Siyonist işgal yönetiminin hukuksuz uygulamalarıyla, keyfi idari cezaları uzatmasına karşı ard arda yaptığı 168 günlük açlık grevi eyleminin ardından özgürlüğe kavuşan Filistinli esir Hasan Es-Safadi, “açlık greviyle geçirdiğimiz her gün, işgalci esirlerle ilgili çıkmaz tavır ve kriz içine girmişti. Ortaya koyduğu tavırlarla da krizi daha da içinden çıkılmaz hale getiriyordu. O nedenle sürekli çıkış kapıları arıyordu. Aradığı çıkış kapıları hiçbir zaman kendisi için başarılı olmadı. Ben bunun kendisine hezimetten başka bir şey getirdiğini düşünmüyordum” dedi.

Filistin Enformasyon Merkezi’nin kendisiyle yaptığı röportajda, işgal yönetiminin bir insan ve esir olarak bütün haklarını gasp ettiğini, yakınlarının yerini ancak 9 ay sonra öğrenebildiğini belirterek, bunları müşahede eden biri olarak kendisini gasp edilmiş hakkını zorla alma yoluna soktuğunu söyledi.

Kendisiyle yaptığımız röportajı sunuyoruz:

Sizi açlık grevine iten asıl neden neydi?

Siyonist işgal zindanlarında hiçbir şeyle suçlanmadan dokuz yıldan fazla süre kaldım. Ne suçlandım ne de yargılandım. İdari ceza uzatılınca beş yıl daha zindanda kalmakla tehdit edildim. Son tutuklanışımdan önce 43 ay zindanda kalmıştım. Son tutuklanışımda ise 9 ay geçmesine rağmen ailem nerede kaldığımı bilmiyordu ve dolayısıyla benimle iletişim de kuramıyordu. Bu durumda benim gasp edilmiş haklarımı zorla almam gerekiyordu.

Açlık grevine hazırlık yapmadan girişilemeyeceğini düşünüyorum. Ucu açık bir greve başlamadan önce ne tür hazırlık yaptınız?

Açlık grevinden 15 gün önce bedenimi hazırlamaya başladım. Kararımı verip yemeği ve içmeyi bıraktıktan sonra sadece sütle yetiniyordum. Ardından birinci direnişte odamda olan ve bana destek veren kardeşim Ömer Ebu Şelal ile birlikte bir mektup yazıp cezaevi idaresine teslim ettik. Mektupta “Açlık grevi başlatıyoruz. Bu açlık grevi cezaevi idaresine karşı değil, bizim zindanda kalmamızı sağlayan Siyonist istihbaratına karşıdır” yazdık. Başlattığımız açlık grevinden üç gün sonra cezaevi idaresi kararlı olduğumuzu görünce bizi El-Celme Cezaevine nakletti ve burada açlık grevini sonlandırmamız için baskı yapmaya başladılar.

Bu aşamada, işgalcinin sizi açlık grevinden alıkoymak için kullandığı metotlardan ve bunlara karşı nasıl direndiğinizden bahsedebilir misiniz?

Bedenen beni bitirmek için zindandan zindana naklediyorlardı. Bu kez su da almayacağımı söyledim. Mecdu Cezaevindeki hücreme su içmem kaydıyla geri getirdiler. Beni El-Celme cezaevindeki soruşturma merkezine götürdüklerinde yedi gün su içmedim. Bu kez bana daha fazla baskı yapmaya başladılar. Sıkıntı vermek için bulunduğum yeri günde 3-4 kez aramaya başladılar. Hâlbuki odada aranacak bir şey yoktu. Benim sahip olduğum tek şey bir sergiyle bir battaniyeydi. Çünkü daha önce elbiselerim dâhil bütün eşyalarıma el koyulmuştu. Kendi kıyafetlerimin yerine Kızılhaç’tan aldıkları elbiseleri verdiler. Sudan da kesilince sağlık durumum fazlasıyla bozuldu. Böbreklerimde çok ağır sancılar hissetmeye başladım. Bunun üzerine beni hastaneye kaldırdılar. Orada iki gün yattım. Sonra beni Er-Ramle revirine kaldırdılar. Beni Ömer Ebu Şelal ve Mahmud Es-Sersek’in kaldığı odaya koydular. Hiçbir vitamin hap almayacağımı söyledim. Siyonist subaylar burada bana hem fiziki hem de psikolojik baskı yapmaya başladılar. Psikolojik olarak her gün Türkiye, Katar veya Pakistan’a sürgün edilmeme karşılık salıverebileceklerini ve öneriyi kabul etmem halinde birkaç saat içinde bunun gerçekleşebileceğini söylüyorlardı. Cevabım hep olumsuz oldu. Ben ancak Nablus’a; ailemin yanına dönebileceğimi kesin bir dille ilettim. Bu kez aramaları sıklaştırdılar.

