Bizler, Bizans ve Sasani zulmü altında inleyen mazlumlardık; İslam’la hürriyete kavuştuk, yüceldik, şan ve şeref sahibi olduk. Dağlara itilmiş bir toplumduk. İslam’la şehir toplumu olduk. Devlet adamlarımızın, alimlerimizin, şairlerimizin şanı dünyanın dört bir yanına yayıldı.

Diyarbakır’ın fethi sırasında bir zulmün yaşandığı iddiası,

1. İslam’ın genel hükümlerine

2. Hz. Ömer (ra)’in yönetim tarzına ve diğer İslam toplumlarını da kapsayan genel uygulamalarına

3. Hz. Ömer (ra)’in İslam orduları genel komutanlığına getirdiği Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah (ra)’ın Şam-Kudüs fetih uygulamalarına

4. Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah(ra)’ın Kürdistan’ın fethi için görevlendirdiği fatihimiz Hz. İyaz b. Ganm (ra)’ın Ruha (Urfa), Mardin, Nusaybin, Sere Kaniye (Re’sulayn, Ceylanpınar) fetih uygulamalarına

Ve hepsinden önemlisi,

5. Diyarbakır’ın fethiyle ilgili bütün tarihi kaynaklara aykırıdır. İslam’ın büyük tarihi boyunca hiçbir tarihçi, şu veya bu şekilde abartarak veya küçülterek Diyarbakır (Amed) şehri fethinde şehir halkından çok kişinin katledildiğini kayda geçmemiş.

Halbuki her ayrıntıyı titizlikle kaydeden İslam tarihçilerinin,

1. Bedir Savaşı’ndan başlayarak müşrik Arapların,

2. Mute Savaşı’ndan başlayarak Bizansların ve Hıristiyan Arapların,

3. Hicri 13’ten bütün Irak ve İran fethedilinceye kadar Sasanilerin,

4. Hz. Ömer (ra) döneminde yaşanan ilk karşılaşmalardan Talas Savaşı’na kadar Türklerin İslam ordularıyla savaşlardaki ölü sayısını, hatta yaralı sayısını adeta bir bir verirken, Musul yöresinde Kürtlerle yaşanan küçük çaplı çarpışmaları da aktarırken Diyarbakır’ın fetih gerçeğini saklamış olmaları akla sığacak bir durum mu?

Öte yandan sadece İslam tarihçileri yok ki Ermeni tarihçiler, Rum tarihçiler ve Süryani tarihçiler de var. Bizans-Sasani savaşlarındaki ölü sayılarını ve cenazelerin atıldıkları yerleri bir bir veren bu Gayr-i Müslim tarihçilerin Diyarbakır’ın fetih gerçeğini saklamaları için bir neden olabilir mi?

Ya İslam aleyhinde mercekle delil toplayan Batılı müsteşrikler? Onların bu alanda bir bilgi kırıntısına dahi ulaşırlarsa bunu vermeleri gerekmiyor mu?

Sözü geçen hiçbir kaynakta bu yönde hiçbir bilgi emaresi bile yok, bu anlama gelebilecek bir imaya dahi yer verilmemiş.

O hâlde “Diyarbakır’ın fethi sırasında Kürtler katledildi “demek,  “Bu ay (örneğin 15 Mayıs’ta) Diyarbakır’a bir göktaşı düştü ve Diyarbakır’ın yarısı (Allah muhafaza) imha oldu” demekten farklı değil. Böyle bir haberin yalan olduğu ne kadar açıksa Diyarbakır’ın fethiyle ilgili katliam iddiasının yalan olduğu da o kadar açıktır. 

O halde bu “yalan” nereden çıktı? Öyle görünüyor ki bu yalanın ilk kaynağı Ekrem Cemil Paşa’dır. Ekrem Cemil Paşa “Kürdistan’ın Kısa Tarihi” adlı kitabında hiçbir kaynak göstermeden böyle bir yalan uydurmuş. Şimdi gelin, Ekrem Cemil Paşa’yı birlikte tanıyalım.

YALANI MUSTAFA KEMAL’İN YAVERİ UYDURMUŞ

Kürtlerin İslam’la ilişkisine zarar veren iki isimle karşılaştım:

1. Irak Kürdistanı’ndan Süleymaniyeli Tevfik: Irak Kürdistanı’nda Newroz başta olmak üzere İslam öncesi kültürü canlandırmak için çalışan, Demirci Kawa hikayesini güncelleştiren, böylece Süleymaniye yöresinde ve Irak genelinde Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) için kültürel zemin oluşturan isim. Şair Pîremêrd, Hacı Tevfik Bey gibi isimlerle de biliniyor.

