İlkbahar mevsiminin habercisi leylekler, yuvalarına yerleşmeye başladı. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da kış mevsimini geçiren leylekler, ilkbaharın gelmesiyle birlikte sürüler halinde Türkiye’ye geliyor.

Leyleklerin Türkiye’ye gelişi, şubat sonundan mayıs sonuna kadar devam ediyor. Yerli olan leyleklerin çoğu, 15-20 Mart gibi Türkiye’deki yuvalarına varmış oluyor. Gagası ve ayaklarının uzunluğuyla dikkat çeken leylekler, kanat kısmı hariç tamamıyla beyaz tüylerden oluşuyor. 100-115 santimetre uzunluğunda, 2-5 kilo ağırlığında olabilen leylekler, genellikle sulak alanları tercih ediyor.

Etçil olan leylek, böcekler, balık, amfibiler, sürüngenler, küçük memeliler ve küçük kuşlar gibi çok geniş bir yelpazede besleniyor. Besinlerinin çoğunu yerden, kısa bitki örtüsü içinden ve sığ sulardan topluyor. Hem erkeği hem de dişisi, çubuklardan oluşan ve birkaç yıl kullanılabilen büyük bir yuva yapıyor. Dişi leylek her yıl bir kereliğine olmak üzere dört yumurta yumurtluyor ve yavrular 33-34 gün sonra aynı anda olmamak üzere yumurtadan çıkıyor. Çifti oluşturan kuşların ikisi de kuluçkaya yatıyor ve birlikte yavrularını besliyor. Yavrular yumurtadan çıktıktan 58-64 gün sonra yuvadan ayrılıyor.

"Bazılarının boyları 6 metreye varan taştan kuleler inşa edilmiş"

Diyarbakır'ın Karacadağ bölgesinde de yıllar önce halk tarafından yapılan taş kuleler sayesinde, bölgede konaklayan leylek sayısı her geçen yıl artıyor. Vatandaşlar, leyleklerin güvenli şekilde yuva yapması için bazılarının boyları 6 metreye varan taştan kuleler inşa etmiş. Kule üzerine yuva yapan leylekler, daha güvenli bir ortamda yaşamlarını sürdürüyor.

Çınar ilçesine bağlı Bellitaş (Xırbésitıl) köyünde yaşayan vatandaşlar da köylerini mesken tutan leylekler için taştan yuvalar hazırlamış. Xırbésitıl köyü sakinleri tarafından Karacadağ taşlarından hazırlanan yuvalar, köye gelen leyleklerin kuluçkaya yatması için büyük kolaylık sağlıyor. Dışarıdan gelecek saldırılara karşı korunaklı yapılan yuvalara özellikle yılan ve tilki gibi hayvanların erişmesi mümkün olmuyor.

"Taş kulelerin muhafazası, günümüz çobanlarına miras kalmış"

Elektrik direklerine yuva yapan leyleklerin akıma kapılıp telef olmaması için başta çobanlar olmak üzere köy halkının yaptığı taş kuleler, bölgede leyleklerin uğrak adresi haline gelmiş durumda. Tarihi en az 50 yıl öncesine dayanan taş kulelerin muhafazası, günümüz çobanlarına miras kalmış. O günden bugüne çobanlar, her sene taş kuleleri tamir ederek, bu kültürü devam ettiriyor.

Yöre halkı bu hayvanlara yakınlık gösteriyor. Leylekler aynı zamanda güneye göç etmeleri dolayısıyla kutsal kabul ediliyor. Her yıl daha önce kullandıkları yuvanın üzerine yeni materyal getiren leylekler, hem yumurta hem de yavrular için daha temiz, daha güvenli ve daha hijyenik bir ortam hazırlıyor.

"Bu gördüğünüz kuleleri bizden önce yapmışlar"

Leyleklerin güvenli şekilde yuva yapması için bazılarının boyları 6 metreye varan taştan kuleler inşa ettiklerini söyleyen köy sakinlerinden 85 yaşındaki Hacı Mehmet Kömür, "Bu kuleleri gören leylekler de kendi yuvalarını oluşturdular." dedi.

