Mehmet Emin Özmen / Araştırma / doğruhaber

“İmdi, benim nesebimi araştırınız, bakınız ki ben kimim? Sonra vicdanınıza dönünüz de, onun kırgınlığını giderip kendinizden hoşnut etmeyi düşününüz. Hele bir düşününüz ki; beni öldürmek, haram ve mahfuz olan kanımı dökmek size helal olur mu? Ben Peygamber Aleyhisselamın kızının oğlu değil miyim? Şehitler seyidi Hamza benim babamın amcası değil midir? Resulullah’ın benim ve kardeşim hakkında “Bunlar cennet gençlerinin iki seyididir” hadisi size ulaşmadı mı? Benim hakkımdaki bu hadis de mi kanımı dökmekten sizi alıkoymayacak” Hz. Hüseyin
Torunların Doğumları ve İsimlerinin Verilmesi:

Onlar; Hasan ve Hüseyin, torunlardan birer torundular. Dedeleri: “Allah’ım! Ben bunları seviyorum, Sen de sev” diyerek dua etmişti onlar için.

Resulullah’ın Onlar Hakkındaki Hadisleri:

Hâlbuki, Resulullah onlar için; “Onlar benim dünyada kokladığım iki reyhanımdır.”, “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin iki seyididir” diye buyurmuştu.

Derken her beşer gibi Hüseyin’in Dedesi vefat etti. Sonra annesi, babası ve en son abisi Hasan vefat etmişti. Hüseyin yalnız kalmıştı Ehl-i Beyt’in başında. Onun ölümü çok acı olacaktı. Bu öyle bir ölüm olacaktı ki, aradan yüzyıllar geçse de ümmetin yüreğini dağlamaya devam edecekti.

Saltanat

Muaviye zamanında hilafet merkezi Şam’a taşınmış ve ölümünden önce oğlu Yezid’i veliaht ilan etmişti. Bu İslam Devlet geleneğinde olmayan bir durumdu. Çünkü ilk üç halife Resulullah ile aynı aileden bile değillerdi. Sadece Hz. Ali ile aynı ailedendi.

Tabii Yezid’in hilafet makamına layık olup-olmadığı hususu uzun süre tartışıldı. Ancak mesele bu değildi. Mesele İslam’a konulan saltanattı. Bundan böyle devlet kurumu babadan oğla geçen bir miras olacaktı. Üstüne üstlük Yezid’in kadın oynatması, şarap içmesi, hayvanlarla eğlenmesi gibi nedenler de göz önüne alındığında, bu fenalıkları kaldırmaya Hz. Hüseyin herkesten önce gelirdi.

Hicret :

Zaten Yezid halife olur-olmaz ilk işi, Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr gibi ileri gelen sahabelerin çocuklarının bey’atını almak için onları markaja almıştı. Durumun nazikliği karşısında Hz. Hüseyin, Dedesinin tersi istikametinde, yani Medine’den Mekke’ye hicret etmek zorunda kaldı.

Mekke’de bulunduğu esnada Kufe halkı ona tomar tomar mektup gönderdiler. Peygamber’in torununu kendi beldelerine imam olması için davet ediyorlardı. Peygamberi bir terbiye ile büyüyen Hz. Hüseyin, Dedesinin; “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltin. Buna güç yetiremezseniz dilinizle düzeltin. Bunu da yapamıyorsanız kalbinizle buğz edin.” hadisi ile karşıya kalmıştı. O, ilk alternatife başvuracaktı.

Elçi :

Hz. Hüseyin durumu araştırması için amcaoğlu Müslim b. Akil’i Kufe’ye bir mektupla gönderdi. Müslim Kufe’de, Hz. Hüseyin adına bey’at almaya başladı. Tam 18 bin kişi ona bey’at etti. Bunun üzerine Hz. Hüseyin’e durumun kendi lehlerine olduğunu, Mekke’den ayrılıp gelebileceğini söyledi. Her ne kadar çevresi kendisine gitme, diye uyardıysa da Hz. Hüseyin’in kalmaya niyeti yoktu. Uyaranların çoğu Onun ölüme gittiğini söylüyordu. Kufe halkının kendisini yalnız bırakacağından korkuyorlardı. Gelişmeler onları haklı çıkardı.

Elçinin Şehadeti:

Müslim b. Akil’in evinde bulunduğu şahıs olan Hani b. Urve, yakalanmış ve Müslim ayaklanmayı başlatmak zorunda kalmıştı. İnsanlar tekbir getirerek Müslim’in etrafını doldurdular. Vali köşkü sarıldı. Çatışma çıktı. Ancak Ziyad, Kufe ileri gelenlerini çağırıp halkı dağıtmalarını istedi. Aksi halde Şam’dan gelen ordunun kimseye acımayacağını bildirdi.

