Uluslararası hukukun esas gayesi egemenlik ve insan onurunun korunması prensipleri arasında bir denge kurmaktır. Bir başka ifadeyle uluslararası hukuk, bu iki prensip arasında kurulacak denge durumunda barış ve güvenlik ortamını temin edebilir. Zira insan hakları ihlalleri bahanesiyle devletlerin diğer devletlerin iç işlerine aşırı müdahaleleri de uluslararası hukukun korumaya çalıştığı barış ortamını tehdit etmektedir.
UCM'nin gücü her şeyi çözmeye yetmeyecektir ancak uluslararası hukukun dengesini devletlerin siyasi menfaatleri için kullandıkları, katı egemenlik anlayışından ziyade insan onurunun korunması yönünde değiştirebilecektir.
Devlet egemenliği ve insan onuru ikileminde Suriye savaşı
Suriye’de devam eden iç savaşın ortaya çıkardığı vahim tabloyu sona erdirecek, can kayıplarını ve hak ihlallerini nihayete erdirecek bir girişim Suriye içerisinden ortaya çıkmadığı gibi, uluslararası toplumun da ülkeye yönelik müdahalesine dayanak teşkil edecek meşru bir zemin oluşmadı. BM Güvenlik Konseyi’nden şimdiye değin Suriye’ye müdahale edip yaygın hak ihlallerini ve can kayıplarını sonlandıracak bir karar çıkmadı. Hiç şüphesiz egemenliğe, insan onurundan daha fazla değer veren Konsey üyesi devletler, Suriye’ye müdahaleyi içeren kararlar için veto yetkilerini kullanmaktan geri durmadılar. İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünde hazırlanan taslak kararlar, sürekli olarak Rusya ve Çin vetosuna takıldı.
Bilindiği üzere Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) yargı yetkisi mülkilik prensibine dayanıyor. Yani UCM, Roma Statüsü’nün 12. maddesi mucebince ancak taraf ülke topraklarında işlenen suçlara ilişkin soruşturma ve yargılama yapabilir. Uganda, Kongo Cumhuriyeti ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde işlenen suçlara ilişkin yargılamalar bu ülkelerin taraf ülke olmaları sayesinde mümkün oldu. İkinci olarak mahkeme, taraf devlet vatandaşlarının taraf olmayan ülke topraklarında işlediği suçlara ilişkin yargı yetkisi kurabiliyor. Nitekim UCM, Irak mahkemeye taraf olmamasına rağmen, İngiltere’nin taraf olması sebebiyle İngiliz askerlerinin Irak’ta işlediği iddia edilen savaş suçlarına ilişkin incelemesini bu kurala dayanarak sürdürüyor.
Fakat, taraf olmayan bir devlette meydana gelen ve failin yine taraf olmayan bir devlet vatandaşı olduğu durumlarda UCM ancak BM Güvenlik Konseyi'nin meseleyi tevdi etmesi durumunda yargı yetkisi kurabiliyor. Suriye’nin UCM’ye taraf olmaması ve Güvenlik Konseyi’nin Suriye meselesini mahkemeye tevdi etmede işlevsiz kalması, uluslararası hukukun diğer aktörlerini Suriye’de yapılan insan hakları ihlalleri ve katliamların hesabını sorabilecek alternatif yollara sevk etti.
Bu girişimlerin en sonuncusu da Ürdün’deki mülteciler adına, UCM Savcılığı’na geçtiğimiz günlerde yapılan başvuru oldu. İngiltere’de bulunan Stoke White hukuk bürosu ve The Guernica Group ayrı ayrı, UCM Savcılığı’na Roma Şartı’nın 15. maddesine dayanarak Suriye'den kaçıp Ürdün'e sığınmak zorunda kalan mülteciler adına mahkemenin soruşturma başlatması için belge ve deliller sundu. Söz konusu belgelerde sınırdışı ederek insanlığa karşı suç işlediği gerekçesiyle Beşar Esed dahil rejimin üst düzey yöneticileri hakkında dava açılması talebi bulunuyor.
UCM’nin yargı yetkisi var mı?
Aslında bu talebin dayanağı, mahkemenin geçtiğimiz Eylül ayında Rohingya meselesinde verdiği karar. UCM savcılığı, ön inceleme heyetinden geçtiğimiz yıl Nisan ayında Roma Statüsü’nün 19 maddesine dayanarak, Rohingya meselesine ilişkin yargı yetkisi arayan bir talepte bulundu. Myanmar’ın mahkemeye taraf olmaması sebebiyle bu ülkenin topraklarında Rohingyalılara karşı işlenen soykırım, insanlığa karşı suç ve savaş suçlarına ilişkin yargı yetkisi tesis edilememişti. Buna karşın savcılık ofisi, Bangladeş'e sığınmak zorunda kalan Arakanlı Müslümanlara yönelik ‘sınır dışı etme' suçu işlendiği ve bu suçun bir kısmının da üye devlet olan Bangladeş sınırları dahilinde meydana gelmiş olması sebebiyle yargı yetkisi olduğunu belirtmişti. Savcılık ofisinin dayanağı ise ‘sınır dışı etme’ suçunun gerçekleşmesi ancak bir ülke sınırından başka bir ülke sınırına geçişin yapılması ile mümkün olması. Dolayısıyla savcılığa göre Myanmar’da başlayan bu suçun bir kısmı Bangladeş sınırının geçilmesi ile olmuş ve bu sebeple söz konusu suç Bangladeş topraklarında da gerçekleşmiştir.
