Mehmed Emin Özmen / Araştırma  Doğruhaber
 
NURLARIN IŞIĞI
Daha Babana Peygamberlik gelmemişti. Âlem karanlıklar içindeydi. Baban yalnız kalmayı sevmeye başlamıştı. Aslında bi’set ile ikinci kez doğdun. Çünkü küfür ile hiç tanışmadın. Peygamber bir baba ile Peygamber eşi bir kadının mutlu yuvalarının incisi olmuştun. Baban sana Fatıma dedi. Onun deyimiyle “Seni sevenleri Allah Cehennemden uzaklaştıracağı içindi” bu isim. Daha sonra başka isimlerin de olacaktı, seninle müsemma olan. “Zehra” denilecekti mesela, ak yüzlü beyaz, parlak anlamında. Veya dünyevi heveslerden uzak, iffetli ve namuslu anlamında “Betül” ismine layık görülecektin.

BABASININ ANNESİ
Babaannen erken yaşta vefat etmişti. Baban anne şefkatine doyamadı. Daha sonraları Babanın en büyük destekçisi annen de vefat etti. O yıla ‘Hüzün Yılı’ dendi. Sen daha küçüktün. Ama babandan ayrılmıyordun. Her nereye giderse elinden tutuyordun. Kendince onu korumaya almıştın. En büyük koruyucu ile birlikte koruyordunuz Peygamberi.

Hani bir gün Babanla Kâbe’ye gitmiştin. Müşrikler fıs fıs konuşuyorlardı. Küçük yüreğinle bir şeylerin olacağını sezmiştin. Baban namaza durdu. Karanlık yüzlü adamlardan biri secdede iken sırtına deve işkembesi atmıştı. Baban secdeden başını kaldıramadı. Sen canhıraş bir şekilde atılan pislikleri kaldırmaya çalışıyordun. Hiç beddua etmeyen o yüce insan başını kaldırınca; “Ya rabbi bu azgınları Sana havale ediyorum, Kureyşi sana bırakıyorum.” diye nida etmişti.

Yine bir gün Baban ile Kâbe’ye varmıştınız. Karanlık yüzlü adamlar Peygamberin etrafını sarıp, “Bunları, bunları söyleyen sen misin?” diye kızgınca soruyorlardı. Senin küçücük yüreğin buna dayanamadı. Ağlamaya başladın. Titriyordun. Bayılıp yere düştün. Baban ise; “Evet, bu söylediklerinizi söyleyen benim” diye yiğitçe meydana atılıyordu. Bu arada “İkinin ikincisi” Hz. Ebu Bekir (r.a) imdada yetişti. “Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı öldürecek misiniz?” diye kükrüyordu.

Karanlık yüzlü adamların durmaya niyeti yoktu. Yine bir gün kapınız çalınmıştı. Sen koşup açmıştın. Aman Allah’ım bu da neydi? Geleni tanıyamamıştın. Meğerse Babanın üzerine attıkları toz toprak, Onu tanınmaz hale getirmişti. Kapıda donakalmış, daha sonra gözyaşlarını tutamamıştın. Senin ağlamanı duyan ablaların da ağlamaya başladı. Bütün Peygamber evi ağlıyordu. Baban sizleri teselliye çalışıyordu. “Zararı yok, su ile temizlenir” diyordu. Su ile temizlenirdi, temizlenmesine de Fatıma nasıl teskin olacaktı? Bu nedenle “Ağlama kızım, Allah babanı koruyacaktır” dedi sana.
Her hal ve şartta Babanı korumaya çalışıyordun. Bir anne şefkati ile yaklaşıyordun Ona. Bu nedenle sana “Ümmi Ebiha (Babasının annesi)” dendi. Böylece iyi hasletlerinden dolayı sana verilen isimlerden bir ismin daha oldu.

YENİ BİR YURT: MEDİNE
Çocukluğunu Kureyş’in baskı ve ambargoları altında geçirdin. Baban Medine’ye gitmişti. Ardından sen de gittin. Çocukluğunu geçirdiğin Mekke’den ayrılıp, Medine genç kızlarından biri olmuştun.