Bunun üzerine halk yavaş yavaş çekilmeye başladı. Öyle ki Akil, Vali köşkünün oradaki mescidde akşam namazını 30 kişi ile kıldı. Bu durum karşısında Kinde mahallesine giren Müslim arkasına bir baktığında tamamen yalnız bırakıldığını gördü. Tav’a adında bir kadının evine sığındı. Kadının oğlu ertesi gün durumu ihbar etti. Müslim yakalandı. Gözlerinden istem dışı yaş aktı. Kendisi bundan dolayı ayıplayanlara; “Vallahi ben kendim için değil, Hz. Peygamber’in torunu için ağlıyorum. Çünkü o memleketinden çıkıp Kufe’ye gelmek üzere yola çıkmıştır” dedi.

Müslim b Akil, köşkte Vali’nin huzuruna çıkarıldı. Karar kesindi. Köşkün damında kafası kesilecek, vücudu avluya atılacaktı. Kendisi son kez vasiyette bulunmak üzere meşhur sahabe Sa’d b. Ebi Vakkas’ın oğlu Ömer b. Sa’d’ı seçti. Vasiyeti üç maddeden ibaretti.

Kufe’ye geldiğimden bu yana 700 dirhem borçlandım. Benim yerime borcumu öde.

Öldürüldüğüm zaman cesedimi parçalamalarına izin verme, beni göm.

Hz. Hüseyin’e bir elçi gönder, sakın buraya gelmesin diye onu uyar.

Hz. Hüseyin Kufe Yolunda:

Ancak Hz. Hüseyin yola çıkmıştı bile. Hz. Hüseyin’in yola çıktığından İbni Ziyad’ın haberi olmuştu. Kufe’ye doğru yol alan Hüseyin, Zerod denilen yerde Müslim b. Akil ile Hani b. Urve’nin şehadetlerini duydu.

Herkes ona geri dön diye tavsiyede bulunmasına rağmen, o girdiği mesuliyetin gereği yoluna devam etti. Bu durumu Abdullah b. Ömer’e şu şekilde özetler: “Şüphe yok ki Allah Peygamberini dünya ile ahret arasında serbest bıraktı. O da ahreti tercih etti. Siz de ondan bir parçasınız. Bunun için hiçbir zaman dünyaya nail olmazsınız.”

Bu arada İbni Ziyad’ın emri ile yola çıkan Hürr b. Yezid komutansındaki bin atlıdan oluşan grup yolda Hz. Hüseyin ile karşılaştı. Takibe koyuldular. Amaçları onları Ziyad’a götürmekti. Bu nedenle onlarla beraber yürüyorlardı. Ama müdahalede bulunmuyorlardı. Ta ki kafileyi Kerbela’ya indirene kadar. Çünkü İbni Ziyad kendisine bir mektup göndermiş ve; “Onları sakın sığınılmaz, susuz, ağaçsız, otsuz, geniş ve bozkır bir yerden başkasına indireyim deme.” Kerbela bu tarife tam uyuyordu. Tarih hicretin 61. yılı Muharrem ayının ilk günleri idi.

Kufelilerin İhaneti:
Bu arada yukarıda adı geçen Ömer b. Sa’d, vali olarak Re’y (Tahran) şehrine atanmıştı. İbni Ziyad, Resulullah’ın torununa karşı Sa’d b. Ebi Vakkas gibi büyük bir sahabenin oğlunu kullanmayı düşünmüştü. Re’y valiliğine karşı Hz. Hüseyin’in kanı. Ömer büyük bir imtihanın eşiğindeydi. Ya valilik emirnamesini Ziyad’a geri verecek ya da Hz. Hüseyin ve yarenlerinin kanına girecekti. O, komutan olarak Hz. Hüseyin’in önünü kesmeyi istemeye istemeye kabul etti.

Kendisine mektup gönderen Kufelilerin çoğu Ziyad’ın ordusu içinde yerini almışlardı. Bu tam bir ihanetti. Yapılan görüşmeler bir türlü sonuç vermiyordu. Çatışmamak için yapılan görüşmelerin sonuç vermemesi üzerine, Hz. Hüseyin Ehl-i Beytinin yanından kaçıp kurtulmalarını istedi. Ancak ehlibeyt şu şekilde cevap verdi: “Biz seni burada bırakıp da halka; “Biz büyüğümüzü, efendimizi, amcaların hayırlısı olan amcalarımızın oğullarını bırakıp geldik! Onlarla birlikte ok atmadık, onlarla birlikte mızrak saplamadık, onlarla birlikte kılıç sallamadık. Hayır, Vallahi biz bunu yapamayız.”

