1878 senesinde Bitlis'e bağlı Hizan ilçesinin Nurs köyünde doğan, 23 Mart 1960'da da hayatını kaybeden Kur'an ve İslam hadimi Bediüzzaman Said Nursi, vefatının 59'uncu yıldönümünde rahmet ve minnetle yad ediyor.
Said Nursi, yaşamı yoğun çile ve ızdıraplarla dolu bir din alimi ve arifi olarak son dönemin öne çıkan simalarındandır.
Sürgün hayatı, Barla yaşamı ve yaşamının diğer dönemleriyle de öne çıkan örnek bir şahsiyet olan Bediüzzaman, yaşamı boyunca birçok haksız uygulamaya maruz kalmıştır.
İLKHA'ya konuşan İlahiyatçı Ali İlhan ve Eğitimci-Yazar Mustafa Karadağlı, geride binlerce talebe ve Risale-i Nur külliyatını bırakan Bediüzzaman Said Nursi'nin örnek şahsiyetini anlattı.
İlahiyatçı Ali İlhan, Said Nursi'nin eserlerinde, kurtuluş reçetesi olarak öze geri dönülmesi ve İslami değerlere sahip çıkılması tavsiyesinde bulunduğunu ifade etti.
Üstad'ın kendi döneminde yaşanan âlim- aydın çatışmasını ortadan kaldırmak amacıyla farklı bir perspektif ile olaylara yaklaştığına dikkat çeken İlhan, Üstad'ın kâinata Allah hesabına, Kur'an penceresinden baktığına değindi.
Bediüzzaman Said Nursi'nin yaşamış olduğu asra dikkat çeken İlhan, "Sekülerleşme, laiklik dediğimiz hadise sadece İslam dünyasına münhasır bir hadise değil; daha önce Batı dünyasında da bu süreçler başlamıştır. Bediüzzaman böyle bir asırda dünyaya geliyor. Böyle bir asırda manevi cihadını yapıyor. Neydi bu asrın özelliği? Bu asırda Osmanlı İmparatorluğu gerilemiş, İslam dünyası parça parça olmuş, Batı'nın karşısında ezilmiş ve dağılma sürecine girmiştir. Bütün İslam dünyasındaki aydınlar, bürokratlar ve devletin ileri gelenleri, kurtuluş reçetesi arayışı içerisine girmişlerdir. Osmanlı'da hakeza durum aynıydı. Tanzimat'tan bu yana, yaklaşık 150 yıldan bu yana, Osmanlı'da yenileşme ve Batılaşma çabaları revaç bulmuştu." ifadelerini kullandı.
"Bediüzzaman muasır ve kalkınmış bir İslam toplumu olmanın yolunu İslami değerlere ve öze dönüşte görüyordu"
Üstad'ın Müslümanlara eserleri ile yol gösterdiğine değinen İlhan, "İslam dünyasında şöyle hazır bir düşünce vardı: Eğer biz Batılaşırsak, İslami değerlerden uzaklaşırsak medeni oluruz, ilerleriz, Batı dünyasına galip geliriz! Eğer İslam'dan uzaklaşmazsak, Batı'nın fenninden, felsefesinden ve medeniyetinden geri kalırsak bir türlü ilerlemeyi sağlayamayız! Bu bir ezber düşünceydi. İslam dünyasında birçok İslam aydını bu düşünceye kapılmıştı. Üstad Bediüzzaman bunun aksine bir tez ile ortaya çıkmıştır. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, muasır ve kalkınmış bir İslam toplumu olmanın yolunu İslami değerlere ve öze dönüşte görüyordu. Fakat şöyle bir problem vardı: Osmanlı aydını Batılaşırken Batı'nın bilimini ve fennini örnek alıyordu. Batı'nın bilim ve fenni pozitivist bir anlayışa sahipti. Pozitivist bilim demek; ideolojik bir bilim demektir, gerçek bir bilim demek değildir. Üstat Bediüzzaman bu tuzağa düşmedi, bunu gördü ve hayatı boyunca bunun mücadelesini verdi." diye konuştu.