Son dönemde sağlık durumunuz nasıldı?

Sağlık durumum gittikçe kötüleşiyordu. Birinci açlık grevimin son bölümünde benimle birlikte birçok cezaevinde de grev vardı. Grev, dışarıda büyük bir yankı uyandırmıştı. Açlık greviyle geçirdiğimiz her günün, işgalcinin esirlerle ilgili çıkmaz tavrını ve krizi daha da içinden çıkılmaz hale getirdiğini ve o nedenle de sürekli çıkış kapılarını araladığını görüyorduk. Aradığı çıkış kapıları hiçbir zaman kendisi için başarı olmadı. Ben bunun kendisine hezimetten başka bir şey getirmediğini düşünüyordum. Grevin 61. gününde ilaç ve sıvı almamaya karar verdim. Bana baskı yapmaya ve zorla su içirme tehdidinde bulunmaya başladılar. Bundan 11 gün sonra psikolog, uzman ve hukukçulardan oluşan bir heyetin yanında Yüksek Mahkemeden de bir heyet geldi. O arada Kızılhaç da devreye girmişti. İlaç almam için benimle görüşmek istiyorlardı. Yine reddettim ve su da almayacağımı söyledim. Bunun üzerine hepsinin önünde 30 kadar Siyonist asker ve subay gelip üzerime çullandılar. El ve ayaklarımı ranzaya bağladılar. Ardından ağzıma su ve tuz koydular ve yine zorla potasyum enjekte ettiler. Bu kez konuşmama grevi başlattım. Cezaevinin yaptığı saldırıyı mahkemeye taşıdımsa da bir sonuç çıkmadı. Beni suçsuz yere yıllarca tutuklayan, hak ve hukuka saygısı olmayan bir rejimden daha başka ne beklenilirdi ki…

Birinci açlık grevin nasıl bitti?

Birinci açlık grevim 73 gün sürdü. İçerde esirlerin açlık grevini idare eden Yüksek Komisyonla Siyonist cezaevi idaresi arasında bir anlaşma imzalandı. Anlaşmada benimle birlikte Sair Halahile, Bilal Ziyab, Ömer Ebu Şelal ve Cafer İzzeddin’in serbest bırakılması öngörülüyordu. Kardeşlerimizin anlaşmaya müdahale etmeleri Mısır’ın da araya girdiğini söyleyip anlaşma ile ilgili bilgi vermesi ve genel grevin sonlandırılması (16 Mayıs) ile ben de grevi bıraktım. Önce hastaneye ardından da Hedarim Cezaevine nakledildim.

İkinci defa açlık grevini başlatmana neden neydi?

Daha önce varılan anlaşmaya göre serbest bırakılacağım tarihten bir hafta önce Siyonist istihbaratı anlaşmayı bozdu ve tutukluluk halimi 6 ay daha uzattı. Kararı duyar duymaz yeniden açlık grevi başlatma kararı aldım. Bunun üzerine beni kapalı Hedarim Cezaevinin 9. kısmına götürdüler. Beni zihinsel engelli dört kişinin yanına koydular. Bu kişiler beni gece gündüz rahatsız etmeye başladılar. Duvarlara vuruyor, bağırıp çağırıyorlardı. Çünkü bunlar zihinsel engelliydi. Bu süre içinde beni sürekli uykusuz bıraktılar. Siyonist cezaevi idaresi sağlığımı önemsiyordu. Bunu benim için değil, zindanlarında şehit olmamdan korktukları için yapıyorlardı. Doktor saatte bir beni muayene ediyordu. Bunun üzerine 25 Haziran’da cezaevi idaresine, “Önceki anlaşmaya göre salıverilmem gereken tarih olan 28 Haziran geldiğinde salıverilmezsem su içmeyi de bırakacağım” dedim. Bunun üzerine beni Er-Ramle Cezaevine naklettiler. Ancak sağlık durumum kötü olduğundan burası beni kabul etmedi. Bunun üzerine sivil bir hastaneye kaldırdılar. 4 gün sonra su içmeye başladım. İkinci açlık grevimin tümünü bu hastanede geçirdim. Bazen beni bir iki günlüğüne Er-Ramle Hastanesine gönderiyorlardı. Er-Ramle’de ilaç eksikliği nedeniyle beni hastaneye geri yolluyordu. Bu süre içinde Siyonist güvenlik birimlerinin başlarındaki kişilerden sürgün edilmeye karşılık salıverilmem önerileri geldiyse de cevabım hep hayır oldu. Çünkü sadece evime dönmek istiyordum.