UCM Ön İnceleme Dairesi 6 Eylül 2018 tarihli kararının 55. paragrafında söz konusu suçun bu hususiyetini ayrıntılı bir şekilde açıklayarak, icra hareketlerinin ancak ikinci bir ülkeye zorla göç ettirilmenin gerçekleşmesiyle tamamlandığını belirtti. Daire, suçun aynı ülkenin farklı noktalarına göç ettirmek şeklinde gerçekleşen 'zorla göç ettirme' (forcible transfer) suçundan farklı olarak 'sınırdışı etme' (deportation) suçunun sonucu bakımından mahkemeye yargı yetkisi sağladığına dikkat çekti.
Şöyle ki; sınır dışı etme suçunu gerçekleşebilmesi için mağdurlar bir ülkeden başka bir ülkeye ‘sınırlararası geçiş’ gerçekleştirmiş olmalıdır. Bu suçun tipik eylemi birden fazla ülke sınırlarından geçiş yapmaktır, ki bu durumda söz konusu suç, geçişin yapıldığı tüm ülkelerde işlenmiş sayılmaktadır. Bir başka ifadeyle suç bir ülkenin topraklarında başlamış ve başka bir ülkenin topraklarında devam etmiş veyahut tamamlanmıştır. UCM, sınır dışı etme suçunu tanımlarken bu suçun 'yerinden etme' (forced displacement) ile zorla göç ettirme (forcible transfer) suçlarından farkını açıklarken, zorla göç ettirmenin ülke içerisinde farklı iki nokta arasında gerçekleşen dolayısıyla tek bir ülkede kalan bir suç olduğunu belirtiyor. Bu sebeple UCM Ön İnceleme Dairesi, Statü’nün 7. maddesindeki insanlığa karşı suçun, D bendindeki ‘sınır dışı etme‘ suçu ile K bendindeki ‘benzer nitelikli diğer insanlık dışı fiiler’e ilişkin yargı yetkisi olduğuna hükmetti.
Söz konusu dava Suriyeli mülteciler için emsal teşkil ediyor
UCM'nin, Myanmar'da soruşturmaya yargı izni vermesi dikkatleri, Suriye'deki benzer suçlara çekmişti. Myanmar sürecinde mahkemenin görüş çağrısına katkı sunan birçok STK, bu görüşlerin içerisinde benzer girişimlerin Suriye için yapılması gerektiğini vurgulamıştı. Şimdi süreç artık Savcılık Ofisi’nin eliyle yürüyecek. Savcılık artık genel olarak sınır dışı etme suçuna ilişkin yargı yetkisi olduğunu bildiğinden dolayı Ön İnceleme Dairesi’ne danışmadan doğrudan Ürdün üzerinden bir ön inceleme başlatabileceği gibi Rohingya meselesinde olduğu gibi daireden görüş alma yoluna da gidebilir.
Gerek BM İnsan Hakları Komisyonu ve Komisyonun kurduğu inceleme ve araştırma mekanizmaları, gerekse STK ve diğer bağımsız kuruluşlar sekiz yıllık savaş boyunca işlenen suçların belge ve delillerini topluyor. UCM Savcısı'nın bu belge ve delillere ulaşması oldukça kolay, ancak savcıyı zorlayacak asıl nokta, sınır dışı etme suçunun manevi unsurunun ispatı olacaktır.
Myanmar otoritelerinin Roginhyalı Müslümanları sınırdışı ettirme amaçları son derece açık iken benzer bir amacın Suriye açısından ispatlanması biraz daha güç olacaktır. Savcılık sadece ülke içerisinde yerinden etmeden ziyade insanları Suriye’den sınır dışı etme amacını açıkça ortaya koymak zorunda. Esed rejiminin ülkenin her yerinde sivillere yönelik saldırılar düzenlemesi, zorla askere alması, işkenceye tabi tutması, tecavüz ve hapishanelerde insanlık dışı şartlara maruz bırakması gibi somut olguların varlığı rejimin ülkede yaşayan insanları Suriye'den sınır dışı etmek ve Suriye’ye karşı terör ve ihanetle suçlama amacını ortaya koymak için yeterli.
Bir diğer sıkıntılı husus ise mahkeme, Esed rejiminin suçlarının tamamı için değil sadece bir kısmına ilişkin yargı yetkisine sahip. Bu sebeple Savcılık Ofisi rejimin kimyasal silah saldırılarını, varil bombaları kullanmasını, öldürme ve işkencelerini incelemeyecek, sadece Suriye’den Ürdün’e ‘sınır dışı etme’ suçunu ele alabilecek. Dahası mültecilerin tamamı değil, sadece Ürdün’ün taraf olması sebebiyle Ürdün’e göç ettirilen mültecilere yönelik suçları araştıracak. Fakat Suriye’de işlenen suçların kısıtlı da olsa bir yargılama ve hesap sorulabilirlik mekanizmasına tabi tutulabilecek olması adalet, insan onuru ve haysiyeti açısından son derece önemli. Tam olarak sağlanamasa da mağdurların en azından bir kısmı için adaletin yerini bulacağına şüphe yok. UCM'nin gücü her şeyi çözmeye yetmeyecektir ancak uluslararası hukukun dengesini devletlerin siyasi menfaatleri için kullandıkları, katı egemenlik anlayışından ziyade insan onurunun korunması yönünde değiştirebilecektir.
Kaynak: AA