"Bilim, Allah'ın kevni ayetlerinin izahının bir yansıması ve açıklamasıdır"
O dönem âlimler ve aydınlar arasındaki ihtilaflara vurgu yapan İlhan, "İslam coğrafyasında, medreselerde okuyan İslam âlimleri bilim ve fenne karşı çıkıyordu. Modern anlamda bilim tahsil eden aydınlar ve okumuşlar ise İslam'a karşı çıkıyordu. İslam dünyasında aydınlar arasındaki makas her geçen gün açılıyordu. Üstad Bediüzzaman bunun böyle olmadığını, ortada ters bir durum olduğunu ortaya koydu. Bilim, Allah'ın kevni ayetlerinin izahının bir yansıması ve açıklamasıdır. Din, Allah'ın kelam sıfatından gelen Kur'an'ın bir açılımı ve yansımasıydı. Bilimin kaynağı da Allah'tandı. Kur'an da Allah'ın kelam sıfatından gelmişti. Bu iki kaynağın birbiriyle çatışması, birbirine zıt olması düşünülemezdi. Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bunları telif etme yoluna gitti. Bu yeni bir düşünceydi. Bugünkü bildiğimiz anlamda dini ilimler ile fen ilimlerinin yan yana okutulması değil; bir bakıma iç içe okutulması da diyebiliriz. Üstad Bediüzzaman risalelerini yazarken bu bağlamda yazmıştır." dedi.
Said Nursi'nin ilmi ve pozitif bilimleri değerlendirdiğini vurgulayan İlhan, bunu hem Risaleler'inde yaptığını hem de Medresetü'z-Zehra Projesiyle de hayata geçirmeye çalıştığını aktardı.
İlhan, "Hayatı boyunca bunu uygulamak için bütün fırsatları değerlendirmiştir. Fakat maalesef bu kurumsallaşma yolunda istenilen sonucu elde edememiştir. Ne demektir Medresetü'z-Zehra projesi? Din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulduğu, aynı mana üzerine mana-yı harfi ile okutulduğu eğitim kurumları hedeflemiştir. Bu şekilde yapıldığı zaman Batı'nın pozitivist bilim tuzağına düşülmeyecekti. Fakat benim kanaatime göre Bediüzzaman kendi çağında tam olarak anlaşılmadı. Şu anda da büyük oranda kitleler tarafından da yeterince anlaşıldığını düşünmüyorum. Batı'nın İslam dünyasını mağlup ettiği nokta bilim ve fen alanındaki bir mağlubiyettir. İslam dünyasının tekrar ilerleyebilmesi, kalkınabilmesi, hak ettiği yere gelebilmesi için bu eğitim meselesini, bu bilim meselesine aşması gerekiyor. Bunu da Üstad'ın koymuş olduğu yeni tarz, yöntem ve metotları uygulayarak yapılması gerektiğine inanıyorum." ifadelerini kullandı.
Karadağlı: Üstad, dünyaya tesir etmiş bir âlimdir
Eğitimci-Yazar Mustafa Karadağlı da Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin fikirleriyle dünyaya tesir etmiş ve davası ile bütünleşmiş sadık bir âlim olduğunu ifade etti.
Üstad'ın eserleri ile büyük bir arayış içerisinde olduğu lise yıllarında tanıştığını vurgulayan Karadağlı, Peygamberin hayatından sonra hayatını okuduğu ikinci kişi olduğuna dikkat çekti.
Risale-i Nur ve Üstad ile ilgili bazı önyargılar olduğuna değinen Karadağlı, Üstadın örnek yaşamıyla bu önyargıları yok ettiğini ifade etti.
