Evet, doğrudur hem Yusufîler hem de Zindanîler kalın duvarların irtibatları kopardığı zindanda birliktedirler. Ama bazen bu mekânsal birliktelik sözcüklerin anlamlarını, ‘bir’leştirmiyor. Bu kelimeler zahiren birbirine yaklaşırken, batın anlamları itibarıyla şark ve garp kadar yekdiğerinden uzaklaşıyorlar. Kavramların anlam farklılığını ortaya koymak için öyle derin bir incelemeye, onları ince ince rendelemeye hiç gerek yok. Zaten sözcükler kendilerini işittirdikleri ilk anda zihinde meydana getirdikleri çağrışımlarla anlamsal farklılıklarını bizzat kendileri dile getiriyor. Bu bağlamda gramercilerin; ‘kelimeler bıçak gibidir, ruhta etkileri vardır’ sözü elhak yerinde bir sözdür.

Zindanî; zindanda olan kişi... Çağrışım itibarıyla tamamen menfi, tamamen karanlık... Sanki gam ve kederle ilgili duyguları ifade eden ne kadar kelime varsa hepsi bu kavramda istiflenmiş. Haliyle zindanî acınacak insanların, en acınılasıdır. Zaten zindanînin kendisi de bunu kabul etmiştir. Zindanî; yalvaran gözler, dileyen ellerle perişan halini göstermekten çekinmez. Evet, söz konusu kelimenin telaffuzu bile insanın içine sıkıntı bastırır, güzellikle, baharla, huzurla ilgili ne kadar güzel duygu varsa hepsini firar ettirir. Elhasıl, zindanî gerçekten bahtsızdır ve bahtı için ne kadar dua etsek azdır.

Yusufî; o da zindanda olan kişi... Dikkat edin, kavramın tarifi için zindan soğuk kelimesini kullanmamıza rağmen bu, kelimenin güleç yüzünü, Yusufî güzellik ve kokusunu kaçırtmıyor. Yukarıda geçtiği şekliyle yusufî ve zindanî ancak yazarken, yazıda birbirine yakın olur; yoksa bir yerde zıdları toplamının olanaksızlığı kaidesince bunlar, aynı mekanı paylaşsalar bile karanlık ve aydınlık kadar birbirinden uzaktır. Karanlık ve aydınlık bir araya gelebilir mi?

Doğrudur, yusufî denince de yürekte bir acı hissedilir; hem de en derininden en şereflisinden... Ama bu derinliğe rağmen yusufî acı, tatlı bir acıdır. Tıpkı akşam elinde dolu bir poşetle çocukları arasına dönmek hayaliyle gün boyu çalışan bir babanın tatlı acısı gibi bir acı... Aşıkın Maşuk için çektiği acılardan duyduğu tatlı acı gibi, tatlı bir acı... Bu tatlı acı ile yusufînin başı dik, yüzü güleçtir. Malum durumunu önce sürüp duygu sömürüsü, şefkat avcılığı yapmaz. Bu hususta kralları kıskandıracak kadar vakurdur. Bakın, bunlar gönlü hoş etmek, birilerini teselli etmek için söylenmiş beylik laflar değil. Eğer sözlerimin Kur’anî dayanakları olmasaydı sadece tarihi şahitlere, tecrubî örneklerine bakarak da söz konusu etmeyecektim. Onun için tarihi mirasımız içinde anlatılan kimi yusufîlerin hikayelerini tarihin hurafeleri olarak algılayamayız.
İlginçtir, Hz. Yusuf kralın rüyasını yorumladıktan sonra, kral onu yanına, dikkat buyurun dışarıya değil, saraya, bizzat yanına çağırınca Hz. Yusuf, “Hayır!” diyor. Bunu niçin anlatıyorum: Allah için zindana düşüp orda da onunla hemhal olanları uzun mahpusluk yılları sarsmıyor. Kurtuluşları uğruna gururlarına ve şereflerine leke sürdürtmüyorlar. Gerçekten ilginçtir! Uzun yıllar ki, kaç bin yıl öncesinin firavunî yönetimine has sıkıntılarıyla geçmiştir, ama yine de bunlar onu dışarının surî özgürlüğüne meftun ve medyun etmiyor. Aynı hadise mefluç bir şekilde uzun yıllar zindan yarenliği yapan şehid Şeyh Ahmed Yasin şahsında da tekerrür ediyor. Ayrıntısına girmeyeceğim. Yakalanmış iki ajanlarının serbest bırakılmasına karşılık kendisinin kimi şartlarla serbest bırakılması konusu kendisine söylenince o kahraman da “Hayır!” diyor. Evet; ihtiyar, mefluç, hasta bir kahraman!... Üstad Bediüzzaman... Yusufu Sani... Zindandaki duruşu ve oradaki hizmetleriyle zindana yeni bir çehre kazandıran ve coğrafyasında bıraktığı etki açısından bu adı almaya ondan daha layık biri var mı, bilmiyorum. Evet, Yusufu Sani... O, yusufiler için ayrı bir aşk çeşmesidir. Onun yazılarını okuduğunuzda baharın en rengin bahçelerinde dolaşırsınız. Tabiat korusunun en tabii nağmelerini duyar; güller, çağlayanlar arasında hoş bir gezintiye çıkarsınız. Üstad bütün bunları nerde yazdı sanırsınız, bağ ve bahçeler içinde mi? Doğrudur onlar da vardır; ama büyük çoğunluğunu zindanın soğuk, rutubetli ortamında yazdı. İşte bu İslam’dır. O öyle bir sevgili ki, aşıklarına kışın zemheri soğuğunda baharın güllerini devşirtir.