Bugün YNK yönetiminin minnetle andığı Süleymaniyeli Tevfik’in izi nerede çıktı, dersiniz. Türkiye’de kültürel Batıcılığın en önemli grubunun, Mustafa Kemal’in fikir hayatını belirleyen ekibin arasında… Bir Servet-i Fünun şairi olarak… “Recaizâde Mahmud Ekrem, Tevfik Fikret ve Halit Ziya (Uşaklıgil) ile Genç Kalemler ve Servet-i Fünûn çevreleriyle yakın ilişkileri olan Pîremêrd, Güney-Kürt şiirine bir çığır kazandırmıştır. (Kaynak: Selim Temo, Modern Kürt Şiiri ve Sürgün)”

Tevfik Fikret, Mustafa Kemal’in fikir babalarındandır. Halit Ziya da ekibin önde gelen isimlerinden ve aynı zamanda kadın yönünden Mustafa Kemal’in akrabası…

2. Ekrem Cemil Paşa: Diyarbakırlı Cemil Paşazade ailesinden… Ekrem Cemil Paşa’nın en mühim özelliği Diyarbakır’ın fethiyle ilgili yalanı uyduran kişi olmasıdır.

Gelin bu ravinin hayat hikayesine birlikte bakalım: 

- 1912-1914’te Lozan’da okur, Batı’yı tanır.

-Hevî Kürt Talabe Cemiyeti’nin Lozan şubesini açar.

-Çanakkale Savaşı’nda ve Erzurum Cephesi’nde bulunur. Burada ağır yaralanır. Diyarbakır’a gönderilir. Mustafa Kemal, Diyarbakır’da iken onunla tanışır ve resmen onun yaveri olur. Ardından Filistin Cephesi’ne geçer. Orada tekrar Mustafa Kemal’in yanında bulunur ve onunla Diyarbakır’a gelir.

Mustafa Kemal’in İstanbul’a dönmesinden ve Ankara’ya geçmesinden sonra Ekrem Cemil Paşa, Diyarbakır’da Kürdistan’ın istiklali için çalıştığı gerekçesiyle 1922’de tutuklanır, Ankara’ya gönderilir. Ancak Ankara’da pek garip bir şekilde İstiklal Mahkemesi tarafından beraat edilir. (Garip diyoruz, çünkü oraya giden Kürt genellikle ipe gidiyordu.)

Şeyh Said kıyamı sırasında Diyarbakır’da bulunan Ekrem Cemil Paşa, kıyamdan sonra tutuklanır. Seyyid Abdulkadir gibi İslam alimleri İstanbul’dan getirilip Diyarbakır’da ipe asılarak şehid edilirken Ekrem Cemil Paşa, üç yıllık bir tutukluluktan sonra, bütün Kürt çevrelerini o günden bugüne hayrette bırakacak şekilde diğer akrabalarıyla birlikte serbest bırakılır. İddiaya göre Mustafa Kemal’in Türk Tayyare Cemiyeti’ne bir uçak alma karşılığında serbest kalan Ekrem Cemil Paşa ve akrabaları Suriye’ye geçer, orada Fransızların sadık dostları arasında yer alır. Fransızlarla bir ara arası açılıp sürgün edildiyse de Suriye’ye ilk traktörü getiren adam olacak kadar zenginleşir.

YALANIN ARKASINDA FRANSIZ MASONLARI OLABİLİR

Kürtleri İslam’dan uzaklaştırmak isteyenlerin Türkleri de İslam’dan uzaklaştıranlarla yollarının kesişmesi çok garip değil herhalde… Peki bu bağlantının kökeninde ne var?

Elimizde ne yazık ki belge yok. Ancak, gerek Süleymaniyeli Tevfik’in gerek Ekrem Cemil Paşa’nın İstanbul bağlantıları bize hep Fransız masonlarını gösteriyor. Başta Mısır olmak üzere Arapların da İslam’dan uzaklaştırılmasında büyük görev alan Fransızların localarının faaliyetleri bir gün açıklanırsa eminim ki Ekrem Cemil Paşa gibilerinin bu yalanları birkaç kuruş karşılığında uydurdukları kesinlikle ortaya çıkacaktır. Canını kurtarmak için Türk Tayyare Cemiyeti’ne uçak alan Ekrem Cemil Paşa, öyle görünüyor ki Fransızların katında Suriye’de bir konum elde etmek için bu galiz yalanı uydurdu, kendi menfaati için milletini sattı.