Kömür, "Tabi leylekler göçmen olduklarından dolayı soğuk havalarda buraları terk edip sıcak diyarlara göç ediyorlar. Bizler 35 sene önce buralara geldik. Bu gördüğünüz kuleleri bizden önce yapmışlar. Bazı cahil gençler kulelerdeki yuvalara zarar vermeye çalışıyor fakat bir şekilde belalarını da buluyorlar. Yaptıkları onlara kâr kalmıyor." ifadelerini kullandı.

"Yuvalar genelde köylere yakın kayalık alanlarda yapılıyor"

Bundan yaklaşık 30 yıl önce köye yerleştiklerini belirten Vasfi Emsen ise "Bizden öncekilerin anlattığına göre, bu kuleler 20 yıl öncesinde yapılmış. Yani bu kuleleri yaklaşık 50 yıl önce leyleklerin korunmaları için yapmışlar. İnsanlar ve hayvanlar zarar vermesin diye yüksek yapmışlar. Leylekler her sene -Allah'ın takdiri- burayı kendi evleri biliyorlar. Her geldiklerinde de yuvalarının bozulan kısımlarını çalı-çırpıyla yeniden tamir ediyorlar. İlkbaharda buraya gelip yuvalarında kuluçkaya yatıyorlar. Yavruları büyüyünce sonbahara doğru buraları terk ediyorlar." dedi.

Emsen, "Yuvaları yerde olsaydı hiç kimse zarar vermese de tilki, yılan, diğer hayvanlar ve buralarda çobanlık yapan çocuklar zarar verebilirdi. Yüksek olduğundan dolayı yuvalara kimse zarar veremiyor. Bu yuvalar genelde köylere yakın kayalık alanlarda yapılıyor." ifadelerini kullandı.

Aslan Çetin ise, "Yaklaşık 28 sene önce buraya geldiğimizde bu yuvalar yapılmıştı. Yıkıldığında tümden zarar görmemesi, çevredeki hayvanların ulaşamaması için tamir ediyoruz. Bunlar doğa hayvanıdır. Allah bunları boşuna yaratmamıştır, muhakkak bir faydası vardır." şeklinde konuştu.

"İnsanlar bu bilince sahip"

Halk tarafından yapılan taş kuleleri ilk defa duyduğunu ve buna çok sevindiğini söyleyen Diyarbakır Teknik Bilimler Meslek Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Ahmet Kılıç "Bu yönüyle, bunu İnşallah çalışmaya, bilimsel araştırmaya çevireceğiz. Oradaki verileri dünya kamuoyuyla, ülkemiz bilim insanları ile paylaşacağız." dedi.

Kılıç, "Bu bahsettiğiniz olay gerçekten çok önemli, çok sevindirici. Bizim burada tabiata olan ilgiyi ve sevgiyi gösterir. Bu insanların yaptığı kuleler çok ilginç. Ben daha bunları yerinde incelemedim. Mevcut fotoğraflardan anladığım kadarıyla insanlar bunu bilerek yapıyor. Leylekler, yuvaya inişlerinin ve ayrılışlarının kolay olması için yüksek yerlerde yuvalanmak zorunda. Dolayısıyla leyleklerin buna ihtiyacının olduğunun bilinmesi doğa sevgisini ve tabiat sevgisini gösterir. İnsanlar bu bilince sahip ve deyim yerindeyse insanlar bilinçli. Canlıları, tabiatı, buradaki varlıkları seviyorlar anlamı çıkar. Bu yönüyle, bunu İnşallah çalışmaya, bilimsel araştırmaya çevireceğiz. Oradaki verileri dünya kamuoyuyla, ülkemiz bilim insanları ile paylaşacağız." ifadelerini kullandı.