Hadi biraz daha ona yaklaşalım. Çünkü bazıları gerçekten kördür. İlla canlı örnek isterler. Onlara da şu an cezaevlerinde kalan yüzlerce Hizbullahî yusufîyi etiyle kemiğiyle kör olası gözlerinin içine içine koyup “Al gör” diyorum.

Evet, demek ki oluyor. Sıkıntıda da olsa, zindanda da olsa dik durmak, şad u şadab kalmak mümkün olabiliyor. Allah’ın kelamına sorduğumuzda “olur” diyor. İnsanlığın hafızası olan tarihe sorduğumuzda o da “olur” diyor. Dostlardan duyduklarımız “olur” diyor ve bizzat bizim kimi yusufî kardeşlerde gördüklerimiz “olur” diyor. Peki, bu nasıl oluyor? Üzerinde durulması gereken temel nokta da budur aslında. Malum gazete sütunları dar. Sadece şu kadarını söyleyeyim. Endişelerini değiştireceksin. Onları ilahi kılacaksın. Tene ve mideye fazla eğilmeyeceksin. Mideden –çok affedersiniz- ufunetli ayakyolundan başka bir yere yol çıkmaz. Muhabbetullaha, liqaya, kab-ı qawseyne gıdaların peşi sıra yürüyeceksin. Bunun için Allah ile arandaki soğuklukları, karanlıkları, uzaklıkları kaldırma yolunda ibadetle yükseldikçe yükseleceksin. Ta ki Allah’ın kudret elini sırtında, şefkat elini de başında hissedene kadar. Kurban olduğum o şefkat eli başını okşamaya görsün! Ne asayı Musalar, ne Şaqqu’l Qemerler, ölüleri dirilten ne İsevi nefesler vûcuda gelir.

Şaşmaz ve şaşırtmaz bu şahitlerin biri mahpuslara, diğeri özgürlere olmak üzere iki önemli mesaj vardır.

Evvela mahpuslara... Mademki hayatın asude iklimine yani yusufiliğe çıkan bir yol var, senin bütün gayretin zindanilikten yusufiliğe çıkan bu yolda yürümek olmalıdır. Allah için bastı zaman ve Allah için bastı mekan “kün” (ol) kelimesindeki iki harf kadar kolaydır. Yeter ki sen gayret et. Kur’an: “Yolumuzda mücadele edenleri yollarımıza eriştireceğiz.” ayetiyle başarabileceğini müjdeliyor. Dahası var. “Allah kendisinden korkanlara (muttakilere) bir çıkış yolu sağlayacaktır.” Müjdesiyle de kapıyı gösteriyor. Hakeza: “Allah daraltan ve genişletendir.” buyruğuyla da dünyanın bu en büyük şenliğine davetiyeni gönderiyor.