Üstad'ın asrın müceddidi olduğunu belirten Karadağlı, " Üstad, dünyaya tesir etmiş bir âlimdir. Böyle 'adamlar' dünyaya ender gelen insanlardır. Adam diyorum, çünkü 'Ahzap suresinin' dili ile konuşuyorum. Orada da adamdan bahseder. Düşünen insanları etkilemiş büyük bir zattır. Her sene 23 Mart tarihinde onu yeniden hatırlar ve yâd ederiz. Hayatını okuduğumuzda bir saniyesinin bile boşa geçmediğini görüyoruz. Üstad, ender bir kişilik ve kimliğe sahiptir. Edebiyatçı olmam hasebiyle, dünya edebiyatını inceleme fırsatım oldu. Yazarların vermiş olduğu notlar, mesajları dünya düşünürlerin vermiş olduğu notları karşılaştırdığımız zaman yaşantıları ve söyledikleri arasında çok büyük bir çatışma görüyoruz; bir benzerlik göremiyoruz. Said Nursi Hazretlerinin ise yaşadıkları, söyledikleri ve davası ile büyük bir benzerlik görüyoruz." ifadelerini kullandı.
"Üstad'ın, Barla'da çobanlardan âlim yetiştirmesi tamamen sahabe mesleğidir"
Üstad'ın mücadele hayatı boyunca çektiği sıkıntılara değinen Karadağlı, "23 defa zehirlenmek ne demektir? Bu dünya liderleri içerisinde, dava sahibi olduğunu iddia edenler için çok az görülen bir olaydır. Üstad'ın, Barla'da çobanlardan âlim yetiştirmesi tamamen sahabe mesleğidir. Peygamber Efendimiz bedevilerden asrının medeni insanlarını çıkarmıştır. Said Nursi'de de şunu görüyoruz ki; küskün, sürgün edilmiş bir insan, dağlarda münzevi bir hayat yaşıyor. Barla, Denizli, Eskişehir, Kastamonu'da sürgünde olan bir insan fakat hiçbir zaman Allah'tan umut kesmemiş bir kişilik görüyoruz. Bu da gençlere büyük bir örnektir." diye konuştu.
"Üstad, davasına sadık ve davasıyla bütünleşmiş bir şahsiyettir"
Risale-i Nurlarla tanışma serüvenine değinen Karadağlı, "Yaşantım itibarıyla lise yıllarında kendisini okumakla şereflendim. O yılları hatırladığım zaman bir arayış içerisindeyim. Peygamberin hayatından sonra okuduğum insandır, mütefekkirdir Said Nursi Hazretleri… Üstad, davasına sadık ve davasıyla bütünleşmiş bir şahsiyettir. 'Bu baş bu sarıkla çıkar' diyerek o dönemdeki padişahla münazara edecek kadar cesur, kendi yaşadığı coğrafyada bir üniversite isteyecek kadar halk sevdası ile donatılmış bir insan görüyoruz." dedi.
"Üstad'ın okumadığı bir ilim yok"
Üstad'ın Bitlis'teki hayatını aktaran Karadağlı, "Üstad'ın 2 yıl gibi kısa bir süre Bitlis'te bir hayatı var. Bu iki yıla öyle bir şeyler sığdırmış ki; 80 ciltlik kitabı hatmetmiş ve hıfz etmiş bir kimlik görüyoruz. 12 yılda Tahir Paşa'nın sağladığı imkânlarla kendi çapında büyük bir üniversite kurmuş, orada dünyayı okumuş. Okumadığı bir ilim yok; Fen, Sosyoloji, felsefe ve kozmografyaya kadar gidiyor. Düşünebiliyor musunuz? Orada İngilizlerin Sömürge Bakanlığı var, Sömürge Bakanlığı'nda Gladston denilen bir sömürgeciye kafa tutacak kadar cesurdur. Bazıları Bediüzzaman'ı o dönemde yaptığı bir metot yok diye eleştiriyorlar. Hayır, iddia ediyorum. Said Nursi'nin yaşadığı asra gitsinler, o dönemde onun yaptığı hizmetin kaçta kaçını yapabilirler. Söndürülmüş bir iman var, insanların başına örülmüş bazı şeyler var, bu insanlar ne yapacağını, nereye sığınacağını bilemiyorlardı. Gladston'a ne demişti: 'Ben size Kur'an'ın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu ispatlayacağım' ve ispatlamıştır da elhamdülillah…" diye konuştu.