Artık evlilik zamanın gelmişti. Bu saadete ermek için birçok kişi kapınızı çaldı. Ama bu evlilik onlara nasip olmadı. Oysa Ali, utanıp çekiniyordu bu durumu söylemeye. Birileri onu teşvik etti. O da huzura vardı. Bir türlü meramını dile getiremedi. Onun söyleyemediği şeyi Allah Resulü söyledi: “Herhalde Fatıma’yı istemeye geldin” diye. O da “Evet” diyebildi sadece. Ama verebileceği bir mihri bile yoktu. Bu nedenle Allah yolunda cihatta kullandığı zırhını satacaktı.

Zırhını satmaya götürdü Hz. Ali. Ona Hz. Osman talip oldu. 480 dirheme satın aldı. Ama Hz. Ali’nin bu zırha ihtiyacı vardı. Ashap yine ashaplığını yapacaktı bu noktada. Al, dedi Hz. Osman. Bu zırha senin benden daha fazla ihtiyacın var. Bu hareket Hz. Peygamberin hoşuna gitmişti. Bu paradan düğün hazırlıkları yapıldı ve çeyiz alındı. Çeyizin ne miydi? 1 adet kadife yorgan, 1 adet içi lif dolu deri yüzlü yastık, 3 adet minder, 2 döşek, 1 koç postu, 1 adet topraktan yapılmış su testisi, 1 su tulumu, 1 elek, 1 kilim, 2 adet Yemen işi, üzerleri gümüşle işlenmiş elbise, 2 adet el değirmeni, 1 meşin su bardağı, 2 adet çanak çömlek, 1 adet hurma yaprağından örülmüş sedir.

Ne çeyiz ama…
Düğününüzün tatlısını bile Resul kendi eliyle yapmıştı. Topu topu biraz hurma, biraz tereyağı ve biraz yoğurttan oluşuyordu tatlınız. Ne tatlı bir şeydi, Allah Resulünün elinden bir tatlı yemek.

ALLAH RESULUNUN SOYU ONUNLA DEVAM ETTİ

Düğününüzde Peygamber: “Ey Allah’ım! Fatıma ve zürriyeti hakkında kovulmuş şeytandan Sana sığınırım” diye dua etmişti. Bu evlilikten 5 çocuğun oldu. Ailene bu çocuklarla birlikte Ehl-i Beyt dendi. Bunların evlatları “Seyyit” ve “Şerif” diye anıldılar. Gün geldi Allah Resulü sizleri abasının altına alarak, “İşte budur benim Ehli Beytim” dedi. Allah sizleri günah kirinden arındırmak istediğini nazil buyurmuştu. Kızların diri diri toprağa gömüldüğü bir toplumda Resulullah’ın soyu bir kadın olarak senin sayende devam etti. Ataerkil bir toplumda Resullulah’ın soyunu devam ettirme bahtiyarlığına ermiştin.

EV HALİ
O kadar su taşıdın ki, bedeninde kırba iz bıraktı; o kadar el değirmeniyle buğday öğüttün ki, ellerin nasır bağladı; o kadar evde temizlik yaptın, evi süpürdün ki, elbiselerin bozardı, o kadar kazanın altında ateş yaktın ki, elbiselerin kararmaya başladı. Bu yüzden Peygamberden bir hizmetçi istedin.

Baban şöyle buyurdu. “İstediğinden daha hayırlısını size haber vereyim mi?” Cebrâil’in bana öğrettiği şu kelimeleri her namazın sonunda okursan, hizmetçiden daha iyidir. Bunlar: Otuz üç defa: “Subhânallah” otuz üç defa: “Elhamdülillâh” otuz üç defa da: “Allahü Ekber” demenizdir. Bu istek bile Peygamber evi için lüks sayılırdı. Sadece bu mu? En doğal istekler bile senin için lükstü. Öyle ki; bir ara Baban senin evine uğramıştı. Ama içeri girmeden geri döndü. Sense bu duruma çok üzüldün. Hemen eşin Ali’yi gönderdin, sebebini öğrenmek için. Baban evinde bir yeni işlemeli perde görmüştü. “Benim dünya ile ne işim var, işlemeli perde ile ne işim var?” diye serzenişte bulunmuştu. Bu nedenle eve girmeden geri gitmişti. Hemen perdeyi birine sadaka olarak vermiştin. Bu bile evine fazlaydı. Öyle ya, Resul kızı olmak zordu, hele hele Ona yeryüzünde en çok benzeyen kişi olmak daha da zordu…