"İnsanlarımız tabiatı seviyor, tabiattaki düzene saygısı var"

Leyleklerin yerde yuva yapmasının pek alışıldık bir durum olmadığını söyleyen Kılıç, "Yani yavrularının, yumurtalarının saldırıya uğraması leylekler tarafından da biliniyor. Ondan dolayı yüksek yeri tercih ediyorlar. Zaten leylekler konmadan ve ayrılmadan boşluğa ihtiyaçları olduğu için mutlaka yükseklerde bir ağaç ya da direk üzerinde yuvalanmaları lazım. Buradaki kuleler bu işi görüyor. Bu yönüyle doğa bilincinin yöre halkı tarafından algılandığını, yıllardan beri, belki yüzlerce yıldan beri bilindiğinin göstergesidir." şeklinde konuştu.

"Eğitim olmayabilir, okullara gitmemiş olabilirler, ama bunlar aydın insanlardır." İfadelerini kullanan Kılıç, sözlerine şöyle devam etti:

"O kulelerin yapılması ve hayvanların üremesinde yardımcı olunması düşüncesi doğa bilincini gösterir. Bunu ancak ileri ülkelerdeki iyi eğitim almış insanlar düşünebilir. Bizim insanlarımız bir yerde tabiatı seviyor, tabiattaki düzene saygısı var. Ona uyumlu olarak öyle bir yapı gerçekleştirmişler. Dolayısıyla bizim bunlara 'Eğitim seviyesi düşük.' dememiz pek yerinde değil, doğa bilinci üst seviyede. Şehirlerde ya da eğitim almış insanlarda çok az görebiliyoruz. Ama bu insanlar bunu rahatlıkla idrak etmişlerdir. Bunun farkındadırlar, tabiatla uyumlu çalışıyorlar."

"Diyarbakır, açık hava hayvanat bahçesi gibi düşünülebilir"

Kılıç, "Tabii burada önemli bir husus var, bölgemiz çok zengin. Diyarbakır'da 280 kuş türü tespit ettik, her geçen yıl bunların sayısı azalıyor. Mesela Diyarbakır şehir merkezinde 180 kuş türü biliyoruz. Diyarbakır, açık hava hayvanat bahçesi gibi düşünülebilir. Bizde kirlilik ve avcılık tehdit boyutuna varmamış, toplumda bir bilinç var. Bunu bizim sürekli olarak göstermemiz ve tanıtmamız lazım ki sonraki kuşaklara geçsin. Tarımdaki zirai ilaçlar ve gübreler köylülerin veya avcıların verebileceği zarardan daha büyüktür. Bu konuda biraz hassasiyet gösterilirse Diyarbakır, Karacadağ bölgesinde büyük bir zenginliğin olduğu 'fauna ve flora' yani bitki ve hayvan açısından bir tür çeşitliliğin olduğunu söyleyebiliriz." ifadelerini kullandı.

"Buğdayın gen merkezi Karacadağ'dır"

Kılıç, son olarak şu tespitlerde bulundu: "Bir başka hatırlatma yapalım, buğdayın gen merkezi Karacadağ'dır. Yani dünyaya buğday buradan yayılmıştır. Bilimsel olarak bu kanıtlanmıştır. Buğdayın gen merkezi, yani dünyaya çıkışı, yayılışı Karacadağ bölgesindedir. Buranın böyle bir geçmişi vardır. On binlerce yıla dayanır bu birikim. Büyük bir alan çeşitliliği. Biz buna habitat diyoruz ve farklı habitatlar var. Karacadağ'ın eteklerinde, çeşitli vadilerde çok farklı yılan türleri var. Biz burada Anadolu Leoparı'ndan, Balık Kartalı'ndan, diğer ötücü kuş türlerinden, memeli hayvanlardan bahsediyoruz ve bunlar yeterince araştırılmamıştır. Bizim de gayemiz bu bölgede daha fazla araştırma yapmak." (Ramazan Zeren, Cihan Çetin – İLKHA)