Ehli Beyt Kılıçtan Geçiriliyor

Bu arada Hz. Hüseyin’in kenarında bulunduğu Fırat suyundan içmesine izin verilmiyordu. Resulullah’ın reyhanlarına su içirilmiyordu. Su ile Ehl-i Beyt arasına askerler sıra ile dizilmişti. Tarih ne kadar acımasızdı ki, Peygamberin evladına su içmek çok görülüyordu. Bu arada Hürr b. Yezid, Kufelilerden ayrılıp, Hz. Hüseyin’in tarafına geçti.

Ömer b. Sa’d ilk oku attı ve şöyle bağırdı. “Şahid olun ki ilk oku atan kişi benim.” Orantısız bir savaş vardı orta yerde. 5 bin kişilik bir orduya karşı 70 kişi. Belki sonradan katılanlarla 100 kişi olabilmişlerdi. Yavaş yavaş Hz. Hüseyin’in yarenleri şehit olmaya başladılar.

Ehl-i Beyt kılıçtan geçiriliyordu. Hz. Hüseyin ve kadınlarına göz önünde tarihin en acı katliamı yaşatılıyordu. Çünkü son Peygamberin ailesi kıyımdan geçiriliyordu.

Hz. Hüseyin, bir ara küçük yavrusu Abdullah, dizinde olduğu halde oturuyordu. Abdullah daha üç yaşında idi. Esed oğullarından bir adam, bir ok atarak Abdullah’ı boğazından vurdu. Hz. Hüseyin’in avuçları kan ile doldu: “Ey Allah’ım! Bunlarla ve kavmimizden olanlarla aramızda sen hükmünü ver. Yardım etmek için bizi çağırdılar. Sonra da tutup bizi öldürüyorlar” dedi.

Hz. Hüseyin susamıştı. Susuzluğu son haddine varınca çadırlardan ayrılıp su içmek için Fırat’a doğru yöneldi. Birisi bağırıp “Suya gitmesine engel olunuz” dedi. Adam bir ok atıp Hz. Hüseyin’i damağından vurdu. Hz. Hüseyin oku çekince avuçları kan doldu. “Ey Allah’ım! Peygamberinin kızının oğluna yapılanlardan dolayı şikâyetimi sana arz ediyorum” diyebildi sadece. Hz. Hüseyin’in yanına bir küçük çocuk kaçıp gelmek istiyordu. Hz. Zeynep kendisine engel oluyordu. Sonra çocuk kurtulup koştu. Bahr adındaki adam çocuğa kılıç çaldı. Çocuk eliyle korunmak istedi. Eli derisinde sallanmaya başladı. Çocuk; “Halacağım” diye feryat etti. Hz. Zeynep feryat ediyordu: “Ne olaydı da gök yere yıkılıp bir olaydı” diyordu.

Ve Acı Son:

Artık sona yaklaşılıyordu. Tarih 10 Muharremdi. Hz. Hüseyin yorgun ve hareketsiz kalmıştı. Şimr b. Zilcevşen insanları ona saldırtmak için sağa sola bağırıyordu. “Öldürün onu” diye seslendi. Bunun üzerine Hz. Hüseyin’in üzerine çullandılar. Zür’a adındaki adam Hz. Hüseyin’in sol eline bir kılıç darbesi indirdi. Bir darbe de omzuna vurdu. Hz. Hüseyin yüzünün üzerine düşüp düşüp kalkıyordu. Bu sırada Sinan b. Enes arkasından gelerek mızrağını köprücük kemiğinden saplayıp göğsünden çıkarınca Hz. Hüseyin yüzünün üzerine yere düştü. Bir müddet Hz. Hüseyin’in cesedine yaklaşıp başını kesmeye kimse cesaret edemedi. Sinan b. Enes gelip Hz. Hüseyin’in başını gövdesinden ayırdı. Evet, Allah’ın Resulünün torunu 33 mızrak ve 34 kılıç darbesiyle şehit edilmişti.

İbni Ziyad’ın emri üzerine Ömer b. Sa’d, başsız kalan Hz. Hüseyin’in cesedini atlara çiğnetti. Esir alınan kadınlar ile hasta olduğu için kurtulan Aliyül Asgar birlikte Şam’a gönderildiler. Bu arada Ehli Beyt’in kesik başları da Yezid’e gönderildi. Esirler cesetlerin önünden geçerken feryat figan ediyorlardı.