Senin sürgün kararına gösterdiğin tavizsiz tutum karşısında Siyonist yönetimin tavrı nasıldı?

Ramazan ayının 15’ine denk gelen 03 Ağustos günü beni Hedarim Cezaevine naklettiler. O gün ayakta duracak takatim kalmadığı ve tekerlekli sandalyede olduğum halde askerler odama baskın düzenledi. Bana bağırıp çağırmaya, ağır sözler sarf etmeye başladılar ve ardından sandalyeden düşürdüler. Onlara eşlik eden subay “Burada ölmen bizim elimizde değil” deyince, ben “o zaman beni buradan çıkarın” dedim. Subay “sen gerçekten delisin. Çünkü başını İsrail devletinin kafasına vuruyorsun. Şunu iyi bil ki sonunda başın ezilecektir” dedi. Subaya “Başım duvardan daha sağlamdır. Asıl parçalanacak olan benim başım değil o duvardır. Ben şehit olmak istiyorum. İşler artık umurumda değil” dedim.

Gösterdiğim direniş karşısında Siyonist Cezaevi idaresi çıkmaza girmişti. Avukat Cevad Bolis bana geldi ve işgal mahkemesinin bir daha uzatılmamak kaydıyla cezamı dört aya indirdiği kararını aldığını belirtti. Açlık grevime son vermem halinde dört ay sonra serbest bırakılacaktım. Ben, işgal istihbaratı yazılı bir belge vermedikçe açlık grevini bırakmayacağımı söyledim. 25 Eylül’de avukat kararın istediğim şekilde çıktığını haber verince, ben yine kararı görmedikçe greve son vermeyeceğimi söyledim. O da gidip kararı getirdi. Bunun üzerin greve son verdim. Bana su, tuz ve vitamin vermeye başladılar. Ardından beni Hedarim zindanına geri götürdüler. Burada esirler tarafından muzaffer biri olarak karşılandım. İşgal yönetiminin ihanetini bildiğimden, bu karara da uymaması halinde üçüncü kez açlık grevine başlamak için kendimi bedenen ve ruhen hazırlamaya başladım.

Siyonist işgal zindanlarında bulunan esirlere karşı Filistin Özerk Yönetiminin sorumluluğu nedir?

Yönetimin esirlerin sorununu uluslararası arenada gündeme taşıması gerekir, bu şekilde işgalcinin esirlere yönelik yaptığı insanlık dışı muamele gün yüzüne çıkarılmalıdır. Fakat nasıl oluyor da bu yönetim işgalcinin elinde olan esirler konusunda suskun kalıyor. Siyonist işgal zindanlarında otuz yılını geçiren esirler var. Bu yönetimin esirlerle ilgili söylemi çok cılız. İşgal rejimi Filistin yönetiminin hatırı için bu esirleri serbest bırakmayacaktır.

Esirler konusunda direniş gruplarının tavrı ne olmalıdır?

Her grup üzerine düşeni çok iyi biliyor. Öncelikle Filistin sokağını hareketlendirmeleri gerekir. Ardından etkinlikleri aktif halde sürdürmeliler. Esirler sorununun ulusal bir sorun halinde işlenmesi gerekir. Halkın bu davayla ilgilenmesi sorunun çözümünü hızlandıracaktır. Onun için bu meselede kenetlenmek ve omuz omuza vermek gerekiyor. Üzülerek belirteyim ki iç bölünme esirler konusunu fazlasıyla olumsuz etkiliyor. Bu durum zindanlardaki esirleri bile etkiliyor. Bazı grupların dışarıdaki liderlerinin baskısı sonucu genel greve katılmaması bu yüzdendir.

Ya Filistin halkı?

Filistin meydanları genel grev sürecinde başarılı bir sınav verdi. Fakat bu yeterli değil. Tepkilerin ani ve sınırlı olmaması gerekir. Esirler sorunu için ulusal bir programı hayata geçirmek ve bunun için her gün her düzlemde yeni şeyler yapmak gerekiyor.

filistinhaber