Hani karı koca bir gün nafile oruç tutmuştunuz. Ya da hastalanan Hasan ve Hüseyin’in iyileşmesi için Allah’a üç gün oruç tutmayı adamıştınız. Bu orucun birinci gününde akşam vakti kapınıza bir fakir gelmişti. “Allah için” diyerek bir şeyler isteyince, siz ona iftarlığınızı verip, su ve hurma ile iftar etmiştiniz. Peş peşe üç gün aynı vakitte akşam ezanı okunacağı zaman değişik kılık ve kıyafette yoksul, garip birileri kapınıza gelmiş; “Allah için” diyerek dilekte bulunmuşlardı. Siz iftarlıklarınızı olduğu gibi bu fakir kimselere verdiniz. Üç gün su ve hurma ile iftar etmiştiniz. Sizlerin bu güzel haliniz yedi gök katta yankı uyandırmış, İnsan Suresinin 5-10. Ayetleri nazil olmuştu. “İyiler şüphesiz (güzel kokulu ve serin) kâfur katılmış bir kadehten içerler. Bu Allah’ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. O kullar, şiddeti her yere yayılmış olan bir günden korkarak verdikleri sözü yerine getirirler. Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne bir teşekkür bekliyoruz. Biz çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O’nun azabına uğramaktan) korkarız.” (derler)”

BABA İLE KIZIN VEFATLARI
Derken Baban ateşlendi. Başucunda sen vardın. İyice ağırlaşınca “Vah babam, vah peygamber babam” diye için yandı. Efendimiz aleyhisselam başını kendine doğru eğip kulağına bir şeyler fısıldadı. Ağlamağa başladın. Ellerinden tutarak tekrar kendisine doğru çekti ve yine kulağına bir şeyler söyledi. Bu sefer yüzünde tebessüm belirdi. Üzüntü ile sevinç bir arada yaşanınca Hz. Aişe annemiz merak edip sordu. Sen de şimdi söyleyemeyeceğini belirterek özür diledin. Efendimiz sana: “Cebrail aleyhisselâm her sene bana bir kere Kur’an-ı Kerim’i arz ederdi. Bu sene iki kere okudu. Anladığım ecelim yaklaşmıştır...” buyurdu. Sen bu nedenle hıçkırıklara boğularak ağlamağa başladın. Rahmet Peygamberi babacığın seni teselli etmek ve sabrını artırabilmek için sana tekrar: “Ehl-i beytimden bana ilk kavuşacak olan sensin” buyurdu. Sevgili kızına fazla ayrı kalmayacaklarını duyurarak sabır diledi. Ölümünü duyan sen, babana kavuşacağın için sevinmiştin. Fatıma olmak böyle bir şeydi işte. Kendi ölümüne sevinmek demekti.

Babandan altı ay sonra sen de hastalandın. Ama senin derdin başkaydı. Sen ölünce cesedinin erkekler arasına perdesiz çıkarılacağından çok korktuğunu söylemiştin. O zamanlar ölen kadınların cenazeleri kefene sarılıp, perdesiz götürülürdü. Oysa sen kendin için tabut yapılmasını istemiştin. Ah iffetli Peygamber kızı ah. Ölünce bile tesettüre riayet ediyordun. Senin ismini taşıyan kızların bugünkü halini görseydin ne derdin acaba?

Vasiyetin yerine getirildi. Babana bir tabut içinde uğurlandın. İslam’da tabuta konularak kabre götürülen ilk kadın naaşı seninki oldu.

Selam sana ey Ümmü Ebiha…