Fransız laikleri,

-Türklere, “Siz, büyük bir millettiniz, İslam sizi Arapların hizmetkarı yaptı” diyerek onları İslam’dan uzaklaştırdı.

-Araplara “İslam dini sizi Türklerin esiri yaptı” diyerek Arapları İslam’dan uzaklaştırdı.

Kürtlere diyecek bir şey bulamayınca Ekrem Cemil Paşa gibilerinin kalemiyle yalana sarıldı. 

NEDEN HZ. ÖMER (ra)?

Diyarbakır’ın fethi gibi olabildiğine yerel bir olayda Hz. Ömer (ra)’i içine alan bir yalanın uydurulması çok ilginçtir. Hani neden ordu komutanı değil, onun komutanı da değil, ta Medine’deki Hz. Ömer (ra)? Böyle bir suçlama için hiçbir tarihi ve vicdanî neden yok?

Ama meselenin Fransız masonlarını ve yöremizdeki sosyalistleri ilgilendiren yönleri var:

Fransız İhtilali’nden sonra Batı, İslam dünyasına karşı yeni bir devlet modeliyle çıktı. Bütün dünya gibi İslam dünyasını da “eşitlik, adalet, hürriyet” gibi ilkelere çağırdı ve onların bu çağrısı her seferinde Hz. Ömer (ra)’e çarptı.

Hz. Ömer (ra) zamanındaki sınıfsız toplum, Hz. Ömer’in dillere destan adaleti ve halkının doğruluktan ayrılırsan seni kılıcımızla doğrulturuz diyebileceği kadar hürriyeti Fransız İhtilali’nin sözde kazanımlarını İslam dünyası için anlamsız hâle getiriyordu.

Nitekim, Mehmet Akif Ersoy gibi İstanbul’daki İslamî kesimin önde gelen isimleri Batıcıların karşısına Hz. Ömer (ra) ile çıktılar. Mehmet Akif’in “Koca Karı ile Hz. Ömer” hikayesi bile İstanbul’da Batıcı kesimleri sarstı. Kürt ulusal laikliği için çalışmaların Türklere yönelik çalışmalardan sonra başladığı düşünülürse Paris Modası’nı estiren Fransızların bundan ders alarak Hz. Ömer (ra)’i özellikle düşman seçmiş olmaları muhtemeldir.

Yerel anlamda ise Hz. Ömer (ra)’in Kürt halkının İslamî kimliğinde edindiği yeri daha önce anlatmıştık.  Kürtlerin dinleriyle uğraşanların Kürtlerle Hz. Ömer (ra) arasındaki sevgiyi görmezlikten gelmesi beklenemezdi. Onların hedefinde olan Hz. Ömer (ra) değil, İslam’ın ta kendisidir. Bu halkı Hz. Ömer (ra)’den soğutursak onun İslam’la bir bağı kalmaz diye düşünüyorlar.

Yöremizdeki sosyalistlerin Hz. Ömer (ra) düşmanlığına gelince,

1. Bu düşmanlıkta Fransız masonlarının başını çektiği Batıcıların Hz. Ömer (ra) ile ilgili yaşadığı sorunun etkisi var.

2. Sosyalistler ulusalcıdır. Ümmet düşmanıdır. Onların düşmanlığında, İslam’ın ümmet coğrafyasına kavuşmasının Hz. Ömer (ra) döneminde gerçekleşmesinin etkisi var.

3. Sosyalistlerin en büyük iddiası sosyal adalettir. Onların sosyal adaletten söz ettikleri her yerde halk kendilerine Hz. Ömer (ra)’den söz eder. Bu da kendilerinde Hz. Ömer (ra)’e karşı özel bir kinin oluşmasına yol açmıştır. 

4. Sosyalist kesimlerin Nuri Dersimi ve Kemal Burkay gibi isimleri Alevidir. Alevilerin Hz. Ömer (ra) düşmanlığı sosyalistlerin düşmanlığı olarak yeniden vücut bulmuştur, denebilir.