"Benim yaşadığım asırda elimde 'nur' ve 'topuz' vardı, ben 'nuru' tercih ettim"
Üstadın mücadele metodu hakkında bilgi veren Karadağlı, "Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri Lem'alar adlı eserinde şöyle bir iddiada bulunuyor. 'Benim yaşadığım asırda elimde nur ve topuz vardı, ben nuru tercih ettim.' Kim bilir, belki de topuzu başkasına bıraktı. Bu Oonun kendi özel beyanıdır. Sosyologlar, psikologlar ve toplumbilimciler bunu tahlil etsinler. 'Nur' o dönemde en iyi metotlardan bir tanesidir. Medreselerde insan yetiştirmek… En büyük sıkıntımız budur. O dönemde iman elden gitmiş, insanların tarihle, atalarıyla bağlantıları koparılmış, alfabe gitmiş, dedelerinin mezar taşını bile okuyamıyorlar. Bu dönemde ancak kabul ededilecek bir metot uyguluyor. Bu da 'Nur metodudur' Risale-i Nur'un böyle bir metodu var. Lem'alar adlı eser tahlil edilebilir, mükemmel bir eserdir. Lem'a yani 'parlayan ışık' anlamındadır. Bu bile bize güzel bir örnektir." diye konuştu.
"Üstad; usul-ü din, belagat ve sebeb-i nüzulü çok iyi biliyordu"
Risale-i Nur'ın içeriği ve tefsir olma özelliği ile ilgili bilgi veren Karadağlı, "Risalelerde genelde Allah'ın varlığı ve ispatı anlatılır. Risale-i Nur tefsir midir? Evet, tefsirdir. Üstad; Usul-ü din, belagat ve sebeb-i nüzulü çok iyi biliyordu. Hafızdı, hadisleri hafızadan çok iyi kavrayabiliyordu. 80 ciltlik kitapları 3-4 ayda hıfzedecek bir hafızaya sahipti. Böyle insanlar görevli olarak gelmişlerdir. Şimdi bazıları eleştiriyor. Bediüzzaman demiş ki 'bana ilham edildi, bize yazdırıldı…' Bu tür şeylerle uğraşmamalarını rica ediyorum. Bu kadar güzellik içerisinde bunları tutup çekmek, onlarla ilgilenmek, o büyük mücahitlere büyük bir hakarettir. Allah-u Teâla Kur'an-ı Kerim'de 'Arıya vahyettik' diyor. Bunu bile anlamayan insanlar, tabi ki eleştirirler. Günümüzde sırça köşklerden konuşmak ve eleştirmek kolaydır." ifadelerini kullandı.
"Üstad'ın bir sepetten başka dünyası yoktu"
Üstad'ın çok mütevazı bir yaşam sürdüğüne değinen Karadağlı, " Üstad'ın o dönemde münzevi bir hayat içerisinde mütevazı hayatına bir bakın. Bir sepetten başka dünyası yok. Bedenine ve üzerindeki elbiseye bakın; birde şu anda onu eleştirenlerin hayatına bakın. Üstad'ın ne kadar davasında samimi olduğunu ne kadar peygamberi mesleğe sahip olduğu ancak o şekilde anlayabiliriz. Onu okumadan eleştirmek günümüzün meselelerden bir tanesi oldu. Lütfen rica ediyorum, Üstad'ın hayatını okusunlar. Bilmeden eleştirmek kolay bir şeydir. Daha sonra eserlerini okusunlar, ne kadar davasıyla bütünleştiğini ancak o zaman anlayabilirler." diye konuştu. (Abdurahman Uğurlu-İLKHA)