Evet, insanın eşref ve esfel arasındaki yolculuğu ölene kadardır. Kendi seçimiyle suud (yükseliş) ve sukutları(iniş) arasındaki med ve cezirleri ancak son nefeste duracaktır. Doğrusunu söylemek gerekirse bu yazının kaleme alınmasının asıl sebebi de budur. Kimse ben zaten zindandayım, imtihanımı verdim ham hayalliğine kapılmasın. Bir zindani gayretiyle yusufi olabileceği gibi, bir yusufi de zindaninin karanlık zindanına düşebilir. Heyhat! Günahların zindanından daha karanlık, daha soğuk ve recadan (umut) hali bir zindan bulunabilir mi? Bundandır ki diyoruz, yusufi kork, zindani olabilirsin ve ey zindani sevin, yusufiliğe çıkabilirsin. Bunca şehit ve dürtülere rağmen bu şerefli yolculuğa çıkmayanlar habire etrafını ören ve nihayetinde ördüğü koza içinde can veren ipek böceğinin akıbetinden kurtulamaz. Allah, bizi günahla ve onun hakkındaki kötü zanlarıyla zindan duvarlarını üzerlerine kalınlaştırdıkça kalınlaştıranlardan etmesin.

Dışarıdaki özgür kardeşlere gelince, onlar muhtemel ve mukadder iki zindandan bahsetmek mümkündür. Durup dururken bunca zindan nerden çıktı deyip korkarsanız hakikat budur. Eğer bu özgür kardeşler bulundukları o özgür ortamlarda Allah’a doğru olan dikey yürüyüşlerini sürdürmezlerse yani mala ve nefse yönelik sükuti hareket içine girerlerse akıbetleri mahpuslardan daha beter olacaktır. Bir de zindan denince hep erkekler akla gelir. Müslüman bacılarıma derim ki, bu bahsedilecek zindanlar size de şamildir ve zayıf yaratılışınız nedeniyle daha çok hazırlanmalısınız. Evet, özgür kardeşlerin muhtemel zindanları bizim şu anda içinde bulunduğumuz zindanlardır ki herkes her an buraya düşebilir. Adli, siyasi bir durumdan her şey her an olabilir. Bu bir. İkinci olan mukadder zindanları ise şu yeryüzü zindanları onun yanında saray sayılır. Bunlar; hastalık ve ihtiyarlık vb. ile kabir zindanlarıdır. Bu zindanlar mahpuslara da şamil olmasına rağmen mahpuslar o zindanlara idmanlı yaklaştıklarından bir miktar daha şanslı sayılırlar.

İşte siz değerli özgür kardeş ve bacılarım, eğer sizin için muhtemel olan şu zindanımıza girmezseniz (Allah sizi korusun) bile bahsettiğim ve daha zor olan o mukadder zindanlara muhakkak; ama muhakkak gireceksiniz. Allah korusun dışarının halavetinin gafleti ile teçhizatsız bir şekilde bu muhtemel ve mukadder zindanlara düşerseniz en çok temenni ettiğiniz ölüm olacaktır. Ha, Allah’a yürüyüşünüzü sürdürüyorsanız korku yok. “Allah kendisine dayananlara yeter.” Vaadiyle gittiğiniz, düştüğünüz her yerde elinizden tutacaktır. Allah senin zindanına da gamına da, süruruna da huzuruna da yeter. Bu yüzden bahsi geçen zindanlarda yine bahsi geçen feci akıbete düşmek istemiyorsanız o zaman, “Allah’ın resulü sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman ona icabet ediniz.” ayeti kerimesini özgür hayatınızın serlevhası yapınız. Dışarıda Yusuf(a.s)’ın ardı sıra giden yusufi olunuz. İnanın ki o zaman muhtemel ve mukadder zindanlarda da yaşarsınız. Hem de gül gibi, Yusuf(as.) gibi yaşarsınız. Bir Mısır’ı değil alemi kendinize hayran edersiniz.
 
Sait Burak
Diyarbakır D Tipi Kapalı Cezaevi A7-2