Neticede, halk devletse Hz. Ömer’in devletini, adaletse Hz. Ömer’in adaletini, hürriyetse Hz. Ömer’in sağladığı eşitliği tercih edeceği için sosyalistler İslam’ın bütünü adına kin ve nefretlerini Hz. Ömer (ra)’e yöneltmişlerdir. 

DİYARBAKIR’IN FETHİ BİR ÜZÜNTÜ KAYNAĞI OLABİLİR Mİ?

Olayı iki yönlü düşünelim:

Eğer, (olayın manevi yanını göz ardı ederek sadece dünyevi bir bakış açısıyla)

1. Kürtlerin İslam öncesi durumu İslam sonrası durumundan daha iyiyse

2. Fetih esnasında büyük facialar yaşanmışsa

3. Fetihten sonra Kürtlerin durumunda bir değişim olmamışsa

Diyarbakır’ın fethi kınanacak bir vaka ve bir üzüntü kaynağı olur. Ama ya tam tersi olmuşsa bu durumda Allah’a ve Peygambere inanmayan Kürtlerin bile “Kürtçülüklerinde” samimi iseler Diyarbakır’ın fethini bir “Kürtlerin Hürriyet Bayramı” olarak kutlamaları gerekmez mi? 

1. Kürtler darmadağın bir toplumdu, İslam’la toparlandılar.

2. Kürtler, daha çok kırsal kesime dağılmış bir etnik unsurdu. İslam’la Araplar geldi, Kürtleşti, İslam’a geçen Ermeniler, Süryaniler Kürtleşti, yöreye gelen Türkler Kürtleşti. Neticede Kürtler basit bir etnik yapı olmaktan çıkıp millet düzeyine ulaştı.

3. İslam, yörenin en mazlum toplumu olan Kürtleri ilmi, iktisadi, siyasi yönden kalkındırdı. Siyasi yönden bitiş noktasında olan Kürtler İslam’ın daha 3. yüzyılının ortalarında Ahvaz bölgesinde Ubeydullah El Kurdi önderliğinde bağımsızlığa doğru yol aldı. İslam’ın 4. yüzyılından başlayarak Kürtler, Kafkasya’da büyük devletler kurdu, ardından Diyarbakır yöresinde Mervanilerle ilmi ve iktisadi yönden tarihlerinin doruğuna çıktı. Yüzyılı bulmayan bir fetret döneminden sonra ise Kürtler Eyyübilerle çağlarının en güçlü ve en saygıdeğer devletinin başı oldu. Eyyübilerden sonra Batıcı Tanzimat’a kadar Kürtler hiçbir zaman kendi coğrafyalarının yerel yönetimini kaybetmedi. Ayrıca Osmanlı’da (kısmen İran’da da) merkezi devlette büyük görevler üstlendi ve Bosna-Hersek’ten Yemen’e bütün İslam dünyasının yönetiminde aktif olarak görev aldı.

4. İslam, Kürtlere şan ve şeref verdi. İslam öncesinden tanınan bir tek Kürt yok iken bugün ta Malezya ve Endonezyalara kadar dünyanın dört bir yanında El Kürdi soy ismi İslam ilim tarihinin en saygın soy isimlerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir. İslam öncesine ait bir tek Kürt eseri yokken İslam’ın yetiştirdiği Kürt alimlerin eserleri kütüphaneleri doldurmaktadır. “İslam olmadan biz ne idik ki?” sorusunu en çok Kürtlerin sorması gerekir.

Dolayısıyla eğer milletler için bir “Milli Gün (Hürriyet Bayramı)” tayini yapılacaksa Kürtlerin Milli Günü olmayı en çok hak eden gün, Kürtlerin İslam’la şereflenme günüdür. Simgesel olarak da Diyarbakır’ın Fetih Günü o günü temsil etmeye layık bir gündür.

O gün Kürt halkı için esaretten hürriyete, cehaletin karanlığından ilmin aydınlığına, yoksulluktan maddi refaha kavuşma günüdür.

Amed’e (Diyarbakır’a) ve bütün Kürt halkına bin kez mübarek olsun.

Ahmet Yılmaz / Araştırma

BİTTİ…

Haftaya: Rabbim, izin verirse “İhanetin Bedeli” başlığı altında Şeyh Said Kıyamı’nda ihanet edenlerin başına gelenleri konu alacağımız yeni bir yazıya başlayacağız.