkü ‘Diyanet İşleri Bakanlığı’ gibiydi. Diyanet sadece işin dini boyutuyla ilgileniyor.  Aslında İslam ülkelerinin tamamında ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’ ‘Evkaf Müdürlüğü’ idi. Vakıf bütün insanların istifade edebileceği bir kurumdur ama beşeri değil İslamidir. Bunun din dışı kanunlarla değiştirilmesi mümkün değildir. Maalesef içerisinde bulunduğumuz coğrafyada Cumhuriyet kurulduktan sonra, meclis bir araya geldiğinde vakıflar üzerinde tasarrufta bulunabiliyor. Hatta bunu satabiliyor, başkasının tasarrufuna verebiliyor. Bunlar İslam hukukuna göre kesinlikle haramdır. Umumun hakkı olan bir malı başka şahıslara tevdi etmek İslam hukukundaki vakıf anlayışına yüzde yüz taban tabana zıttır. Dolayısıyla şu iki önemli meselenin altını çizmemiz lazım. 'Birincisi, ecdadımızın bağışladığı vakıf malları, şu anda İslam coğrafyalarının genelinde bağışlanan amaçlar doğrultusunda kullanılıyor mu?' diye sorgulamak lazımdır. İkincisi, kitaplarda vakıf malının yenilmesinin yetim malından daha kötü olduğu söyleniyor. Çünkü yetimin malını yediğinizde onu bulup düzeltme şansınız olabilir. Fakat vakıf mallarının yenilmesi, amacının dışında kullanılması halinde kimden helallik dilenecek! Bunun telafisi mümkün değildir. Vakfedilen mal vakfedilme amacı dışında kullanılamaz.”

Vakıflar kurulmadan önce Arapların, Türklerin, Farslar ve Kürdlerin medeni olmadıklarını belirten Çınar, bu ırklara mensup olan Müslümanların İslam’a girmesi ve vakıfların kurulmasıyla medeniyete kavuştuklarını, mallarını ibadet bilinciyle paylaşmayı öğrendiklerini söyledi.

“Vakıfları muhafaza etmek insanlığın ortak malını muhafaza etmektir”

Çınar, “Geçmiş tarihimizde malı olup bir kısmını vakfetmeyen birisi kendisini suçlu görüyordu. Yalnız altını çizerek söylüyorum. Vakfedilen malın amacı dışında kullanılması haramdır. İnsani açıdan bir cinayettir. Bunu muhafaza etmek insanlığın ortak malını muhafaza etmektir. Dini ayakta tutan en önemli hususlardan biridir. Kesinlikle buna riayet edilmesi lazım. Allah’u Teâla vakıf mallarını ne amaçla vakfedilmişse o amaç üzerinde kullanmayı bize nasip etsin. Şu anda amacı dışına çıkan vakıf malları varsa onları da en kısa zamanda dini bir vecibe, insani bir sorumluluk duygusuyla ‘Vakıflar Genel Müdürlüğü’ ve İslam ülkelerinin tamamındaki vakıf mallarının Müslümanların, yoksulların, yetimlerin, mal varlığı olmayan insanların menfaatine sunabilmeyi rabbim nasip etsin.  Vakıflar Haftası'nın mazlum, mağdur, yetim ve bitkin olan insanların yararına olan bu kurumların ayakta kalmasını rabbimden niyaz ederim. Bu konuda halkımızın vakıflar üzerinden fakirleri, muhatları desteklemelerini istirham ediyorum.” ifadelerini kullandı.

Vakıflar Haftası'nın sadece kültürel etkinliklerle hatırlanmaması gerektiğini ifade eden Çınar, bu haftanın zenginlerin harekete geçerek fakirlerin, yoksulların, yetimlerin ihtiyacını giderebildiği haftalar olması gerektiğini vurguladı. (Nizamettin Aşkın- İLKHA)